Sevgili 221B okurları, yeni bir dosyayla karşınızdayız: Polisiye Yazarları Anlatıyor. Polisiye yazarlarıyla, pandemi döneminin üretimlerini nasıl etkilediğini, önümüzdeki döneme dair planlarını, çalışmalarını ve çok daha fazlasını konuştuğumuz keyifli röportajlar gerçekleştirdik.
Dosyamızın bugünkü konuğu, Başkomiser Galip romanları polisiyeseverler tarafından ilgiyle takip edilen Çağatay Yaşmut.
Pandemi dönemini bir okur ve yazar olarak nasıl geçirdiniz? Yazarların yeni romanlarını, kitaplarını tamamlayabildiği bir dönem olurken aynı zamanda yazmak için gerekli konsantrasyonu bulmakta zorlanılan, daha çok okuma, dizi-film izleme yapılan bir dönem de oldu bazı yazarlar için. Siz anlatır mısınız bu dönemi nasıl geçirdiğinizi?
Ben pandemi dönemini istediğim ölçüde verimli ve olumlu bir biçimde değerlendiremedim. Bu durumun, toplumdaki diğer insanlarla paylaştığım nedenlerine ek olarak kişisel nedenleri de vardı: Pandemi döneminde hem eşim hem ben ciddi sağlık sorunları yaşadık ve bu koşullar altında Covid-19 endişe edeceğimiz en son şey oldu. Gene de bu koşullar altında yapabildiğim kadar yeni filmler/diziler izlemeyi ve yeni okumalar yapmayı önemsedim. Böylece eve kapanıp kaldığımız zamanlarda farklı coğrafyalardan değişik hikayeler aktaran ve bambaşka perspektifler sunan, anlatım tarzları birbirinden apayrı olan polisiye dizileri (Adana 01, Bron/Broen, True Detective, Marcella ve La Mante) izlemeye özen gösterdim. Bitirmeye çalıştığım, yine bir Başkomiser Galip polisiyesi olan Felsefe Cinayetleri romanımın üzerinde yoğunlaşarak günde hiç değilse bir sayfa yazmaya gayret ettim ve bu kuralı her gün olmasa da elden geldiğince uygulayabildim. Fakat artık hem kişisel ve ailevi sıkıntıları hem eve kapanma dönemini geride bıraktığımız için şu sıralar eski hızıma kavuşup iştahla yazdığımı söyleyebilirim.
Daha öncesinde yoğunluktan ya da başka gündemlerden ertelemek zorunda kaldığınız ancak pandemi/karantina döneminde zaman ayırabildiğiniz kitaplar, filmler, diziler vb oldu mu? Hangi eserleri keşfettiniz bu dönemde?
Bahsettiğim gibi, bu süreç Covid salgınından bağımsız olarak ailevi sağlık sorunlarımızın bizi yorduğu bir dönem oldu. Bu nedenle bu zaman dilimini tamamen ve sadece bir keşif dönemi olarak değerlendirmem çok mümkün olamadı, örneğin çok fazla yeni okuma yapamadım. Ancak benim şahsi koşullarımın yanı sıra yayınevlerinin çok fazla yeni kitap basmaması da elbette önemli bir etkendi. Bu durumda ben bu dönemi evvelce okuduğum eserleri yeniden ve farklı bir bakış açısıyla ele alma üzerinden değerlendirmeyi doğru buldum ve bu doğrultuda epeyce yol kat ettim. Kütüphanemde yeniden okuma sırasını bekleyen bana küsmüş kitaplarıma ilgi gösterdim. Uzak ve yakın zamanda okuduğum ve beni beslediğine inandığım romanlara geri döndüm, çoğunu bugünkü bakış açımla değerlendirerek uzun ve ayrıntılı notlar aldım. Yukarıda belirttiğim dizilerle geç de olsa tanışma fırsatını da yakaladığımdan söz etmiştim. Sinema ve bugün sinema için üretilen nitelikli filmlerle yarışır düzeye gelen televizyon dizilerini seviyorum ve önemsiyorum. Üstelik kendi romanlarım da görsel sanatlara konu edilme durumunda olduğundan bu alanlarla ilgilenmeye bilhassa senaryo bağlamında olmak üzere ayrıca gayret ediyorum.
Eylül 2020- Eylül 2021 yayın dönemi için planlarınız, hedefleriniz nelerdir?
Öncelikli gündemim yıl sonuna kadar Felsefe Cinayetleri romanımı teslim etmek. Hemen ardından, geçen sene yazdığım iki uzun Galip hikayesine birkaç yeni hikaye ekleyerek Galip hikayelerini içeren üçüncü hikaye kitabını Eylül’e kadar tamamlamak istiyorum.
Roman ya da öykü dışında, TV/dijital platformlara dönük senaryo yazımı ya da romanlarınızın uyarlanması konularında bir çalışmanız var mı?
Yönetmen ve tiyatrocu bir arkadaşım ve ekibi dijital platformlara yönelik uzun metrajlı bir film çekmek üzere Fotoğraftaki Katil isimli öykümü bir filme uygun olacak şekilde ayrıntılandırıp genişleterek senaryolaştırma üzerinde çalışıyorlar.
Olay örgüsünü ve karakteri inşa ederken nelere dikkat ediyorsunuz? Nasıl bir çalışma tarzınız var? Nasıl bir yazma ritminiz ve ritüeliniz var?
Bir romanı yazmaya başlamadan önce kurguyu ve sahneleri maddeler şeklinde bir akış şemasına dökerim. Bu şemanın sinema dilindeki karşılığı “tretman” veya “sinopsis” olarak bilinir. Tretman benim roman içinde kaybolmamam, mantık hataları yapmamam ve olayın akışında yer alan önemli-önemsiz, irili-ufaklı hiçbir sahneyi atlamamam açısından son derece önemlidir; denebilir ki tretman adeta benim pusulamdır.
Olay örgüsünü kurarken özellikle ve öncelikle nedensellik bağına dikkat ederim. Bu bağlamda her sahnenin, romanın bütününe hizmet etmesi gerekir. Olay örgüsünün bütünselliği kapsamında rastlantılara yer vermekten olabildiğince kaçınırım. Bunlara ek olarak romanda ön planda olan temel çatışmanın dışında ve bu ana çatışmaya destek verecek bazı yan çatışmalar kurgulayarak hikayenin çok katmanlı ve derinlikli bir yapısı olmasını sağlamaya yönelirim.
Roman karakterlerim aşırı uçlarda gezinmeyen, nadiren karşılaşılmayan, gündelik hayatın içerisinden gelen sıradan insanlardır. Yüceltilmiş, tanrısal karakterlerden, “aşırı kurgusal olmaları” hasebiyle uzak dururum. Okurun bir karakteri sevmesi, onunla empati kurması çok önemlidir. Bu bağın kurulmasını sağlayan da karakterin sahiciliği ve ete kemiğe bürünmüş olmasıdır. Bir karakteri yapılandırırken, bu kişi her kim olursa olsun, onun çocukluğundan başlayarak tüm kişisel tarihini çalışırım. Çünkü karakterimin bugün olan bitenlere karşı takındığı tavrını, verdiği tepkileri, yaşadığı değişimi, duygusal durumlarını belirleyen onun bu benzemez kişisel tarihidir. Fakat bütün bu özgeçmişi okurun önüne yığmam, satır aralarından sızdırırım ve okuyucu tarafından olay örgüsü akarken keşfedilmesini beklerim.
Her gün bir sahne yazarım, ki çoğunlukla bu sahne bir ya da iki word sayfası aralığında bir uzunlukta olur. Zihnimin en dingin olduğu sabah saatlerinde yazmayı severim ve masa başına oturduğumda üç-dört saatten önce kalkmam. Öğleden sonra diğer işlerimle ilgilenirken, o gün yazdıklarımı kafamda evirip çeviririm, bunlara dair notlar alırım. Ertesi gün yazmaya devam etmek üzere bilgisayarımı açtığımda ilk olarak önceki sahneyi tekrar okuyup bir gün evvel değerlendirip notlar aldığım değişiklikleri gerçekleştiririm. Düzeltmeler bitince yeni sahneyi yazmaya başlarım. Bu süreç her gün tekrarlanır.
Bir polisiye yazarı olarak sevdiğiniz polisiye karakterler, yazarlar, romanlar, filmler, diziler nelerdir? Türkiye’den ve dünyadan takip ettiğiniz işler var mı?
Hem yerli hem yabancı polisiyeleri elimden geldiğince takip etmeye çalışıyorum. İçlerinden en çok beğendiklerimi seçerek 221B dergiye ve Cumhuriyet Kitap’a bunlar hakkında tanıtım yazıları hazırlıyorum. Ayrıca bu kitapları kendi Instagram sayfamda da paylaşıyorum.
En çok sevdiğim, okumaktan büyük keyif aldığım hatta tekrar tekrar okuduğum bir yandan da mesleki anlamda beslendiğim yazarlar ve kahramanlarını sıralamaya yöneldiğimde Celil Oker ve Remzi Ünal, Ahmet Ümit ve Başkomiser Nevzat, Server Bedii ve Cingöz Recai, Lawrence Block ve MatthewScudder, George Sımenon ve Komiser Maigret, Lee Child ve Jack Reacher, MajSjöwall ile Per Whlöö ve Martin Beck, Petros Markaris ve Komiser Haritos, Robert Bryndzana ve Erika Foster, Andrea Camıllerı ve Komiser Montolbano, J.MarıoSımmel ilk aklıma gelenler oluyor.
Yeni yayın döneminde merakla eserlerini/eserini beklediğiniz yazarlar/yönetmenler kimlerdir?
Mesleğim gereği polisiyenin tarihi kadar yeni üretilen işleri/eserleri de bilmekle yükümlü hissettiğimden ve tanıtım yazıları da yazdığımdan, yeni çıkan kitapları dikkatle takip ediyorum ama kişisel zevkim açısından özellikle Chris Carter, Lee Child ve Petros Markaris’in kitaplarını, Armağan Tunaboylu’nun yeni öykü kitabını, Ercan Akbay’ın Kayıp Şahıslar Bürosu isimli polisiyesini, Orhan Pamuk’un bitirmek üzere olan Veba Geceleri’ni ve Türkçeleştirilen yeni Osmanlı polisiyelerini büyük bir merakla bekliyorum.