Mark Williams: Peder Brown Duygularla İlgili, Kalbin Sesiyle İlgili

//
19 dakikalık okuma

Father Brown, BBC’nin en başarılı ve en sevilen işlerinden biri. G.K. Chesterton’ın Peder Brown hikâyelerinden esinlenilerek yaratılan dizi 2012 yılından bu yana izleyicilerle buluşuyor. Türkiye’de BBC First kanalında izleyicilerle buluşan dizide Peder Brown karakterini canlandıran ünlü oyuncu Mark Williams ile keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. 


Bay Williams, bugüne kadar rol aldığınız onlarca önemli yapım var ama sizi Father Brown öncesinde, Harry Potter serisindeki Arthur Weasley rolünde izlemiş ve çok sevmiştim. Benim jenerasyonum için ideal bir baba figürüydünüz diyebilirim. Sonrasında Peder Brown’ı canlandıracağınızı ilk duyduğumda da çok heyecanlandım. Peder Brown’ı sizden daha iyi kim canlandırabilirdi, gerçekten bilmiyorum. Bu yolculuk nasıl başladı sizin için?

Çok teşekkür ederim. Arthur Weasley benim için de unutulmaz bir karakterdi. Father Brown’a gelince, yapım ekibi benimle iletişime geçti aslında, çok onur duydum. Çok iyi bir oyuncu seçimi diye düşündüm (gülüyor). Çok mutlu oldum tabii. Bu karakterle örtüşen birçok noktam vardı çünkü. Sınırsız bir merak duygusuna sahip bir karakter ve bu benim için de geçerli, etrafımdaki insanlar beni de böyle tanımlardı eminim. Her şeye ilgisi var. Bir aktör olarak da etrafındaki her şeye merak ve ilgi duyan bir karakteri canlandırmak çok ilginç bir deneyimdi.  

Dizi projesinden önce Chesterton’ın Peder Brown hikâyelerine aşina mıydınız?

Evet, ilk Peder Brown hikâyesi, “Mavi Haç” bir şaheser. Özellikle de yeni bir karakterin okurlara takdim edilmesi anlamında çünkü aslında başlarda Müfettiş Valentine’ın kahraman olacağını düşünüyorsunuz ve öyle olmadığını görüyorsunuz. Chesterton çok ilginç bir yazar. Kısa süre önce, BBC Radyo 4 kanalındaki bir programda G.K. Chesterton’ı seslendirme fırsatı buldum. “Detection Club” olarak adlandırılan bir kulübün üyeleri olarak keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. Dorothy L. Sayers, Agatha Christie ve EC Bentley de vardı tabii yemekte. Chesterton’ı canlandırmak, seslendirmek çok eğlenceliydi çünkü çok büyük hareketleri olan biri. Chesterton da bizi severdi eminim, yani bizim hem karaktere hem de hikâyelere kattığımız mizahı severdi. Zaten orijinal hikâyelerde de bu mizah anlayışı karşımıza sık sık çıkıyor.

Peki, Peder Brown rolü için nasıl bir hazırlık yaptınız?

Çok çok okudum. Genelde de yaptığım bir şeydir bu zaten, okumayı çok severim. Çok televizyon izlemediğimi itiraf etmem lazım çünkü televizyon izlerken rahatlayamıyorum. Evet, çok okuma yaptım o yüzden. Katolik kilisesiyle ilgili okumalar yaptım. Chesterton hikâyelerini okudum. Bunların yanında yazarın çağdaşlarının hikâyelerini de okudum. Peder Brown hikâyelerinde okuduğumuz, takip ettiğimiz soruşturma süreci ya da suç tespit yöntemleri esrarlı bilmecelerden ya da bulmacalardan oluşmuyor. Suçu salt entelektüel gücü kullanarak çözmüyor Peder Brown. İşin içinde kalp var, duygular var, kefaret ve günahlardan arınma var, ruh var. Bunlarla güçlü bir bağ kurdum çünkü hepsi çok önemli. Bunun yanında çoğu polisiye hikâyenin mizahi öğeler barındırmadığını da gördüm. Bu da çok ilginç. Belki buna en çok yaklaşan, Miss Marple romanları. Ama Peder Brown hikâyeleri bu noktada yine de ayrışıyor çünkü mizah, Peder Brown’ın dünyaya bakış açısının içinde gizli. 

Peder Brown hikâyeleri, 1910-1936 arasında geçiyor. Fakat dizi, bu zaman dilimini 1950’lere taşıdı. İnsanlar da bu döneme bayılıyorlar aslında. 

Evet, aslında buradaki ana fikir şuydu; Peder Brown’ı tek bir mekânda göstermek istedik. Hikâyelerde öyle değil, Peder Brown sabit bir mekânda duran bir karakter değil. Hikâyelerin geçtiği 1920’ler, ekranda tasvir edilmesi zor bir zaman dilimi. 1950’ler ise çok ilginç bir dönem. Toplum hızla değişiyordu o dönemde ve Peder Brown’ı bu döneme oturtmanın iyi olacağını düşündük. Bu hızla değişen toplumun içinde yer alan ve sabit fikirlere sahip bir rahip karakteri ilginç geldi bize. Cotswold kasabasına da bayılmıştık ve diziyi orada çekmek istedik. Çok güzel bir yer; bir ayağı geçmişte, bir ayağı gelecekte olan bir yer. Dizinin geçtiği yıl her zaman 1953, o yıldan ileri ya da geri gitmiyoruz. Sabitiz. 

Peder Brown’ı canlandırırken en çok keyif aldığınız şey nedir?

İnsanları yargılamıyor, bu özelliği çok hoşuma gidiyor. Öğrenilmesi gereken bir ders bu aslında. İnsanları yargılamadığı için onları tüm çıplaklıklarıyla görebiliyor. Çünkü insanların çoğu birbirlerini önyargı gözlüğünden görür. Böyle bir karakteri canlandırmak çok keyif veriyor bana.

Kostümünüzden memnun musunuz? Uzun bir papaz cüppesi giyiyorsunuz sürekli. Bunun sizi zorladığı zamanlar oluyor mu?

Hem de nasıl (gülüyor)! Cüppem neredeyse su geçirmez aslında. Bu, İngiltere için büyük bir avantaj ama yazları çok sıcak oluyor bazen maalesef. Tabii İtalya’da ya da dünyanın başka yerlerinde papazlar ipek cüppe giyiyorlar ama bizim ipek cüppeye ayıracak bütçemiz yok (gülüyor). Kostümü ilk denediğimde kostüm tasarımcımız, Velcro olarak bilinen cırtcırt ekleyebilirim istersen diye sordu bana, düğmelerle uğraşmazsın böylece, dedi. Ben de, hayır hayır, dedim. Düğmeler olmadan bütün özgünlüğünü kaybeder çünkü cüppe. O yüzden günde belki yirmi otuz defa cüppedeki onlarca düğmeyi çözüyorum ve tekrar ilikliyorum. Her seferinde de kostüm tasarımcımızla aramızda geçen o cırtcırt muhabbetini hatırlıyorum (gülüyor).

Bir keresinde Birmingham’daki bir piskoposla konuşuyordum. O da bana aynısını söyledi, hayır cırtcırt kullanmamalısın, dedi. Dökümlü olmuyormuş, düzgün durmuyormuş o zaman. Evet, haklı. Tabii tek bir kostüme sahip olmak muhteşem. Birkaç defa pijama giydim sanırım. Bir seferinde de kriket oynarken ona uygun kıyafet gitmiştim. Çok heyecanlıydı benim için. Onun dışında kostümüm hep aynı. Bunların dışında siz de biliyorsunuz, o döneme ait birçok otomobil kullanıyoruz dizide. Hepsi çok güzeller ama benim sadece bir bisikletim var (gülüyor). O yüzden bir araba kıskançlığı sözkonusu bende. Sette arabaların içinde otururken çekilmiş bir sürü fotoğrafım var. Denver’da doğdum ve büyüdüm ki orası da otomobil endüstrisinin merkezidir. Arabalara bayılırım o yüzden. 

Peder Brown

Evet, dizide gerçekten müthiş arabalar var ama özellikle sizin bisikletinize hayran olduğumu söylemeliyim. 

(Gülüyor) Bu arada arabaların şöyle bir durumu var, içinde bulundukları dönemi çok iyi yansıtıyorlar. Bir arabayı gördüğünüzde onun hangi döneme ait olduğunu hemen anlıyorsunuz. Ama evet, bisikletim muhteşem. Adı Bucephalus, biliyorsun. (Bucephalus, Büyük İskender’in atının adı). Çok iyi bir bisiklet. Vitesleri müthiş. Aslında bazı yönleriyle modern bisikletlerden çok çok daha iyi. Tam Peder Brown’a uygun.

2012’den bu yana Peder Brown’ı canlandırıyorsunuz. Zamanda geriye gitmek nasıl bir duyguydu? Özellikle suç soruşturması anlamında baktığımızda internet yok, DNA yok… Ama Peder Brown’ın çok özgün metotlar var elbette. 

Evet, bunu daha önce hiç düşünmemiştim (gülüyor). Tabii şaka bir yana, biz aktörlerin bir zırhı vardır. İçinde bulunduğumuz rolün başka türlüsünü ya da alternatiflerini düşünmeyiz. Ben de bunu yapıyorum biraz sanırım. Peder Brown’ın dönem olarak yapamadıklarındansa yapabildiği şeylere odaklanıyorum. Gözlem yeteneği çok güçlü biri ve bu, bir dedektifin vazgeçilmez özelliği. Başka insanlara önemsiz gelen şeyleri fark edebiliyor. Chesterton da tam olarak bunları söylemiş. Miss Marple’a da yakın bu anlamda. Peder Brown, etrafındaki topluluktan beslenir. Bireyleri, içinde bulundukları toplum çerçevesinde değerlendirir. Bu da ona fazlasıyla bilgi sağlar tabii. 

Peder Brown iyi bir dedektif mi sizce?

Kesinlikle iyi bir dedektif. 

Peder Brown’ın adalet anlayışı hakkında konuşmak istiyorum sizinle. Önem verdiği şey nedir? Karşısındakinin suçunu itiraf etmesi mi? Suçluyu güvenlik güçlerine teslim etmek mi?

Peder Brown bir inanç adamı. Dolayısıyla burada ilahi adalet kavramı daha ağır basıyor. Tanrının adaleti Peder Brown için toplumsal adalet ya da devletin adaletinden çok daha fazla önem teşkil ediyor. Onun için mühim olan, insanların ruhu.

Dedektiflerden bahsederken Sherlock Holmes gibi bir figüre değinmeden geçmemek lazım diye düşünüyorum. Peder Brown, Holmes’ten ne kadar ve nasıl farklı sizce?

Sherlock Holmes, entelektüel biri. Suç vakalarına bir bulmaca gibi yaklaşıyor. Vakayla ya da suçluyla kurduğu duygusal bağ yok aslına bakarsanız. Peder Brown ise tamamen duygularla ilgili, kalbin sesiyle ilgili. Peder Brown için suçluyu ortaya çıkarmak çok daha önemli bence çünkü suçlunun ruhu ve ebedi yaşamı buna bağlı.

Peder Brown’ın herhangi bir kusuru var mı peki?

Evet, tabii ki. Çok açgözlü biri (gülüyor). Bazen fazla sinirlenebiliyor. Bunu yapmamaya çalışıyor tabii ama engel olamıyor bazen. Bazen de dünyaya karşı umudunu yitirir. 

Kendinizi Peder Brown ile özdeşleştirdiğiniz noktalar var mı?

Ben çok meraklı biriyim. Biz İngilizler “nosy” deriz; her şeye burnunu sokan yani. Ben de Peder Brown gibiyim. Kapıların arkasında neler olup bittiğini görmek, bilmek isterim. Bunun yanında, ben de çok açgözlüyümdür (gülüyor). Yemek yemeye bayılırım. 

Father Brown, ana karakterin yanında muhteşem yan karakterlerin de olduğu bir dizi. Ayrıca yapımın arkasında çok iyi bir ekibin olduğu anlaşılıyor. Biraz dizi setindeki tecrübelerinizden bahsedebilir misiniz?

Aslında 2012’de dizinin çekimlerine başladığımız ilk günden bu yana neredeyse aynı ekiple ve oyuncu kadrosuyla çalışıyoruz. O yüzden bir aile gibiyiz ya da belki daha doğrusu, bir kabile gibiyiz. Çok iyi anlaşıyoruz, çok zevk alıyoruz birlikte çalışmaktan. O nedenle her sene çekimlere tekrar başlamayı dört gözle bekliyoruz. Tabii sabit kadronun dışında her bölümde konuk oyuncularımız var. Dizide bu aktörleri izlemek büyük keyif veriyor bana. Aktörlere bayılıyorum, çok ilginç insanlar. 

Father Brown her şeyiyle çok özgün bir dizi. Bunun arkasında ne yatıyor?

Bu aslında her bir departmanın yeteneğiyle ilgili. Tasarım departmanı, kostüm departmanı, makyaj departmanı hepsi ayrı ayrı çok önemli. Yazarlar inanılmaz bir öneme sahip elbette. Ve biz de aktörler olarak elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. Canlandırdığımız her bir karakter çok farklı, hakkını vermeye çalışıyoruz. Tüm bunların detaylarına çok dikkat ediyoruz çünkü gerçekçi bir iş ortaya çıksın istiyoruz. 

Peder Brown’dan önce de suç edebiyatını sever miydiniz?

Evet, kesinlikle. Agatha Christie’nin büyük hayranıyım. Bazıları, Christie’nin karakter yaratımında çok başarılı olmadığını söylüyor ama ben seviyorum yine de. Hayranı olduğum başka yazarlar da var elbette, Dorothy L. Sayers, Ngaio Marsh gibi. Ama Agatha Christie’nin özellikle Ve Ayna Kırıldı romanı favorimdir. Çok parlak bir eser. 

Peder Brown

Takip ettiğiniz suç dizileri ya da filmleri var mı?

Ben televizyon izleyemiyorum. Çünkü televizyon izlemek benim için işe gitmek gibi (gülüyor). Rahatlamak için bol bol okuyorum o yüzden.

İnsanlar neden Peder Brown’ı bu kadar seviyor sizce? Hem karakteri hem de diziyi ilgiyle izleyen milyonlar var. Hayranlarla ilginç karşılaşmalar yaşadınız mı?

Evet, diziyi çok seviyorlar çünkü bence iyi hikâyeler anlatıyoruz. Kurgusal dizilerin, aktörlerin ilk görevi de budur, hikâye anlatıcılığı en büyük meselemiz o yüzden. Hayranlarla karşılaşmaya gelince… Bir seferinde İspanya’nın güneyindeki Cartagena şehrine gitmiştim. Alışveriş yapıyorduk, hediyeler alıyodum. Birdenbire küçük bir kız bana doğru koşmaya başladı. Bacaklarıma sarıldı, “Peder Brown, Peder Brown!” diye bağırmaya başladı. Çok güzel bir anı oldu benim için. Zaten seyahat etmeyi, insanlarla tanışmayı çok severim. Corona virüsünün en kötü etkilerinden biri de bu oldu benim için. Tekrar seyahat edebilmeyi dört gözle bekliyorum. 

Father Brown’ın dokuzuncu sezon çekimlerine de pandemi nedeniyle ara verilmişti. Sizin için nasıl geçti pandemi süreci? 

Evet, mücadele etmenin yollarını aradık tabii hepimiz. Kontrolümüzün çok ötesinde bir durum. Aktörler aslında ara ara çalışmamaya alışkındır. Benim için de çok zor olmadı o yüzden. Bir taraftan da baharın gelişini yavaş yavaş, sakin sakin evinizde oturarak izlemek çok zevkliymiş. İşteyken izlemek o kadar zevkli olmuyor. Çok daha az şey fark ediyorsunuz. 

Bu keyifli sohbet için çok teşekkür ederim. Okurlarımıza iletmek istediğiniz bir mesaj var mı?

Ben teşekkür ederim. Father Brown’ın sekizinci sezonunu mutlaka izlesinler. Çok iyi bir sezon, en iyi sezonumuz bile olabilir bence. Bu arada eşim, İstanbul’u görmeyi çok istiyor. Umarım yakın zamanda Türkiye’yi ziyaret edeceğiz. Herkese sevgiler…


Father Brown’ın yapımcısı Will Trotter ile gerçekleştirdiğimiz röportajı burada okuyabilirsiniz.

221B’nin 27. sayısında yayımlanmıştır

Fulya Turhan

2011’de Boğaziçi Üniversitesi Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümü’nden mezun oldu. 2014 yılında, lisans tezi olan çalışması “Sherlock Holmes & Peder Brown, Rasyonalite ve İnancın Çatışması” ismiyle yayımlandı.

Önceki Hikaye

Deutschland 83 Dizisinin Üçüncü Sezonu Deutschland 89 BluTV'de

Sonraki Hikaye

Will Trotter: Peder Brown Suçluların Günahlarından Arınmalarını, Af Dilemelerini İstiyor

En Son Yazılar