The Chemistry of Death

/
5 dakikalık okuma

Simon Beckett’in kitaplarından uyarlanan dizi, klasik İngiliz suç dramasına heyecan verici yeni bir yorum getiriyor. Sadece Norfolk ortamından da bahsetmiyorum…

The Chemistry of Death (Ölümün Kimyası), Adli Antropolog Dr. David Hunter’ın kahramanı olduğu, Simon Beckett’in çok satan romanlarına dayanan heyecan verici bir psikolojik suç dizisi. Dizide, Star Trek: Picard’ın birinci sezonunda yer alan Romulan Harry Treadaway, ağır çekingen çekiciliğiyle canlandırdığı Dr. David Hunter rolünde yer alıyor.

the chemistry of death

Dexter’ın sıçrayan kanı bir kitap gibi okuyabildiği yerde, Hunter cesetlere yuva yapan tüyler ürpertici sürüngenlerin yardımıyla vakaları çözüyor. Hunter, Temperance Brennan (Bones) gibi ama daha ciddi, trajik bir geçmişe sahip bir adli antropolog. Birkaç yıldır Manham adlı küçük bir köyde yeni bir hayat kurmuş. Orada köy doktoru Dr. Maitland’ın ortağı olarak çalışıyor  Geçmişinden kaçıyor ama geçmişi rüyalarında ona asla rahat vermiyor.

Ölümün dilini akıcı bir şekilde konuşan Hunter, Treadaway’in güçlü performansına rağmen tanımlayıcı özelliklerden yoksun, biraz düz bir kahraman. David Hunter ölümün inceliklerini o kadar iyi biliyor ki, ölümün en temel gizemiyle asla uzlaşamıyor: Elinden alınan hayata ne oluyor?

Hikâyeyi David Hunter’ın bakış açısıyla izliyoruz, ancak bazen kurbanı takip ettiğimiz de oluyor. Dolayısıyla bu bir sonraki kurbanın kim olacağına dair bir nebze “öngörü” verse de hikâyeden bir şey eksiltmiyor. Aslında, kendimi onlara ne olduğunu öğrenmek için daha istekli bulduğum için hikâyeyi daha çekici kıldığını söyleyebilirim.

Eskiden ünlü bir polis danışmanı olan Hunter, ailesindeki trajik kaybın ardından sakin İngiliz kırsalı Norfolk’ta pratisyen hekim olarak yeni bir hayata başlıyor. Ancak iki çocuk, yakınlardaki bir ormanda çürüyen bir cesede rastlayınca yerel polis başlangıçta isteksiz olan Hunter’dan yardım istiyor. Polise araştırmalarında yardımcı olmaya yanaşmayan Hunter, cesede olan profesyonel ilgisini gizlemeye çalışıyor, ancak kısa süre sonra onun ülkenin önde gelen adli tıp antropoloğu olduğu ortaya çıkıyor. Olay yeri araştırmacıları bile Hunter’ın bu ezoterik meslekteki yeteneği karşısında şaşkına dönüyor. Karısı ve kızının ölümüne neden olan bir kazanın ardından Hunter, mesleğini bırakmış ama şimdi, katilin başka birini daha öldürmesini engellemeye yardımcı olmak için isteksizce eski mesleğine geri sürükleniyor. Bir kadın daha kaybolduğunda ve başka bir ceset daha ortaya çıktığında zamana karşı bir yarış başlıyor.

the chemistry of death

İlk olarak, büyük bir şehrin dışında geçen bir İngiliz suç draması görmek harika. Karasal benzerleri kadar ciddi ve ağır vuruşlar yapan dizi, karakter ve drama arasında mükemmel bir dengeye sahip. Altı bölümlük bu dizi, serinin birinci ve ikinci kitaplarını kapsıyor. Birinci kitap, ilk üç bölümün çoğunu oluşturuyor ve üçüncü bölümden sonraki bölümler mükemmel bir şekilde yeni bir hikâyeye geçiyor. Hikâyeler arasındaki geçiş yeteneği, kitap serisine dayanan bir dizi için benzersiz hissettiriyor. Doğru yerlerde verilen ipuçları, yanlış yönlendirmeler ve ifşalar var. Ama bu unsurları öyle güzel dengelemişler ki asla ayan beyan ya da çok gizli saklı değiller. Sinematografi, dizinin muadillerinin çoğundan daha üstünde. Birinci kitap yerini ikinci kitaba bırakırken coğrafya uzak bir İskoç adasına kayıyor ve dizi daha da çarpıcı hale geliyor.

The Chemistry of Death‘i ister okuyun, ister izleyin, onun ilgi çekici gizemi ve karakter derinliği eninde sonunda sizi içine çekecektir. Bir polisiye dizi olarak ikna edici bir karakter, sürükleyici bir olay örgüsü ve doyurucu bilgi deposuyla kesinlikle ortalamanın üzerinde bir dizi. İlk defa kitaptan uyarlanan bir dizinin kitabından daha iyi olduğunu gördüm ya, ölsem gam yemem.

Selin Bak

1981 yılında Trabzon’da doğdu. Atatürk Üniversitesi’ nde Hemşirelik okudu. Polisiye merakı gençlik yıllarında (hala çok genç, ortaokul yılları diyelim) Agatha Christie ile başladı. Galiba yapmak isteyip de yapamadıklarını okumak (cinayeti çözmek değil işlemek kısmından bahsediliyor) kendisine garip bir tatmin duygusu vermiş olacak polisiye dışında başka bir tür okuyamaz oldu. En
sevdiği yazarların Türk yazarlar olduğunu her zaman gururla söyler. Çok polisiye okur, çok polisiye dizi ve film izler, fazlaca cinayet kurguları yapar. Aslında çok da yazar ama çaktırmaz. Bu biyografiyi yazarken hayatında enteresan bir şey olmadığını fark eden Selin, hemşirelik yapmaya ve Trabzon’da yaşamaya devam ediyor, şimdilik...

Önceki Hikaye

Suzy Pommier’in Gizemli Cinayeti

Sonraki Hikaye

Haftalık Polisiye Seyir Rehberi

En Son Yazılar