Hans Rosenfeldt: “Yazarlık, peşinde koştuğum bir iş değildi”

//
18 dakikalık okuma

Pek çoğumuz için unutulmaz ve özgün dedektiflerden Saga Norén’in yaratıcısı, Bron/Broen (The Bridge) ve Marcella dizilerinin senaristi; Sebastian Bergman roman serisinin yazarlarından Hans Rosenfeldt ile yıllardır istediğimiz röportajı sonunda yapabildiğimiz için mutluyuz. Rosenfeldt ile günümüz polisiye dizi ve filmlerindeki kadın karakterleri etkileyen Saga Norén’i, dizi ve roman çalışmalarını konuştuk. Ve elbette polisiye dizi/film senaryosu yazmak isteyenler için önerilerini de…

222

TV ve radyo programlarından dizilere ve edebiyata uzanan bir kariyeriniz var. Öncelikle senaristliğe nasıl başladınız, sizi harekete geçiren ilk duygu neydi? Ve polisiyeye dair ilginiz nasıl başladı?

Yazmaktan ve hikâyeler anlatmaktan hep hoşlandım ama epey bir zaman yazar değil, aktör olmak istedim. Aslında 20’li yaşlarımda birkaç yıl aktörlük de yaptım ama oyunculukta gerçekten kötüydüm. Bunu tiyatrodaki meslektaşlarım benden önce fark etmişti. Böylece bana okunmak, düzenlenmek ve uyarlanmak üzere senaryolar vererek beni sahneden mümkün mertebe uzak tutmaya çalıştılar. Neyse ki en sonunda tiyatroyu bırakıp oyunculuk hayallerimi gömdüğümde, bir radyo programında yazarlık işi bulacak kadar şanslıydım.

Ardından televizyonda çalışan bir arkadaşım, henüz yeni başladıkları bir TV dizisi için yazar aradıklarını söyledi. Başvurdum, bazı deneme sahneleri yazdım ve işi aldım. Anlaşıldı ki bu işte iyiymişim. Böylece daha çok senaryo işi almaya başladım ve yazar oldum. Yani yazarlık, peşinde koştuğum bir iş değildi; ona sürüklendim ben. Polisiye ve korkuyla ise küçük yaşlarımdan beri ilgiliyim. Muhtemelen fazla küçük olduğum yaşlarda polisiye romanlar okur; korku ve polisiye dizileri izlerdim. Bu türe hep bir çekim ve sevgi besledim.

Bron/Broen unutulmaz polisiye dizilerden biri oldu, hatta kısa zamanda klasikleşti. Uyarlamaları da yapıldı. Bir senarist olarak bu projeyi ilk düşündüğünüzde başlangıç cümleniz neydi? Bron/Broen macerası sizin için nasıl başladı?

İsveçli yapım şirketi Filmlance, iki meslektaşımla beraber bana, yarısı Danimarka’da yarısı İsveç’te geçen 10 bölümlük bir polisiye dizi yazıp yazamayacağımızı sordu. O bölgede zaten bir proje geliştirmişlerdi ama bu proje yürümemişti, haliyle iptal etmek zorunda kaldılar. Ama bölgesel finansmana sahiplerdi ve halihazırda bir Danimarka televizyonuyla ortak yapım konusunda görüşme halindelerdi. Bu yüzden yeni bir diziye ihtiyaçları vardı. 10 saat süren bir polisiye olduğu ve yarısı İsveç’te yarısı Danimarka’da geçtiği sürece istediğimizi yapabilirdik. İşte o zaman “Bron/Broen” dizisini yaptık.

333

Saga Norén, polisiye dizi ve sinema tarihindeki en özgün kadın dedektiflerden biri. Sadece mesleğini yapan, anaç ve sevgi dolu olan, kısacası çok da özgün olmayan kadın karakterlerin yerini, ilginç özellikleri, gizemli bir geçmişi olan kadın karakterler aldı. Saga Norén’i yaratırken nelerden ilham aldınız, geçen yılların ardından yarattığınız bu karakterin dünyadaki pek çok senariste, yapımcıya ve yaratıcıya ilham olması, daha özgün kadın karakterlerin yazılabileceğini göstermesi size neler düşündürüyor?

Saga başta Martin’in karşıtı olarak yaratıldı. Önce Martin’i yaratmıştık çünkü onu kimin canlandırmasını istediğimizi biliyorduk. Martin’i meslektaşlarına karşı açık, her konuda konuşmaya elverişli, sıcakkanlı, böyle sarılmalık bir aile insanı olarak tasarladığımızdan onun kutupsal karşıtı olacak birini istedik. İhtiyacımız da vardı böyle bir karaktere. Aklıma, sosyal becerilerden tamamen yoksun bir kadın dedektif yaratmak geldi. İşte Saga Norén böyle doğdu. Bu, ona ayırt edici karakter özellikleri verdi, bir çeşit kolay fark edilebilir kişilik.

Ancak sadece buna çalışmak onu tek boyutlu yapardı; bütünlüklü bir kişi yaratmak için Saga’yı sosyal uyumsuzluğunun ötesinde detaylandırdık. Ona bir geçmiş, bir travma, bazı sırlar, biraz soğuk ve duygusuz görünebileceğini bildiğimizden epey temelde duygular verdik. Ancak onun karakterine ilham olan belirli biri ya da bir şey yok; sadece yaratabileceğimiz kadar bütünlüklü ve ilginç bir karakter yaratmak istedik.

Eğer yaratımlarım Saga Norén ve Marcella, bu endüstrideki insanların komplike, ayrıntılı bir kadın protagonist ile de çok izlenen bir dizi yapılabileceğini anlamalarını sağladıysa bundan mutluluk duyarım. Artık daha çok dizide kadın başroller görüyoruz ama alınacak daha çok yol var.

Bron/Broen dizisini modern klasiklerden biri yapan, sadece karakterlerin derinliği ve özgünlüğü değil bence. Dizinin her sezonunda işlenen polisiye vaka da merak duygusunu sürekli diri tutuyor ve gizem çözüldüğünde seyircide hayal kırıklığı yaratmıyor. Bunu nasıl sağlıyorsunuz ve senaryonun matematiğini kurarken en çok nelere dikkat ediyorsunuz?

Suçu kurgularken hep ekip olarak çalışırız. Sürecin başında katilimizin, hikâyenin antagonistinin kim olduğuna ve bu suçu neden işlediğine karar veririz. Bu, katilin açıklanmasına kadar olan bölümlerde yaptığımız her şeyin işin sonunda bir anlam ifade etmesini sağlar. Ardından bütün sezon için bir tema buluruz. Birçok destekleyici karakter içeren çok kurgulu bir diziyiz. Bütün karakterlerin ve kurguların tutarlı olduğundan emin olmak için hikâyedeki her B, C ve D kurgusu temaya uymalı. Uymazsa onu kullanmayız. Sonrası yeterince hile (ilgiyi başka yöne dağıtmak anlamında bu), destekleyici karakter, ilginç yan hikâye, gizem, epeyce ceset ve tüm bunları bir araya getirmek için durmadan çalışmaktır. İyi olduğum bir iş varsa o da çok kurgulu ve 10 saatlik bir polisiye diziyi kafamda çözümlemektir.

Bron/Broen dizisinin veda etmesi, tüm dünyadaki izleyicileri üzdü… Bir zaman sonra tekrar başlama ihtimali var mı? Ya da Saga Norén’in maceralarını romanlarla devam ettirmeyi düşünüyor musunuz?

Asla asla dememelisin ama şu an diziyi yeniden canlandırmak gibi bir planımız yok. Şahsen zamanında durduğumuzu düşünüyorum; beşinci, altıncı, yedinci sezonunda zirvesinde olan pek az dizi var. “Eh, bir zamanlar iyiydi!” dediğiniz dizilerden biri olmak istemedik. Yani şimdilik Saga Norén’in dönmesine dair bir plan yok, roman biçiminde olsa bile…

Marcella’nın da yaratıcısısınız. Bu kez Nordik coğrafyada değil, Londra’da geçen bir polisiye hikâye anlatıyorsunuz. Yine özgün bir kadın karakter, başkahraman. Dizinin 3. sezonu da Şubat 2020’de yayında olacak. Marcella, sizin için neler ifade ediyor?

Marcella benim için harika bir tecrübeydi. İlk defa İsveç dışında çalışma fırsatı buldum; hem de biz İsveçlilerin üst seviye dizi yapımcısı olarak gördüğümüz İngiltere’de. Marcella sayesinde harika insanlarla çalıştım, birçok yeni arkadaşım oldu ve dizi Netflix tarafından alındıktan sonra yeni ve çok daha geniş bir seyirci kitlesine ulaştım. Bron/Broen birçok başka ülkeye satılmıştı ama Marcella ilk uluslararası dizim gibi hissettim ve Marcella bana yurtdışında çalışmaya devam etme fırsatı verdi.

444

İngiltere’de işlenen suçlar, oradaki polis departmanı, iş işleyişe dair hâkimiyet kurmak çalışma biçiminizde ya da ön hazırlık döneminde farklılıklar yarattı mı?

Çalışma şeklim İsveç’tekiyle aynıydı. Sürecin nasıl olmasını istediğimi soran ve süreci benim isteklerime göre uyarlayan bir yapım şirketiyle, Buccaneer’la çalıştığım için şanslıydım. En büyük farklılık, araştırma sahasıydı. İngiltere’deki polis işleriyle ilgili neredeyse hiçbir şey bilmediğimden öğrenmem gereken çok şey oldu.

Sherlock Holmes’ten bugüne dedektif kavramı ve profili çok değişti. Bunda elbette bilimsel ve teknolojik gelişmelerin de çok önemli bir yeri var. Martin Beck serisinin geçtiği yıllarda ABD’den bir kargoyu birkaç hafta beklemek zorunda kalan dedektiflerden dünyanın her yerine anında ulaşabilen, teknoloji ve bilim sayesinde tüm ipuçlarını hızla sonuca ulaştırabilen dedektiflere geldik. Hem bir edebiyatçı hem de bir senarist olarak dedektif profilinin değişimine dair siz neler söylemek istersiniz?

DNA’nın, telefon ve bilgisayar izlemelerinin, gözetleme kameralarının, ANPR’ın, silinen mesajların geri alınmasının ve daha pek çoklarının gerçek olduğu bir zamanda yaşıyoruz. Sadece buna uyum sağlamamız gerek. Bu, biz yazarları daha yaratıcı olmaya ve yarattığımız davayı sürdürmek için daha zekice yollar bulmaya zorluyor. Bence yeni teknolojileri ve bilimsel gelişmeleri engelden çok, fırsat olarak görmek lazım.

Netflix, Amazon gibi platformlarda farklı ülke ve kültürlerden içeriklerin sayısı her geçen gün artıyor. Dünyanın farklı yerlerindeki izleyiciler, farklı coğrafyalardan polisiye dizi ve filmleri aynı yıl içinde izleme şansına sahip. Bu, tüm dünyadaki senaristleri de edebiyatçıları da heyecanlandırıyor. Diğer yandan birbirine çok benzeyen işlerin yapılması riskini de doğuruyor bu durum. Bu soruyu belki de en iyi cevaplayabilecek senaristlerden biri sizsiniz, çünkü senaryosunu yazdığınız iki iş de tüm dünyadaki izleyicilerde karşılığını buldu. Özgün ve yaratıcı bir polisiye dizi yazmayı hedefleyen senaristler ya da roman yazarlarına neler önerebilirsiniz?

Karakterlerin ve kurgunun gelişimine eşit zaman ayır; ikisi de eşit önemdedir. Kurgu, izleyicinin bir bölüm daha izlemesini sağlar. Karakterler ise onların bir sezon daha izlemesini sağlar. Bunun bir kurgu eser olduğunu unutma. Yarattığın evren içinde inandırıcıysa gerçek hayatta nasıl olacağını düşünmeden onun peşinden git. Araştırmanı yap ama gerçek, senin fikrinden daha az dramatik ve daha az yaratıcıysa kendi fikrinle ilerle. Diğer işlerde senden iyi olan ve sana meydan okuyabilecek çalışma arkadaşları bul. Onlardan hoşlanıyor ve onlara güveniyorsan onları dinle; çoğunlukla diğerleri en az senin kadar, hatta senden daha iyi fikirlere sahiptir.

Tüm dünyada polisiye diziler çok izleniyor, polisiye romanlar çok okunuyor. Polisiyeye dair bu bitmeyen ve hatta her geçen yıl artan ilginin nedenleri ne sizce?

Bu, modası asla geçmeyecek çok temel ve eski temalarla ilgili: İyi ve kötü, adalet, intikam, ihanet. Genelde bir insanın teşebbüs edebileceği en kötü suçlardan birini konu eder: Bir başka kişiyi öldürmek. Yani kelimenin gerçek anlamıyla yaşamdan ve ölümden bahseder. Her zaman risklidir ve sonucu ağır olabilir. Hep bir gizem içerir: Kim yaptı? Neden yaptı? Onu yakalayabilecekler mi?

Tüm dünyada izlenen polisiye diziler yazdınız, aldığınız en unutulmaz yorum neydi?

Bilmiyorum aslında. Sosyal medyada aktif değilim ve izleyicilerle bu kadar sık buluşmayı anlamıyorum. Gerçekten unutulmaz bir yorum hatırlayamıyorum; birçoğu İsveç’te ve Danimarka’da perde kullanmadığımızla ilgili yorumlar. Bir de Galler’in Hay şehrinde yaşlı bir kadın, Saga’nın mahrem bölgeleriyle ilgili çok endişeliydi; hep deri pantolon giyiyor ya…

4444

Sebastian Bergman roman seriniz de pek çok dile çevrildi ve TV’ye de uyarlandı. Seriye devam edecek misiniz?

Evet, seride iki kitap daha olacak. Toplamda sekiz kitap olacak yani. Ayrıca serinin ilk iki romanını, 90 dakikalık iki bölüm yaptık ve sonra aynı karakterlere dayalı ama romanlara dayanmayan iki bölüm daha yaptık. Sebastian’ı bir kez daha televizyona uyarlamayı deneyebiliriz ama bu muhtemelen kitap serisi bitene dek olmaz. O zaman da eğer yaparsak tam bir yeniden uyarlama (reboot) olur.

Önümüzdeki dönemde imzanızı taşıyacak projelerden söz eder misiniz?

Bu sonbaharda tek başıma yazdığım ilk romanım çıkacak; bu roman serisinde Michael (Hjorth) yok. İsveç’teki ufak bir kuzey kasabasında, Haparanda’da geçen bir gerilim. Şu anda serinin ikinci kitabını yazıyorum. Ardından yeni bir İngilizce televizyon dizisi yazacağım. Onu da yeni bir İsveç dizisi izleyecek. İkisi de sır! Şanslıyım; 2022’ye kadar ne yapacağım belli.

Sizin en sevdiğiniz dedektif hangisi?

Ed McBain’in romanlarındaki dedektifler; hani 87. Mıntıka’dakiler.

Polisiyede en sevdiğiniz romanlar, yazarlar, filmler ve diziler nelerdir?

Pek polisiye okumuyorum ve izlemiyorum. Ed McBain seviyorum, polisiye sayılırsa “Fargo” bence harikaydı… “Goodfellas”, “Usual Suspects”, bilirsiniz klasikler. Dediğim gibi, okuduğum son polisiye romanın ya da izlediğim son polisiye filmin üzerinden yıllar geçti.

221B’nin 24. sayısında yayımlanmıştır. 

Özlem Özdemir

1984 doğumlu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu, aynı bölümde yüksek lisans yaparken eğitim yayıncılığı alanında çalışmaya başladı, iki yıl sonra kültür yayıncılığı alanına geçti. Bilim ve Gelecek dergisinde Yazı İşleri Müdürü, Esen Kitap'ta Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. SoL gazetesinin bilim eki BilimsoL'a ve kitap ekine katkı sundu. Mylos Yayın Grubu'nun kurucularından. Episode ve 221B'nin yayın yönetmeni.

ispanyol polisiyeleri
Önceki Hikaye

Melike Yazıcı Çangur Öneriyor: 5 Kitap, 5 Film, 5 Dizi

armağan tunaboylu öneriler
Sonraki Hikaye

Armağan Tunaboylu Öneriyor: 5 Kitap, 5 Film, 5 Dizi

En Son Yazılar