Russell Lewis: ‘Colin Dexter’ın romanları, Başkomiser Morse’u polisiye edebiyatın ölümsüzleri arasına yerleştirir’

24 dakikalık okuma

Dünyanın pek çok ülkesinde kulaktan kulağa yayılan ve yıllardır izleyici kitlesini genişleten en iyi dizilerden biri Endeavour diyebiliriz. Biz de Endeavour nedeniyle uzun süredir senarist Russell Lewis ile röportaj yapmaya çalışıyorduk. Lewis, kendi ülkesinde bile pek röportaj veren, görünmekten hoşlanan biri olmadığından yıllar içindeki birkaç talebimiz olumsuz sonuçlandı. Ancak kapak konumuzun Colin Dexter ve Morse olduğunu öğrenince artık bizi kıramayacağını söyledi. Sadece Endeavour değil, pek çok iyi polisiye roman uyarlamasında imzası bulunan usta senaristle sohbetimizi keyifle okuyacağınıza inanıyoruz.

Kariyeriniz oyunculukla başlıyor ama sonra senarist olarak devam ediyorsunuz. Bize biraz kendinizden, kariyerinizden bahseder misiniz?

Kariyerime 1967’de kamera önünde bir çocuk oyuncu olarak başladım ve nihayetinde kendimi kameranın diğer tarafında buldum.

Öncelikle Başkomiser Morse’u ve Colin Dexter’ı konuşmak isteriz, dergimizin bu sayıda kapak konusu Colin Dexter’ın Morse serisi. Polisiye dizilerde imzası olan usta bir senarist olarak sizce Colin Dexter’ın İngiliz edebiyatında ve polisiyesindeki yeri nasıl anlatılabilir?

Colin Dexter’ın romanları, Başkomiser Morse’u polisiye edebiyatın ölümsüzleri arasına yerleştirir.

Başkomiser Morse serisi 80’lerde diziye uyarlandı ve 33 bölüm yayınlandı. Kitaplarda Morse’la birlikte çalışan Lewis karakterini temel alan Inspector Lewis de 42 bölüm yayınlanan bir dizi oldu. 8 sezondur da senaryosunu yazdığınız ve yapımcılarından olduğunuz Endeavour dizisi devam ediyor. Endeavour, tüm dünyadan izleyicilerin merakla beklediği ve izlediği bir yapım oldu. Sizce Morse karakterinin bu kadar sevilmesinin ve özgün bir yerde durmasının nedenleri nelerdir?

Bu karakterde belirli bir melankoli var, çoğu insan bunu fark ediyor. Tüm huysuzluğuna rağmen Morse’un asla kasıtlı olarak zalim olmayacağını biliyorsunuz. Her zaman doğru olanı yapmak için elinden gelenin en iyisini yapar ve savunmasız kişilerle uğraşırken onlara karşı her zaman nazik bir tavır takınır.

Endeavour’da Morse’un romanlarda hiç anlatılmayan gençlik dönemini izliyoruz. Polisliğe yeni başlayan bir Morse karşımızdaki. Romanlarda çok da detaylı anlatılmayan böyle bir dönemi yazmak roman uyarlamaları yapmaktan çok daha farklı bir çalışmayı gerektiriyor diye düşünüyorum, ne dersiniz?

Evet, aslında boş bir sayfa üzerinden ilerliyorsunuz, kaynak olarak kullanabileceğiniz bir roman yok, o nedenle karakteri ve hikâyeyi mantık çerçevesinde istediğiniz yere götürebilirsiniz. Fakat Morse’un dönüşeceği karaktere sadık olmalısınız. Tabii bu, karakterin daha önce görülmemiş yönlerini keşfedemeyeceğiniz anlamına gelmez. Orta yaşlara geldiğimizde yirmili yaşlarımızda olduğumuz kişilerden epey farklıyızdır. Ve işte bu gerçek bize biraz hareket alanı sağlıyor.

Morse’u düşününce aklıma melankoli kavramı geliyor, 8 sezondur izlediğimiz genç Morse’da bu melankolinin, yalnızlığın nedenlerini de anlamaya başlıyoruz. Mutsuz bir çocukluk, sorunlu ebeveyn-çocuk ilişkileri, kadın-erkek ilişkilerindeki başarısızlıklar, mesleki hayatında Morse’un karşılaştığı ve çarptığı duvarlar. Sizce Morse neden bu kadar melankolik bir karakter?

Merminin ne kadar derinde olduğunu görüyor musunuz? Ebeveynlerinin evliliğinin bozulması ve Morse henüz çocukken annesinin ölümü… Bunlar hiçbir zaman tam anlamıyla iyileşmeyen duygusal yaralar. Karakterin tüm ilişkilerine gerçekten bu prizmadan bakılmalı. Bir insanın belki de hayatının en anlamlı ilişkisi genç yaşta paramparça olursa bu durum karakterde güçlü bir ikilem yaratır. Bir yandan, ifade edilememiş tüm bu sevgiyi bir başkasına ifade etme ihtiyacı vardır ve aynı zamanda, eğer bunu yaparsa, bu sevgi nesnesinin de aynı şekilde tekrar paramparça olacağı korkusu vardır. Böylece sonsuza kadar iki durumun ortasında kalır.

Endeavour dizisindeki ana karakterlerden biri, Thursday. Aslında romanlarda böyle bir karakter yok. Sizin yaratımınız. Morse’la neredeyse belli noktalarda zıt bir karakter; farklı bir kuşaktan geliyor, aileye verdiği değer farklı, iş yapma biçimleri farklı. Thursday sizin için ne ifade ediyor? Thursday ve Morse ilişkisi aslında bir noktadan sonra meslektaş ilişkisinden baba-oğul ilişkisine de evrilmeye başlıyor dizide, Morse’un insani pek çok ilişkiyi kodlamasında bir cetvel mi Thursday?

Sanırım Endeavour, Cowley’e ilk geldiğinde, Thursday’in karakterinde hayran olduğu ve saygı duyduğu şeyler buldu. Ve en önemlisi de Endeavour’ın niteliklerini, yeteneklerini ve potansiyelini fark eden ve ona küçümser bir tavırla yaklaşmayan biriydi. Endeavour’un hayatındaki baba boşluğunu doldurdu. Güçlü, ahlaklı, düzgün bir adamdı. Ancak yıllar içinde gördüğümüz gibi, hiç kimseyi çok yüksek bir kaideye oturtmamak gerekiyor.

Colin Dexter, Morse serisiyle Oxford’da yeteri kadar insan öldürdük demişti; Oxford, dizide de romanlarda da çok derinlikli bir mekân sağlıyor hikÂyeler için. diziyi yazarken Oxford ve oradaki kültürü yansıtırken en çok nelere dikkat ettiniz?

Şunu hatırlamakta fayda var; Inspector Morse ve ardından Inspector Lewis dizilerinden sonra Endeavour üçüncü uyarlama. Bu nedenle Dexter evreninin görsel dilbilgisinin zaten kurulduğunu söyleyebiliriz. Oxford sözkonusu olduğunda bizi büyüleyen şeyin -kendilerini orada bulan çoğu insan gibi- buranın güzelliği olduğunu düşünüyorum. Burası hâlâ, doğru yerlere bakarsanız, Charles Ryder’ın şehri. Yılın yarısında, hayat yolculuğuna yeni başlayan genç ve parlak insanlarla dolu eski bir yer burası. Burada hayatlarının ilk büyük dramını yaşıyorlar, belki de ilk ciddi aşklarını, ilk kalp kırıklıklarını. Sonsuza dek hayatlarında olacak arkadaşlar ve düşmanlar ediniyorlar.

Kapalı, kısmen tecrit edilmiş dünyada yaşayanlar, geri kalanımızın deneyimlediği darbelere ve yaralara gereğinden fazla yatırım yapma, anlam yükleme hatasına düşebilir. Akademide duyulan sert bir söz veya kişinin hiyerarşideki yerine yeterince saygı gösterilmediğine dair inancı, tehlikeli derecede toksik bir duruma ulaşabilir. En azından Endeavour dünyasında durum böyle.

Endeavour’da Morse, Thursday, Strange, Bright gibi ana erkek karakterlerini anlayabiliyor, onlarla empati kurabiliyoruz. Fakat kadın karakterler biraz daha sınırlı yansıtılıyor sanki. Bu, Dexter’ın romanlarında da biraz böyle. Bu nedenle mi kadın karakterler, biraz daha geri planda ya da onların neyi neden yaptıklarını daha az detaylarıyla öğrenebilmemizin nedenleri ne sizce?

Çünkü biz cinsiyetçi ve kadın düşmanı bir grup korkunç insanız! Şaka bir yana, burada bir art niyet yok. Hikâyeyi yöneten karakterler, biri genç, biri yaşlı iki erkek ve ekran zamanının çoğunu onlarla geçiriyoruz. Hikâyemizin geçtiği dönemde polislerin dünyası ezici çoğunlukla erkek egemendi ve bu adamlar genelde diğer erkeklerle etkileşime giriyordu. Kadın karakterlerimizin gelişimine son derece önem veriyorum, keşke her birinin hayatını detaylarıyla keşfetmek için daha fazla ekran süremiz olsa. Onlar için yazdığım sahneler bazen son üründe yer alamıyor çünkü “kim yaptı” aksını göstermeye odaklanmamız gerekiyor. Bir yandan, onları her hafta vakaya dahil etmek inandırıcılığı da zedeliyor. Kahramanı takip ediyorsunuz, bu kadar basit.

Romanlar 90’larda geçmesine rağmen Morse’un polisliğe başladığı yılları izlediğimiz Endevaour dizisinde hikâye 60’larda geçiyor. 60’lar ve 70’ler politik olarak da çok hareketli dönemler. İkinci Dünya Savaşı sonrasında yaşanan soğuk savaş dönemi, 68 kuşağı ile başlayan Avrupa’da yayılan toplumsal hareketlenmeler var bu dönemde. Dizide bazı bölümlerde mesela Küba Füze Krizi’ne dair ya da ırkçılığa dair anekdotlar görüyoruz ancak bunlar ana olaylarla bağlanmıyor genelde. Bunun özel bir tercih olabileceğini düşünüyorum, suçlar her zaman bireysel nedenlere bağlanıyor. Daha büyük nedenler tercih edilmiyor. Neden?

Bazen daha geniş dünyadaki olaylar belirli bir bağlam sağlar ancak eğer bir vakanın çözümü neticesinde “A, B’yi öldürdü çünkü A, B’nin siyasi görüşünden hoşlanmıyordu” sonucuna varıyorsanız bu, özellikle “kim yaptı” anlatısı için yeterince zorlayıcı ve tatmin edici bir sonuç olmaz. Bir kim yaptı polisiyesi tasarlarken ya da inşa ederken yapmanız gereken şey, izleyici veya okurun incelemesi ve üzerine düşünmesi için bir avuç potansiyel şüpheli ve bu şüphelilere dair nedenler sunmaktır. Ardından eğer hikâyeyi doğru şekilde inşa ettiyseniz, nihayetinde kimsenin düşünmediği bir şüpheliyi ve yalnızca dedektifin çözebileceği, sizin gizlediğiniz bir nedeni ortaya çıkarmanız gerekir. John, Ann’i, Rodezya’nın Tek Taraflı Bağımsızlık Bildirgesi eksenindeki konumu nedeniyle öldürseydi bu çok girift bir bulmaca olmazdı ve nihayetinde seyirciyi tatminsiz bir sonla baş başa bırakırdınız.

Morse romanlarda da iyi bir müzik dinleyicisi hatta bir entelektüel. Dizide de müzik tercihleri, Morse’un izlediği operalar titizlikle seçiliyor belli ki. Bu seçimlerde nelere dikkat ediyorsunuz? Nasıl bir çalışma yapıyorsunuz?

Bazen aklımda belirli parça oluyor ancak çoğu zaman bu seçimler bestecimiz Matthew Slater tarafından tek taraflı olarak veya yönetmen, prodüksiyon şirketi yöneticileriyle birlikte yapılıyor.

Endevaour dizisinde sezonlar boyunca gördüğümüz ve Morse’u da etkileyen en büyük sorunlardan biri, polis teşkilatı içindeki kirlenme, yolsuzluklar ve bunlara karşı çıkan Morse’un mesleki olarak ilerlemesinin engellenmesi. Bu bize Morse’un karakteriyle ilgili neler söylüyor?

Bize satın alınamayacağını söylüyor. 60’lı ve 70’li yıllarda Birleşik Krallık Polisi, yolsuzlukla ilgili çok ciddi sorunlarla karşı karşıya kaldı. Genellikle uzmanlık bölümlerinde çok yüksek rütbeliler arasında görüldü bu vakalar. Öncelikle başkentten sorumlu olan Metropolitan Polis Teşkilatı’nda ve aynı zamanda ülkenin başka yerlerinde de ortaya çıktı.

Shaun Evans nefis bir Morse performansı çıkarıyor, dizinin bazı bölümlerinde yönetmen olarak da onun imzasını görüyoruz. Morse’un romanlarda geçmeyen bir dönemini yansıtan bu karakteri onunla birlikte çıkarmak için nasıl çalışmalar yaptınız ve yönetmen olarak imzasını nasıl buluyorsunuz?

Başlangıçta bunu pek tartışmadık. Colin’in romanlarından ve özellikle televizyon dizisinden yola çıkarak Morse’un genç bir enkarnasyonunu tasarladım ve ilk senaryoyu yazdım. Casting sürecinden sonra Shaun kadroya dahil oldu ve materyal üzerinde çalışmaya başladı. Zamanla bir aktör olarak keşfetmek istediği bazı şeyler hakkında görüş ifade ederek dizinin gelişimine katkıda bulundu. Örneğin Endeavour’ın içki sorunu, Shaun’un irdelemek istediği konulardan biriydi. Ben, “kahraman” bir sarhoş yazmak istemedim çünkü benim deneyimime göre alkolizmde çok az kahramanlık var ama ikimiz için de işe yarayan bir şeyler bulduk. Bir yönetmen olarak çok odaklanmış durumda. Son birkaç yıldır, her yıl çekilen ilk filmi yönetiyor, ekrandaki sıralama bazen farklı olabilir. Çekimi önce yapıyor çünkü bir sonraki filmde oynayacağı için altı-sekiz haftalık önyapım süresine sahip olması gerekiyor. O yüzden filmleri arka arkaya dört beş ay arasında çekiyoruz.

Endevaour dizisinde her bölüm 90 dakika civarında ve çoğunda birden fazla suç bir şekilde birleşiyor ve Morse ile ekibi dikkatleriyle, parçaları doğru bir biçimde birleştirmeleriyle suçluları tespit ediyor. Son yıllarda dijital platformların artışıyla dizilerin bölüm süreleri kısalmaya başladı, insanlar izle-geç yaparak ilerliyor. Ancak Endevaour dizisinde her bir bölümü 90 dakika boyunca dikkatle izlemek, tüm detayları yakalamak gerekiyor. Bölümlerin ana ve yan hikâyelerini kurarken, ipuçlarını ve çözüme giden detayları kurgularken nelere dikkat ediyorsunuz?

Genellikle keşfetmek istediğimiz küresel veya sosyal tarih veya belirli bir karakter gelişimi fikriyle başlıyoruz. Bir dünya kurmak diyebiliriz buna. Sözkonusu yılda başarı yakalamış filmlere ya da haberlere ve belgesellere bakıp ilham alıyoruz. ROCKET’teki silah fabrikasında veya SWAY’deki büyük mağazada olduğu gibi. Bize hazır bir şüpheli listesi olan, kapalı ve gizli dünyalar sundukları için inanılmaz derecede faydalıydılar. Ve aslında hikâyeyi buradan inşa ediyorsunuz. Benim el çabukluğuyla inşa ettiğim aldatmacalı kurgular oluyor, buradan nereye kadar ilerleyebilirim, ona bakıyorum. Yan hikâyeler genellikle ana hikâyeyi bir şekilde aydınlatır, ya doğrudan bulmacayı çözmeye yardımcı olur ya da karakterin bir yönüne ışık tutar… Çok sayıda hareketli parçaya sahiptirler ve dikkatlice inşa edilmeleri gerekir. Bu yüzden kurgu sırasında zaman yetmediği için ya da kanal hoşlanmadığı için bir şeylerden vazgeçmeniz gerekiyorsa epey zorluk yaşayabiliyorsunuz. İnce kartlardan inşa ettiğiniz bu hassas ev tamamen yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kalabiliyor.

Yazarlık kariyeriniz boyunca pek çok romanı ekran için uyarladınız. Cadfael serisi, Peter James’in romanından uyarlanan Grace, Berbard Cornwell’in romanından uyarlanan Sharpe… Ve elbette Lewis, Morse… Tüm dünyada romanlardan uyarlanan polisiye dizi ve filmlerin sayısı da arttı son yıllarda. Bu alanın usta yazarlarından biri olarak romandan uyarlama yaparken sizce nelere dikkat edilmeli, bir romandan uyarlama yapmanın avantajlı ve dezavantajlı noktaları nelerdir?

Çok naziksiniz. Tüm bu yazarların sizinle aynı fikirde olduğundan emin değilim ve onları anlıyorum. Bir kasabın, eseriniz üzerinde çalışması iğrenç bir duygu olmalı ama her zaman empatiyle yaklaşmaya çalışıyorum. Genellikle okuması hoş olan ancak ana olay örgüsü için hayati olmayan gereksiz materyalleri kesersiniz. Ve çoğu zaman, bütçe ve ekran süresi nedeniyle aynı sayıda karakter ve/veya konu için yeriniz olmayabilir. Yani her şeyden önce bu iş, bir düzenleme işi. Yol boyunca hikâyede karşılaştığınız tüm olumsuzlukları ortadan kaldırma işi.

Sadece yazar değil, yapımcı kimliğiniz de var. Önümüzdeki dönemde bir yapımcı olarak gözünüze kestirdiğiniz romanlar var mı ya da yeni projeleriniz neler olacak?

Asla asla dememek lazım ama sanırım şimdilik uyarlamalarla işim bitti. Dayanabileceğiniz yazılı bir materyal olması çok güzel ama artık üzerinde çalışacağım sınırlı sayıda dizi var. Kalan zamanımda, orijinal hikâyelere odaklanmak istiyorum.

Gizliliğinize önem veriyorsunuz. Tüm dünyada izlenen önemli işlerde imzanız var ancak çok az röportaj veriyorsunuz, çok az fotoğraf ve video kaydınız var. Bu tercihiniz nedeni nedir?

Doğruyu söylemek gerekirse çok az insan benden röportaj istiyor. Bir çocuk oyuncu olarak biraz “fazla açıkta kalma” deneyimim oldu. Bu nedenle mümkün olan her yerde, bundan kaçınmak için elimden geleni yapıyorum. Ünlülük, değeri oldukça düşük bir para birimidir.

Özellikle Endevaour ve Lewis dizileriyle ilgili bu zamana kadar aldığınız en ilginç izleyici yorumları, tespitleri neler oldu?

Korkarım sayılamayacak kadar çok. İnsanlar çoğunlukla dizi konusunda çok kibar ve cömertler ki bu, yapımında yer alan herkes için çok güzel. Tipik olarak sahne sorunlarıyla ilgili tuhaf geribildirimler alırız. İngiltere’nin o bölgesinde falanca bir araç plakasının bulunması pek olası değil, gibi. En başından beri bu tür şeyleri ortaya çıkarmaktan hoşlananlar için her filmde her zaman bir dizi kasıtlı hataya yer verdik.

Son yıllarda izlediğiniz, okuduğunuz ve çok beğendiğiniz polisiye dizi/film ve romanlar hangileri?

Dünyanın çoğunluğu gibi, ben de Nordic Noir’ın büyük bir hayranıyım. The Killing, elbette, oyunun kurallarını değiştirmişti. Bron/Broen, sırasıyla Sofie Gråbøl ve Sofia Helin’den iki fantastik performans. Geçenlerde The Bridge’in Almanya/Avusturya versiyonunu izledim ki bu da müthişti. Dexter çok eğlenceliydi. The Alienist‘i çok beğendim. Mammoth Screen tarafından yapılan The Serpent son derece sürükleyiciydi. Sarah Phelps’in yarattığı beş Agatha Christie uyarlamasını da sevdim.
Romanlara gelince hiçbir Arkady Renko romanını kaçırmam. Martin Cruz Smith bir ustadır.

Sizce neden polisiye hâlâ en çok okunan ve izlenen türlerden biri?

Her ikisinin de yetersiz olduğu bir dünyaya düzen ve adalet getirir.

Tüm koşullar uygun olsaydı, dünyadaki hangi polisiye karakteri/romanı diziye uyarlamak isterdiniz?

“Tanrıyı güldürmek duymak istiyorsan, ona planlarını anlat” temelinde, kalbimin arzusunu dile getirerek kaderi kışkırtmamaya çalışıyorum. Cidden… Hayal edebileceğimden çok daha büyük bir şansla kutsandım. Daha fazlasını istemek edepsizlik olur.

* Russell Lewis röportajı 221B’nin 37. sayısında yayımlanmıştır.

Özlem Özdemir

1984 doğumlu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu, aynı bölümde yüksek lisans yaparken eğitim yayıncılığı alanında çalışmaya başladı, iki yıl sonra kültür yayıncılığı alanına geçti. Bilim ve Gelecek dergisinde Yazı İşleri Müdürü, Esen Kitap'ta Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. SoL gazetesinin bilim eki BilimsoL'a ve kitap ekine katkı sundu. Mylos Yayın Grubu'nun kurucularından. Episode ve 221B'nin yayın yönetmeni.

Önceki Hikaye

"Türkiye’yi Sarsan Davalar" Yeni Sezonuyla GAİN’de

Sonraki Hikaye

Gerçek Suç’un Yeni Yıldızı: Podcastler

En Son Yazılar