Suçlulukla Kuşatılmış Vicdan Muharebesi: ‘Time’ – Devrim Toyran

10 dakikalık okuma

GAİN’de BBC First dizileri yayımlanmaya devam ediyor, Time da bu dizilerden biri. Biz de 221B okurlarına Devrim Toyran’ın Episode’un 28. sayısında yayımlanmış olan Time incelenmesini sunuyoruz. İyi okumalar…

Sadece beş yıldır Londra’da yaşayan biri olarak en çok vaktimi alan uğraş, yaşadığım ülkeyi tanımaya ve anlamaya çalışmak. Yabancısı olduğun bir ülkede hem iş yapmak hem de sosyal yaşama entegre olmak istiyorsan o ülke hakkında çok fazla şey bilmek ve öğrenmek zorundasın. Ülkenin tarihsel süreci, bunun toplumun şekillenmesine etkisi, halledilemeyen sorunlar, bitmek bilmeyen ama dönüşüp duran sıkıntılar kişinin hayatıyla ilgili bir yol haritası belirlemesinde oldukça etkili oluyor. Bu konularla ilgili iştahlı bir merakınız varsa bunu sürekli beslemeniz de gerekiyor.

İşte bu noktada, öğrenme ilgimi doyurma konusunda imdadıma İngiliz dizileri yetişiyor. Bir dizinin hikâyesinde merkeze koyulmuş bir konu veya öylesine söylenmiş bir küçük sözle birlikte benim öğrenme
maceram başlıyor. Diziyle başlayıp kitaplarla, makalelerle, araştırma yazılarıyla devam ediyor. Fakat şu da bir gerçek ki izlemeye heveslendiğim her İngiliz dizisi, karşıma mutlaka pansumanı iyi yapılmadığı için kanayıp duran toplumsal bir yarayı çıkarıyor. Sevdiğim dizi türü nedeniyle olsa gerek kederlenmediğim ya da isyan etmediğim bir İngiliz dizisi henüz olmadı. Ancak dizi yapımcılarının toplumsal konulara bu sıklıkta değinmelerini ve son derece sert bir eleştiri diliyle sorunların üzerine gitmelerini çok değerli buluyorum.


Bu seferki kederli yolculuğun adresi, BBC yapımı olan üç bölümlük mini dizi Time. BAFTA ödüllü senarist Jimmy McGovern, bir mahkûm ve bir gardiyan ekseninde suç, suçluluk ve bağışlanmak üzerine bir hapishane hikâyesini kaleme almış. Kanayan yara olarak dikkat çekmek istediği konu ise İngiliz hapishanelerindeki mahkûmların ve ailelerinin mağduriyetleri. Elbette dünyanın başka ülkelerinde çok acımasız hapishaneler varken Jimmy McGovern’in İngiliz hapishaneleriyle ilgili değişmesini ve düzenlenmesini istediği konular bazılarınıza çok öncelikli gelmeyebilir. Ancak Birleşik Krallık’ın yönetim anlayışı içinde düşünüldüğünde McGovern’in kafa yorduğu konular insan hakları açısından oldukça önemli. Mahkûmların ruh sağlığının korunmasının çok büyük öneme sahip olduğunu düşünen McGovern, özellikle COVID döneminde hücrelerinde 24 saat ve daha fazla kilitli kalan, temiz hava alamayan, eğitimine devam edemeyen, aile ziyaretlerinden mahrum kalan kadın mahkûmların intiharlarında %24 oranında artış olduğuna dikkat çekiyor röportajlarında.
Dizide de gerekli psikolojik desteği alamayan mahkûmların yaşadığı ve yaşattığı sorunlara değiniyor. Ayrıca bir mahkûmun babasının cenazesine katılma hakkının elinden alınıp hapishanede sanal bir cenaze töreni düzenlendiği sahneyi bizzat yaşadığı için özellikle yazıyor ve bunu insan haklarına aykırı buluyor.
Bir çocuğun mahkûm babasına renkli boyalarla yaptığı resmi, boyanın içinde uyuşturucu olabileceği ihtimalinden dolayı fotokopisinin çekilerek siyah beyaz olarak verildiği sahneyi de bu yüzden yazıyor.

Böylece benim de bir Londralı olarak hisseme düşen yeni araştırma konum, Time sayesinde mahkûmların mağduriyetleri olarak belirleniyor. Time’ın konusunu çok detaylı anlatmak istemeyişimin nedeni, bir mahkûm ve bir gardiyanın suç ve suçluluk ile ilişkisi diye özetleyişimin gerekçesi Time’ın doyumsuz seyrine zarar gelmesin diyedir. Tek satır yer kaplayan konusuyla hayatınızda hatırı sayılır büyüklükte bir yer açmayı nasıl başardığını sizin de bizzat görmenizi istememdendir.

İnsanın suça bulaşma biçimi ve nedeni ile vicdanını temize çıkarma çabası arasında geçen yolculuğu oldukça yoğun ve derinlikli bir dille anlatan mini dizi Time, kocaman kütlesiyle oturuyor göğsümüze.
Muazzam bir oyunculukla, insanı deli eden bir ustalıkla mahkûmu canlandıran isim Sean Bean. Bir yeteneğe hayran olmanın çok ötesinde bir duyguyla, resmen tarifsiz bir kıskançlıkla izledim Sean Bean’i. İlk bölüm sakince hikâyeye sızan ve sonra insanı yerden yere vuran performansıyla gardiyanı canlandıran isim ise Stephen Graham. Mahkûm Mark Cobden (Sean Bean) ile gardiyan Eric McNally’nin (Stephen Graham) başına gelenleri kabul etme ve yaşama biçimi iç yakan bir çaresizlikle birleşince izleyiciyi zorlayan süreç başlıyor. Fakat bu iki adam, her şeye rağmen bizi şifalandırarak çıkıyorlar işin içinden.
Senarist Jimmy McGovern, Sean Bean ve Stephen Graham’ı düşünerek Time’ı yazdığını söylüyor. Daha önce de beraber çalıştığı iki oyuncuyu hem çok seviyor hem de onlara müthiş bir hayranlık duyuyor.
Jimmy McGovern iki oyuncu için de şöyle diyor; “İnanılmaz bir yüzleri var. Hayat dolu, şefkat ve insanlık dolu. Eğer bir hapishane hikâyesi yazacaksan ihtiyacın olan şey zaten bu değil mi? Merhamet, insanlık ve deneyim. Hepsi bu yüzlerin çizgilerinde mevcut.”


Liverpool’da şu an kullanılmayan eski bir hapishanede çekilen dizi, hikâyenin kasvetli havasını güçlendirmek için griye boyanmış. Kederi, üzüntüyü ve çaresizliği hissettiren renksizliğe hücrelerin gürültülü kapanan kapılarının sesleri, öfkeli insanların bağırışları da eşlik edince ekranı bir yas kaplıyor. Sarah Warne’nin şahane müzikleri de eklenince kalp sızımız ikiye katlanıyor. Dizinin yönetmeni ise gönlümün efendisi Broadchurch’ü ve DES’i de yöneten Lewis Arnold. Herkesin Time’ı izledikten sonra hafızasına kazınacak bir sahnesi mutlaka olacaktır. Senarist Jimmy McGovern için, bir mahkûmun kavga
sırasında karşıdaki mahkûmun kulağını ısırdığı sahneymiş. “Kendini korumak için düşmen gereken seviyeden ötürü,” diyor. Benim unutamayacağım sahne ise kesinlikle final sahnesi. İngilizcede bazı kelimeler, biz Türklerin duygularını anlatmak için çok zayıf kalır. Şöyle ağız dolusu, kalp dolusu anlatamayız duygumuzu. İşte bazı kelimeler de bazı suçların telafisi için öyledir, yetersizdir. Mesela finaldaki o “sorry”
(özür dilerim) kelimesi gibi. Hem de her dilde. Ama yine de işe yarayıp yaramadığını görmek için son sahneyi beklemeye değiyor.

Senarist Jimmy McGovern’in yaşadığı topluma dair sorunlara dikkat çekme biçimine saygı duydum. Aktif olarak verdiği mücadele de örnek alınacak türden. İlgi alanıma girişiyle birlikte en kısa zamanda izlemek istediğim dizisi ise 2012 yılı yapımı yine Sean Bean ve Stephen Graham ile beraber çalıştıkları Accused.
Yazıyı Jimmy McGovern’in hatırlattığı bir Dostoyevski sözüyle bitirelim: “Bir toplumu başarılı insanlarına nasıl davrandığına göre değil, suçlularına nasıl davrandığına göre yargılarsınız.”

İyi seyirler…

Bu yazı Episode’un 28. sayısında yayımlanmıştır.

Editör

Türkiye'nin tek polisiye kültür dergisi.

Önceki Hikaye

Polisiye Seyir Rehberi

Sonraki Hikaye

'Yıl Dökümü': Ercan Akbay'ın 2022 Seçkisi

En Son Yazılar