Nedir bu normal, yoksa ben miyim anormal?

/
12 dakikalık okuma

GAİN Orijinal dizisi Cezailer, birkaç hafta önce yayınlanmaya başladı. Her perşembe yeni bölümü yayınlanan Cezailer’i, Ayberk Çınar ve Murat Can Oğuz birlikte kaleme almış, Murat Can Oğuz yönetmiş.

Önce kısaca hikâyeye bakalım: Yiğit Özşener tarafından canlandırılan Psikiyatrist Mert Güngel, iki hafta olarak planladığı bir deney için hür iradesiyle Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesi’ne yatar. Mert’in hedefi neredeyse 55 yıl önce yapılan bir deneyi ilk kez tekrar etmektir.

1969’da Stanford Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan David Rosenhan, psikiyatrik tanıların ne kadar doğru konulup konulmadığını test edebilecek bir deney kurgular. Literatüre “Rosenhan Deneyi” olarak geçecek bu çalışmanın ilk fazında, Rosenhan ve onunla birlikte çalışan 7 kişi yani toplamda 8 kişi ülke içinde seçtikleri 5 farklı hastaneye “sahte hasta” olarak başvurur, bazısı halüsinasyonlar gördüğünü, bazısı gaipten sesler duyduğunu söyleyerek doktorları hasta olduklarına ikna ederler ve kliniğe yatışları sağlanır. Deneyi yapanlar zamanla normal davranmaya, iyi hissettiklerine, hasta olmadıklarına doktorları, hastane ekiplerini ikna etmeye çalışır. Fakat başarılı olamazlar, hatta içlerinden birine hafif şizofreni teşhisi bile konur. 19 gün boyunca denekler kliniklerde tutulur.

İşte psikiyatrımız Mert Güngel’in de amacı, Türkiye’de bu deneyi yinelemek ve hastanede psikolojik teşhislerin ne kadar doğru konulup konulmadığını test etmektir. Mert, hastaneye yatış işlemleri yapıldığı sırada bir belgesel ekibinin de hastanede çekimde olduğunu öğrenir ve deneyi kayıt altına alınacağı için bunu coşkuyla karşılar. Fakat Mert’in bilmediği şey, belgesel ekibinin cezai ehliyeti olmayanların tutulduğu bölümü kaydetmek için orada olduğudur. Zaten işlemler bittikten sonra Mert de “cezailer koğuşu” denilen bölüme alınır.

Cezailer koğuşunun sakinleri…

Elbette daha fazla sayıda hastası olan bir koğuş burası ama dizinin hikâyesinde daha baskın olan karakterleri biraz daha yakından tanıyalım:

Usta oyuncu Şerif Erol tarafından canlandırılan, koğuşun Fuat abisi, Fuat Oğuz. Alzheimer teşhisiyle klinikte. Sosyoloji profesörü, eşi kanser teşhisinden kısa süre sonra vefat etmiş, bu kayıptan sonra da Fuat’ın hayatı altüst olmuş. En sonunda evine gelen haciz memurlarına saldırıp birini öldürdüğü için de cezailer koğuşunda yaşamaya başlamış.

Ushan Çakır’ın canlandırdığı Nazif Atıcı ise şizofren. Varol Çınar’ı taşla öldürdüğü için koğuşta ama kendisi Varol’la birlikte orada olduğuna inanıyor, hatta Varol’un yaptığı bir hata nedeniyle orada olduklarını söylüyor.

Görkem Kasal’ın hayat verdiği Ethem Karakuş’un teşhisi, antisosyal kişilik bozukluğu. Çok sinirli, sürekli gergin ve şiddete meyilli. Tüm bunlar yetmezmiş gibi Ethem, Mert’in oda arkadaşı.

Koğuşun bembeyaz giyineni Ali Gündoğdu, 25 yıl önce öldüğünden emin. Şu anda arafta cennete gitmek için beklediğine inanıyor. Yürüyen ölü sendromu teşhisi olan Ali’yi Cem Zeynel Kılıç canlandırıyor.

Onur Ünsal’ın canlandırdığı Sarp Çelik defalarca intiharı denemiş. 6. denemesinde sonuca kesin olarak ulaşmak için balkondan atlamaya karar vermiş. Ne var ki tam o anda, 30 yıllık kapıcısı İrfan abisinin çimleri sulamaya çıkacağı tutmuş. Sarp, balkondan atlayıp İrfan’ın üstüne düşerek onun ölümüne neden olmuş. Major depresyon/intihara meyilli teşhisiyle koğuşta, pek çok şeyin epey farkında bir hasta olarak günlerin geçmesini ve hatta mümkünse son bulmasını bekliyor.

Kliniğin şefi Menderes Dedeoğlu. Buraya cezailer koğuşu adını veren de o, böyle ifade etmenin daha sempatik ve kapsayıcı olduğuna inanıyor. Duvarları pembeye boyatmak dahil, aslında etkisiz olan pek çok tuhaf şeyle övünüyor ve bu kliniğin fark yaratacağına inanıyor. Zaten belgesel ekibini davet eden de o. Esra Bezen Bilgin’in hayat verdiği psikiyatrist Gamze Akkuş ise klinik şefi Menderes’e göre daha objektif biri sayılabilir. Mert’le özel olarak ilgileniyor çünkü Mert, bir sene önce kaybettiği eşine benzemekle kalmıyor, fazla “normal” görünüyor. Ve Hayal Köseoğlu’nun canlandırdığı hemşire Simge Saygın… Bu klinikte çalışmanın hastanede yoğun bir biçimde çalışmaktan daha avantajlı olduğuna inanan, eğlenceli, Sarp’a biraz tutkun bir genç kadın.

Kim bu Mert? Katil mi, masum mu?

Cezailer’in ilk bölümünde Mert’le birlikte, seyirci olarak biz de klinikteki hastaları ve hastane ekibini yakından tanımaya başlıyoruz. Mert, Sarp’la konuştuğundaysa buranın her biri öyle ya da böyle, nihayetinde katil olan insanlardan oluştuğunu kavrıyor ve işler o anda değişmeye başlıyor. Mert neden cezailer koğuşuna alındığını anlamıyor ve bir biçimde dış dünyayla ilişki kurmaya çalışıyor. Gizlice telefon etmeye çalışmak, hastaneye gitmek, kliniğin dışına çıkmak için kendisini tehlikeli bir biçimde yaralamak dahil her yolu deniyor. Ve tüm bunlarda başarısız olunca daha radikal bir fikir buluyor. Mert’in bu fikri, cezailer koğuşunda bir cinayet işlenmesiyle başarısız oluyor. Cezailer koğuşu, artık sadece Mert’in kurtulmaya çalıştığı bir yer değil, bir cinayet mahalli haline geliyor. Bu arada Menderes’in Mert’i manipüle eden tavırlarıyla Mert de kim olduğunu, neden orada bulunduğunu sorgulamaya başlıyor. Bir noktada Menderes’in odasında kendi dosyasına ulaşıyor ve birkaç yıl önceki bir hastasını öldürdüğü için o koğuşta olduğunu görüyor.

Peki, Mert gerçekten tedavi etmeye çalıştığı bu kadını öldürdü mü? Mert de cezailerden biri olduğu için mi bu klinikte? Ne kadar zamandır burada? Kendisini gayet normal bir insan olarak görüyorken o da diğerleri gibi akıl sağlığını yitirdiği ve suç işlediği için burada olabilir mi? Karşı karşıya kaldığı bu sorulara cevap veremediği her saat, Mert’in savunma hattının yıkılmasına neden oluyor.

Bir suç draması olarak Cezailer

Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyebiliriz: Cezailer, heyecanlı bir suç draması. Üstelik salt bir cinayet ya da “katil kim” öyküsünden çok daha fazlasını içeriyor. Her biri, bir biçimde başka bir insanın canını alan ve çeşitli psikiyatrik teşhislerle tedavi gören, “anormal” olarak tanımlanan insanların neden orada olduğu, klinikte “normal” olduğuna inanılan görevlilerin ne kadar sağlıklı olduğu, hatta ilk bölüm itibarıyla sağlıklı ve “normal” olduğuna inandığımız Mert’in geçmişi tartışmaya açılıyor.

Bölümler akarken Menderes’in Mert’le ilgili başka bir ajandası olduğuna dair sağlam ipuçları ediniyoruz ancak Mert’i de tam olarak tanımadığımız için ikilemde kalıyoruz. Her bölümün sonunda kuvvetli bir “neden?” sorusunun peşine takılıyoruz. Bu açıdan senaryo, seyirciyi hikâyenin içinde tutmayı ve karakterlere bağlanmamızı başarıyor. Senaryonun diğer mahareti ise sakin ama kuvvetli mizah anlayışı. Bu kadar sorunun içinde yer yer kahkaha atarak ve o kahkaha bittikten hemen sonra daha büyük soruları sorarak ilerliyorsunuz izlerken. Gizem dolu bir işte bunu başarmak gerçekten zordur ancak Cezailer bunun altından başarıyla kalkıyor.

Oyuncu performanslarına değinmeden geçmek haksızlık olur. Neredeyse tüm oyuncular oldukça başarılı ancak Yiğit Özşener, Esra Bezen Bilgin, Cem Zeynel Kılıç ve ekranda seyretmeyi epey özlediğimiz Onur Ünsal’a özel bir parantez açmak şart. Çokboyutlu karakterlerini izleyiciye nefis bir biçimde geçiriyorlar.

Cezailer’in henüz 4 bölümü yayınlandı. Hikâye, finalinde bir intikam öyküsüne bağlanma riskini barındırmakla birlikte bu riski altüst edip yeni bir şey de söyleyebilir. Dilerim, ilki değil ikincisiyle son bulsun. Her durumda yerli diziler içinde farklı olanı denemeye çalışan, farklı bir hikâye anlatmaya soyunan Cezailer’e bir şans verin derim.

Özlem Özdemir

1984 doğumlu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu, aynı bölümde yüksek lisans yaparken eğitim yayıncılığı alanında çalışmaya başladı, iki yıl sonra kültür yayıncılığı alanına geçti. Bilim ve Gelecek dergisinde Yazı İşleri Müdürü, Esen Kitap'ta Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. SoL gazetesinin bilim eki BilimsoL'a ve kitap ekine katkı sundu. Mylos Yayın Grubu'nun kurucularından. Episode ve 221B'nin yayın yönetmeni.

Önceki Hikaye

Ezber Bozan Bir Oyun: Close Up

Sonraki Hikaye

Ölüm Elbisesi: Bir Komiser Guido Brunetti Macerası

En Son Yazılar