Henning Mankell | Güvenlik Duvarı

9 dakikalık okuma

Şimdiye kadar okuduğum İskandinav polisiye romanlarının hayal kırıklığına uğratmadığına şüphe yok. Stieg Larsson’u, Maj Sjövall & Per Wahlöö ikilisini ve Henning Mankell’imi okuduktan sonra ister istemez düşündüm; ya İsveçliler berbat durumlar yaratmada gerçekten yaratıcılar ya da İsveç yaşamak için oldukça berbat bir yer. 

Kuzey Polisiyesi’ terimini bize kazandıran en baba isimlerin başında gelir Henning Mankell. İsveç doğumlu yazar solcu bir aktivist aynı zamanda. İsveç’teki toplumsal eşitsizlik ve adaletsizlikleri her zaman acımadan eleştirmiş. Hatta çok ilginç bir bilgi daha vereyim; uluslararası sularda dokuz sivil öldürüldüğünde Mavi Marmara’da güvertenin altındaymış. 

Nordic Noir üstadı olan yazarın yarattığı kahraman Polis Müfettişi Kurt Wallander bize, aslında imrenerek baktığımız coğrafyanın kokuşmuş ve yozlaşmış yönünü şahane şekilde gösterir. Wallander kim mi? Eh sekizinci kitaptayız artık tanımayan yok ama kısa bir anlatayım. Bir tür centilmen Komiser Columbo ya da Ankara Dışkapı’dan Malmö Ystad’a sürülmüş Behzat Ç., ayrıldığı eşi, başa çıkamadığı kızı, alışamadığı yenilikçi düzen, unutkanlığın pençesindeki babası, suçun giderek kimliğini bulduğu ülkesi, kendini hep yabancı hissettiği silahı, bir türlü dikiş tutmayan ilişkisi, hepsi ayrı karakterlerdeki mesai arkadaşları, geçmişine ve mesleğindeki dehasına saygı duydukları halde pislik yapmaktan geri durmayan bürokrasinin adamları, bir türlü çıkamadığı yıllık izni, arabasını yenileme hayali, ülkede yeni yeni çoğalan seri cinayetleri ve morgların, mezarlıkların, soğuk ara sokakların arasında sıkışmış bir polisin, bu dünyaya ait olmayan insanının adı Wallander. Üzülürsün onun için, dersin ki, “Kurt, bir kere de kendini düşün. Dünyanın dertleri bitmez, islenen suçların sonu gelmez. Otur hoşlandığın kadının yanında ve çok sevdiğin kırmızı şarabın tadını çıkar. Bugün varız, yarın yokuz. Bir kendini eğlendir.” Yapamaz ama bunu Wallander.

Güvenlik Duvarı serinin sekizinci kitabı. Okuduğum her Wallander kitabıyla Mankell’in yeteneğinden daha fazla etkileniyorum. Güvenlik Duvarı: Yetkisiz kullanıcıların bir bilgisayar ağına erişmesini engelleyen veya bilgi aktarımlarını izleyen bir dizi güvenlik düzeninden herhangi biri demek. Bu kitap için ne kadar uygun bir başlık, hem de birden fazla yönden. Kitap, küresel finans ve yeni bir dünya düzenini harekete geçirme planını vurgulayan bir dizi bilgisayar dosyasını kırmayı içeren karmaşık bir komployu anlatıyor. Bu kitabı daha da ilgi çekici kılan şey ise Mankell’in bu kitabı 1998’de, World Wide Web’in (www) ilk günlerinde yazmış olması ve bir anlamda önerileriyle biraz kehanette bulunmuş olmasıdır. ‘Kısa kes, Aydın havası olsun’ dediğinizi duydum, haydi kitaba geçelim.

Ystad, İsveç, Sonbahar 1997. 

Güvenlik Duvarı iki genç kızın bir taksi şoförünü öldürmesiyle başlar. Kızlar yakalanır ama öyle pişkinlerdir ki, hiçbir pişmanlık emaresi göstermeden suçlarını itiraf ederler. ‘Birini öldürdüler, ne olmuş yani?’ Kızlarla yapılan görüşmede bir sonuç elde edemez Wallander. Hatta bu pişkin kızlarla yaptığı görüşmeler esnasında sinirlerine zor hakim olur. Bu sıralarda da Tynnes Falk adında bir bilgisayar uzmanı, ATM makinesinin önünde ölü bulunur. Kalp krizi olduğu düşünülür. Cüzdanı, kredi kartları ve parası üzerinde olduğundan soygun ihtimali de elenmiştir. İlk başta, ikisi arasında herhangi bir bağlantı olması mümkün görünmez. Polis merkezinde çöken bilgisayar sistemi nedeniyle merkezi kilit sistemi bozulur. Polis gözetiminde tutulan kızlardan kızlardan Sonja kaçar ve izini kaybettirir. Sonja’nın ailesi, kızlarının sevgilisi Jonas Landahl’ın yanında olabileceğini söylediklerinde Wallander soluğu Jonas’ın evinde alır. Jonas’ın evinde kurulu bilgisayar ekipmanı Wallander’in dikkatini çeker ama Jonas bu aletlerin müzik yapmak için olduğunu söyler. Ayrıca birkaç gündür onu görmediğini ve Sonja’nın ifadesinde dediği gibi şoförü para için öldürmeyeceğini çünkü buna ihtiyacı olmadığını anlatır. Bu sırada ölü bulunan Falk’ın sigorta şirketi, adamın kalbinin bir gergedanınki kadar sağlam olduğunu ve yaptırdıkları doktor kontrollerinde de kalp krizi riskinin bulunmadığını bildirir. Şehrin yarısını etkileyen bir elektrik kesintisi sırasında, elektrik santralinin birinin kontrolü esnasında Sonja’nın ölü bedeni bulunur. Bir haber de morgdan gelir; Falk’ın cesedi morgdan kaybolmuştur. İlk başta bu iki olayın ortak bir yanı yok gibi görünür. Wallander elektrik kesintisi olduğunda morgun otomatik kapılarının kilidinin açıldığını anlar. Sonja’nın öldürülüp cesedinin elektrik santraline konulması sebebiyle oluşan kesintinin sırf Falk’ın cesedini çalmak için yapıldığını düşünür ve iki davanın birbiriyle bağlantılı olmasından şüphelenir. Yakalanan diğer kız Eva, Sonja’nın öldürüldüğünü öğrendiğinde polisleri Sonja’nın ailesine yönlendirir. Wallander Sonja’nın ailesinden daha önce ondan saklanan bazı bilgileri öğrenir. Genç kızları öldürmeye iten gerçek nedeni bulmaya çalışırken, başlangıçta şüphelendiğinden daha karmaşık bir gizemin ipliğini çözer Wallander. İsveç sınırlarının ötesine uzanan ve tüm dünyanın ekonomik temellerini sarsmakla tehdit eden bir komplonun kapısını aralar. Tüm bunlar sırasında Wallander kişisel meselelerle de uğraşır. Genç şüpheli Eva Persson’a karşı polis vahşeti ile suçlanır, yalnızdır ve kadın arkadaşlığına özlem duymaktadır. Ne yazık ki bu, Wallander’ın kararını bulanıklaştırır ve bazı ciddi hatalar yapar. Dedektif Kurt Wallander acımasız rakiplerle ilk kez karşılaşmıyor ama bu rakipler çok farklı çünkü tüm küresel temelleri yerle yeksan etmek üzereler. Görünüşe göre polis dünya çapında bir felaketi önlemeye çalışmak için zamana karşı yarışmak zorunda.

Kapatın şu aptal kutusu televizyonları, birkaç günlüğüne Mankell’in Ystad’ında kaybolmayı tercih edin. Aslında, serinin sonuna yaklaştığımız için biraz melankolik hissediyorum. Ama sonra tekrar, her zaman başa dönebilirim. Ve muhtemelen bunu yapacağım. Eğer siz de hiç Wallander  okumadıysanız ilk bu kitapla başlamayın, çünkü Wallander, bir karakter olarak tanımak için gerçekten zaman ayırmak istediğiniz biri. Soğuk kuzeyin duyarlı polisiyelerinin yazarı canım Mankell, ne kitaplarıyla ne de varlığıyla asla hayal kırıklığı yaratmıyor. 

Selin Bak

1981 yılında Trabzon’da doğdu. Atatürk Üniversitesi’ nde Hemşirelik okudu. Polisiye merakı gençlik yıllarında (hala çok genç, ortaokul yılları diyelim) Agatha Christie ile başladı. Galiba yapmak isteyip de yapamadıklarını okumak (cinayeti çözmek değil işlemek kısmından bahsediliyor) kendisine garip bir tatmin duygusu vermiş olacak polisiye dışında başka bir tür okuyamaz oldu. En
sevdiği yazarların Türk yazarlar olduğunu her zaman gururla söyler. Çok polisiye okur, çok polisiye dizi ve film izler, fazlaca cinayet kurguları yapar. Aslında çok da yazar ama çaktırmaz. Bu biyografiyi yazarken hayatında enteresan bir şey olmadığını fark eden Selin, hemşirelik yapmaya ve Trabzon’da yaşamaya devam ediyor, şimdilik...

Önceki Hikaye

ITV, The Bay’in dördüncü sezonunun yapımına başlandığını doğruladı

Sonraki Hikaye

Osman Hamdi Bey, Viyana Kriminal Müzesi ve Kriminal Müzecilik Üzerine

En Son Yazılar