“Kırık Dökük” Romanı Üzerine… | Öznur Özkaya

/
12 dakikalık okuma

Yabancı Yayınları‘ndan çıkan Dawn Barker’ın ‘Kırık Dökük’ adlı romanını çevirmeni Öznur Özkaya anlatıyor…

kirik dokuk kapak on kapakYurdunu terk edip sevdiği adamın peşinden gitmiş bir kadının yıllar sonra kocasının kralın kızıyla evlenmek istemesine ve kral tarafından kovulmasına direnmesinin mitlere dayalı trajik öyküsünü bilirsiniz. Ne yazık ki Medea onu yok etmeye çalışanların karşısında dik durmaya çalışırken yalnız kendi acısına odaklandığının farkında değildir. Kendisini terk eden kocasından intikam almak için ondan olan iki çocuğunu öldürür. Peki, gerçekten bir anne bebeğini öldürebilir mi? Akıl ve vicdanımızın söyledikleri dışında gerçekler bu soruyu “Evet,” diye yanıtlıyor.

Hatırlarsınız; Gölcük’te öğretmen bir annenin dokuz günlük bayram tatiline çıkarken ailesinden habersiz dünyaya getirdiği bebeğini evde bırakıp memleketine gitmesi üzerine henüz birkaç aylık olan bebeği açlıktan hayatını kaybetmiş; anne bebeğin öldüğünü dahi idrak edemeyip hastaneye koşturmuştu.  Büyükçekmece’de yedi aylık bebeğini küvette boğarak öldürdüğü için ‘ağırlaştırılmış müebbet’ istemiyle yargılanan D. K. duruşmada “Doğumdan sonra sesler duymaya başladım, ağlama krizlerine giriyordum, o gün ne olduğunu hatırlamıyorum,” diye konuşmuş, mahkeme başkanının “Seni seviyorum oğlum, yetimhanede büyümene izin veremezdim,” şeklindeki notu sorması üzerine “Not yazdığımı hatırlamıyorum. Polisi ben aradım,” diyerek sözlerini tamamlamıştı.

Erkeklerle karşılaştırıldığında kadınların çocuklara karşı duygusal olarak çok daha verici oldukları doğrudur ancak bir çocuk öldürüldüğünde bebeğin katili bir yabancı değilse ve ortada töresel veya dinsel faktörler yoksa büyük sıklıkla mesul annelerdir. “Cennet annelerin ayakları altındadır” denirken bir annenin çocuğunu öldürmesi nasıl mümkün olur? Bebeğini öldüren kadınların büyük bir kısmı akıl hastalığı derecesinde zihni bulanmış bireylerdir, şizofrenik olabilirler yahut loğusalık döneminde ciddi bir psikoz geçiriyorlardır.

Doğum bir kadının yaşayacağı en önemli değişikliklerden biridir ancak her kadın bu aşamayı aynı biçimde atlatamıyor. Doğum;  kadında hem hormonal hem de duygusal anlamda dalgalanmalara neden oluyor. Kadın canının bir parçası olan bebeğine hayatı sunmaktan zevk alırken yaşantısında olabilecek değişikliklerin verdiği hüzne dalar. Dokuz ay boyunca bebeğine dokunacağı, onu koklayıp besleyeceği anı heyecan ve sabırsızlıkla beklese de sıkıntılıdır. Bebek çok küçük, çok ağlıyor, hiç uyumuyor, neden ağladığını bilmiyorsunuz, belki de ona iyi bakamıyorsunuz, belki de iyi bir anne değilsiniz, bebeğinize yetmiyorsunuz. Günlerdir uyumuyor, kendinizi bir kafesteymiş gibi hissediyorsunuz. Tüm bu endişeler iki haftadan fazla sürüyorsa doğum sonrası depresyondan kuşkulanmak yerindedir.

Uzmanlara göre; doğum yapan her yedi kadından biri depresyon geçiriyor, çünkü psikoz ve diğer psikiyatrik bozuklukların tümü, doğumun hemen ardından çok fazla artış gösteriyor. Doğum sonrasını çeşitli endişelerle yaşayan anneleri ayrıca ekonomik ve sosyal güçlükler bekliyorsa, depresyon riski büsbütün artıyor. Doğan çocuğun attığı ilk çığlıktan sonra, yakınlarının sorduğu ilk soru, “Kız mı oğlan mı?”,  ikincisi de “Annenin sağlığı nasıl?”dır. Ancak bu soruyla merak edilen annenin fiziksel sağlığıdır. Ve “İyi,”denirse, “Doğum Olayı” başkaları için bitmiştir! Hâlbuki anne için doğumun sadece fiziksel aşaması sona ermiş ve ‘psikiyatrik bozukluklarla dolu’ olabilecek son derece tehlikeli bir dönem başlamıştır.

Doğum sonrası depresyonların önemli nedenleri arasında, kişisel etkenler önemli bir yer tutuyor. Anne rolünü benimseyemiyor ve korkuyor. Bu korkular arasında çocuğa bakamama korkusu, yalnızlık duygusu, kendisine destek olacak kimsenin bulunmadığı düşüncesi, yakınlarının kendisine ve bebeğine yeterince zaman ayıramayacakları endişesi geliyor. Önemli bir nokta da kadınların çoğunun kendilerini hasta olarak görmemesi ve herhangi bir tedaviyi kabullenmemesi.

Genetik faktörler de  yeni doğum yapmış olan kadının kaygı eşiğinin düşmesine, günlük stres yaratan durumlarla daha zor baş etmesine sebep olmaktadır. Genetik etkenlerin üstünde durulmasının sebebi doğum sonrası depresyon gelişen kadınların özellikle annelerinde mizaç bozukluğu oranının  normale göre daha yüksek olmasıdır. Ayrıca anne sütü vepisoded_221b kadınlar, kendilerine ayıracak zamanlarının çok az oluşu, emzirme nedeniyle uykusuz kalmaları, ilaç kullanmaları gerektiğinde bebeğe zararı olacağını düşünmeleri gibi nedenlerle kolaylıkla kaygılanabiliyorlar.  

author-dawn-barker-aboutKendisi de psikiyatr olan yazar Dawn Barker’ın “Kırık Dökük” isimli ilk romanı da bu konuyu işliyor. Büyük bir çaba ve istekle gebe kalmayı başarmış olan Anna doğumdan hemen sonra ciddi sorunlar yaşamaya başlıyor. Uykusuzluk, yetersizlik duygusu kimi zaman kocasına yöneltemediği öfkesine kimi zaman da çaresizlik duygusuyla baş etme çabalarına dönüşüyor. Anna bir öğretmen, sevgi dolu bir eş, sıcak bir dost olmaktan çıkıp bebeğine, eşine, evine, sevdiklerine yetmediğini düşünen bir kadın halini alıyor.

“Sanki Jack annesinin gözlerini yumduğu anı hissediyor gibiydi: O anda hemen ağlamaya başlıyordu. Üstelik yapacak çok iş vardı: Çamaşır, temizlik, alışveriş. Kitaplar her şey yoluna girene kadar diğer işlerin askıya alınması gerektiğini de söylüyor fakat Anna karmaşadan ötürü telaşlanıyordu. Kitaplar annenin beslenmesine dikkat etmesinin mühim olduğunu belirtiyor ancak Anna yataktan çıkıp kendine yiyecek bir şeyler hazırlayamayacak kadar kendini yorgun hissediyordu.”

“Yatak odasından Tony’nin horultuları duyuluyordu.  Bu gece onun yerinde olmak,  yalnızca bir gece uykuya dalabilmek için her şeyi yapabilirdi. Sonra her şeyin üstesinden gelebilirdi. Tek istediği bir nebze olsun yalnız kalabilmek, ağlamayışını durduramadığı için Tony’nin Jack’i banyoya getirmediği rahat bir duş saatine sahip olabilmekti. Jack onun da bebeğiydi, neden bütün yükü Anna çekiyordu ki?”

“Bedeni artık Anna’ya ait değildi: Memeleri emzirmek için vardı, cildi, saçı, tırnakları hormonlardan dolayı güçsüzleşmişti. Herkes ondan bir şeyler istiyor gibiydi ve Anna sahip olduğu her şeyi zaten vermişti. Peki, Anna’nın olan zamana ne olmuştu? Yaptığı tek şey beklemekti: Jack’in uyanmasını beklemek, Tony’nin eve dönmesini beklemek, hafta sonunu beklemek. Üstelik dört gözle beklenecek bir şey, görünüşte bir son da yoktu.”

“Başka babalar iki hafta izin alıyorlardı ama Tony hep çok meşguldü, mutlaka işe gitmesi gerekiyordu. Bebekle ve her şeyle birlikte ilgilenmenin ne denli zor olduğunu kocasının da anlamasını istiyordu, böylelikle iş yemeklerine yahut bir şeyler içmeye dışarı çıkmayı ve bebek sahibi olmadan önceki yaşamını sürdürmeyi ümit edemezdi. Sonuçta her şey değişmişti.”

Şunu unutmamak gerekir: Ortada ölü bir bebek varsa mutlaka iki katil vardır. Anne ve baba. Bu cümleden babanın sorumlu tutulduğu, ceza alması gerekliliği anlamı çıkmasın ama birileri bir şekilde pek çok şeyi görmezden gelmiştir. Ve ne yazık ki ülkemizde doğum sonrası depresyonla ilgili yapılan çalışmalar yetersizdir. Sağlık çalışanları anne ve bebek için tehdit oluşturabilecek ve erken davranılmazsa kayıplara neden olabilecek bu hastalığa karşı daha duyarlı olmalı ve zamanında müdahalede bulunmalıdır. Doğum sonrasında annenin uyku düzeninden tutun da yaşayacağı klasik annelik hüznüne kadar pek çok konuda eşlerin ve diğer aile yakınlarının destek olması gerekir. Ancak belki de en önemlisi güzel yurdumda baştan ayağa tüm erkeklerin kadınlığa ve anneliğe biçtiği tanımları tekrar gözden geçirmesi ve cahiliye dönemini kapatması gerekliliğidir.

*Kırık Dökük, Dawn Barker, Çev: Öznur Özkaya, Yabancı Yayınları, Ocak 2016.

Editör

Türkiye'nin tek polisiye kültür dergisi.

Önceki Hikaye

Polisiye Severler İçin 2016 İzmir Kitap Fuarı Rehberi

Sonraki Hikaye

Idris Elba, John Ridley'nin "Guerilla" Dizisinde

En Son Yazılar