Roman İncelemesi: ‘Gecenin Kokusu’

/
6 dakikalık okuma

Mutlaka okumanız gereken 50 polisiye yazarından biri olan, İtalyan polisiyesinin ustası Andrea Camilleri’yi artık anlatmama gerek yok. Zaten bu dergiyi okuyorsanız ve daha önceki yazılarıma da baktıysanız hakkında oldukça fazla şey bildiğinize eminim.

Montalbano en sevdiğim polislerden biri; kuralları çiğnemesi, huysuz olması, Sicilya yemekleriyle neredeyse erotik bir ilişkisi olması, şefkatli ve empatik olabilmesi ve en sevdiği edebi eserlere bolca gönderme yapması hoşuma gidiyor. Doyumsuz iştahıyla çok ama çok insani, karar verme konusunda zeki ve elbette suç çözme konusunda sezgisel. Bu kitabı biraz daha özel kılan, Montalbano’nun davanın çözümünde William Faulkner’ın Emily’e Bir Gül adlı kısa öyküsüyle kurduğu bağlantı ve sonunda karşılaştığımız şaşırtıcı bakışı. Bu, onun şimdiye kadarki en düşünceli ve kışkırtıcı kitabı.

gecenin kokusu komiser montalbano

Milyarlarca liraya sahip bir muhasebeci olan Emanuele Gargano ortadan kaybolur. Paralarını Gargano’ya yatıran kişiler elbette Vigata’daki ofisinde karışıklıklara neden olur. Montalbano’nun aklında iki düşünce vardır. İlki, Gargano’nun adını değiştirerek okyanusta bir adaya yerleştiği, ona yatırım yapanlara gülerek burada yarı çıplak kadınlarla gönül eğlendirdiği, ikincisi ise muhasebecinin parayı mafyaya kaptırdığı ve şu anda yer altında gübre ya da denizde balıklara yem olduğudur. Ama Montalbano ve para kaptıranların aksine herkesten farklı düşünen tek bir kadın vardır, Mariastella Cosentino. Kendisi Gargano’nun Vigata acentesinin çalışanıdır. Söylendiğine göre de Gargano’ya körkütük âşıktır. Mariastella her sabah ofisi açar, oturur ve aşkının geri dönmesini bekler. Hatta ofisin kirasını kendi cebinden ödemeye devam eder.

Dosya Mimi’ye verilir ama Montalbano kişisel merakına yine gem vuramaz. Ofisin diğer çalışanlarıyla görüşmek isteyen Montalbano genç ve yakışıklı bir çalışanın, Giacomo Pellegrino’nun da ortadan kaybolduğunu öğrenir.

Montalbano başkomiseriyle yaşadığı bir tatsızlıktan sonra oldukça sarhoş olur ve neredeyse bir yıldır ziyaret etmediği zeytin ağacının dallarının altına sığınmak ister. Ama oraya gittiğinde araziye yapılan ev inşaatından dolayı büyük zeytin ağacının gövdesinden kesildiğini, cesedinin de yerde yattığını görür. Benim duygusal ve hassas Montalbano’m bu manzarayı görünce gözyaşlarını tutamaz. Orada bulunan bir balyozu eline alır ve evin tüm pencerelerini kırar, bahçeyi süslemek için konulmuş heykelleri paramparça eder. Ama içindeki öfke dinmez, bulduğu sprey boyalarla evin her köşesine büyük harflerle PİÇ yazar.

Sabah karakola gittiğinde ise bu evin kayıp olan çalışanlardan Giacomo Pellegrino’nun olduğunu öğrenir. Çünkü Giacomo’nun amcası yapılan vandallığı ihbar etmeye gelmiştir. Yani Montalbano’yu Montalbano’ya şikâyet etmeye… Amca Pellegrino’da diğer vatandaşlar gibi parasını kayıp muhasebeciye kaptırmıştır. Yeğeninin Almanya’ya gittiğini söyler. Bir diğer çalışan kadınla görüşen Montalbano, kayıp muhasebeci Gargano’nun eşcinsel olduğunu, hatta diğer kayıp çalışan Giacomo ile de bir gönül ilişkisi olduğunu öğrenir. Zavallı Mariastella… Acaba bunu biliyor mudur?

Karakola yapılan bir ihbar, kayıp muhasebecinin arabasının görüldüğü üzerinedir. Ama ihbarı yapan adamın kafadan kontak biri olduğu düşünüldüğünden bu ihbarı ciddiye alınmaz. Ama Montalbano bu kişiyle görüşür. İşte bu görüşme sonrası Montalbano’nun sezgilerinin ne kadar güçlü olduğunu göreceğimiz olay silsilesi başlar.

İyi hazırlanmış ve merak uyandıran, olası bir dolandırıcılığı merkeze alan olay örgüsü, günümüzde bile güncelliğini koruyor ve Camilleri, aldatanlar ve aldatılanlar hakkında bazı önemli noktalara değiniyor. Montalbano ve ekibi her zamanki gibi çok keyifli; kavga ediyorlar, sonra da bir kardeş gibi birbirlerinin sırtını kolluyorlar.

Andrea Camilleri’nin Montalbano romanlarının bence en iyi yanı, sadece suçlar ve soruşturmalarla ilgili olmayıp çoğunlukla Montalbano’nun hayatı, meslektaşlarıyla, kız arkadaşıyla, Vigata’nın diğer sakinleri ve bir bütün olarak Sicilya toplumuyla ilişkilerini de içermesi. Mimi’nin yaklaşan düğününü, şantaj girişimini, Livia’nın telefon görüşmelerini ve küçülmüş bir kazağı da hesaba katarsak bu, öldürücü olsa da çok hoş bir Vigata gezisi.

Andrea Camilleri, Gecenin Kokusu, Çev. Ayşe Gezer Kolb, Mylos Kitap, 173 Sayfa

Selin Bak

1981 yılında Trabzon’da doğdu. Atatürk Üniversitesi’ nde Hemşirelik okudu. Polisiye merakı gençlik yıllarında (hala çok genç, ortaokul yılları diyelim) Agatha Christie ile başladı. Galiba yapmak isteyip de yapamadıklarını okumak (cinayeti çözmek değil işlemek kısmından bahsediliyor) kendisine garip bir tatmin duygusu vermiş olacak polisiye dışında başka bir tür okuyamaz oldu. En
sevdiği yazarların Türk yazarlar olduğunu her zaman gururla söyler. Çok polisiye okur, çok polisiye dizi ve film izler, fazlaca cinayet kurguları yapar. Aslında çok da yazar ama çaktırmaz. Bu biyografiyi yazarken hayatında enteresan bir şey olmadığını fark eden Selin, hemşirelik yapmaya ve Trabzon’da yaşamaya devam ediyor, şimdilik...

Önceki Hikaye

Haftalık Polisiye Seyir Rehberi

Sonraki Hikaye

Nordik Suç Romanı ‘Big Brother’ Televizyona Uyarlanıyor

En Son Yazılar