Cengiz Bahadır’dan Yeni Bir Polisiye: Çocuk

9 dakikalık okuma

“İnsanlar inanması en kolay olana inanır…”

     Gençliğinden beri polisiye ve bulmacalara meraklı yazar Cengiz Bahadır aslında bir tıp doktoru, bir profesör. İlk romanı Virtüöz ile bu merakını okurlarla buluşturduktan sonra, ikinci romanı Çocuk ile tekrar sahnede. Ama yazdıkları sadece polisiye üzerine olmamış elbette. Ulusal ve uluslararası dergilerde kırkı aşkın makale, biri uluslararası olmak üzere, dört tıbbi kitapta da bölüm yazarlığı yapmış. Yani yazmaya teşne bir insan. En büyük tutkularından olan polisiye ile yazma yeteneği de birleşince haliyle pek lezzetli kitaplar çıkmış ortaya. Zaten doktorların genelinde titizlikle ilgili bir takıntısı oluyor. Yakınlarını bilemem bu konuda neler çekiyorlar, ama yazar olunca, biz okurları için bu titizlikleri, ilmek ilmek düşünülmüş, her detayı hesaplanmış şahane kurgular olarak bizi mutlu ediyor. Gerisi de bizi ilgilendirmez zaten, eşleri dostları düşünsün 🙂

     Haziran 2021’de okurlarla buluşan, farklı bir yayınevinden çıkan ilk kitabı Virtüöz’de  tanışmıştık Başkomiser Aras EMRE ve yardımcıları Komiser Bahri ve Nilay ile. Aras, daha önce okuduğum başkomiserlere hiç benzemiyor. Annesini, babasını sonra da kız kardeşini kaybetmiş. Kitabın başında da kalan tek yakını, kedisi Mercan’ı kaybediyor. Hayatta kimsesi kalmamış. Boşandığı eşini “kimse” den saymıyorum elbette. Bu yalnızlığı ve kayıpları, onda ufak tefek arazlar bıraksa da gayet güçlü ve dimdik ayakta kalmış. “Oy ben yalnızım, bittim, öldüm” dememiş. Kendisini sürekli geliştirmiş. Araştırmacı ve oldukça meraklı olduğundan öğrenmeye de çok aç. Fotografik hafızası da öğrenme açlığına oldukça yardımcı. İşi için de oldukça faydalı haliyle. Ara sıra içtiği purosu, afacan zeki bakışları, her zaman geriye taradığı sık saçları ve özen gösterdiği giyim kuşamıyla, zihnimde oldukça hoş bir adam olarak belirdiğini söylemeliyim. Sadece bana hoş gelmediği de ortada çünkü yardımcısı Nilay’da kendisine karşı ilgisiz değil. Ama duygular şelale efendim. Aras’da ona karşı bir çekim gücü hissediyor. Kitap boyunca bir öpüşemediler, yanarım yanarım, ona yanarım. Alın size spoiler 🙂

     Kadıköy sahilde, bir otoparkta, arabasının içinde bir adam ölü bulunuyor. İntihar mı, cinayet mi derken, ölen adamın sado-mazoşist eğilimleri olmadığından cinayet olduğuna karar veriliyor. Çünkü kurban, lüks aracının şoför koltuğunda elleri arkadan bağlı, kafasına geçirilmiş bir poşetle bulunuyor. (Bu konuyu merak edenlerin internette araştırmalarını öneririm. Neler varmış, neler…) Kurbanın üzerinde kendini savunduğuna dair bir emare olmayışı kafaları karıştırsa da cinayet şüphesiyle araştırmaya başlıyorlar. İlk olarak öldürülen kurbanın eşiyle görüşüldüğünde, kadının kocası için çok da üzülmediği gözlerinden kaçmıyor. Kurbanın iş yerine gidildiğinde ise, borsacı olan kurbanın iş yerinden bir kadınla ilişkisi olduğunu, kadınla olmak isteyen başka bir iş arkadaşıyla tartışma yaşandığını öğreniyorlar. Ama birini öldürmenin en büyük sebeplerinden biri paradır. Aras ve ekibi de böyle düşünüyor ve birilerine büyük miktarda para kaybettirdiğinden öldürüldüğünü düşünüyorlar. İş yerinde böyle bir kaybın yaşanmadığını ama karısının erkek kardeşinin kurbanımız yüzünden yüklü miktarda para kaybettiğini öğreniyorlar. İşte size öldürme sebebi! Soluğu kurbanın kayınpederinin, oğluyla çalıştığı iş yerinde alıyorlar. Yapılan görüşmelerde kurbanın karısına tokat attığı dışında başka bir şey öğrenemiyorlar. Baba ve oğul şüpheli görünmüyor. Otopsi sonuçları temiz, herhangi bir MOBESE görüntüsü yok, delil yok, telefon kayıtlarında şüpheli bulgu yok derken bir ceset daha bulunuyor.

     İkinci kurban Sabiha Gökçen Havalimanı yakınındaki bir otoparkta yine aynı şekilde lüks aracının içinde öldürülmüş bulunuyor. Yine cinayetin bir otoparkta işlenmesi nedeniyle, iki otoparka da girip çıkan ortak araç olabilir, düşüncesiyle araştırma başlatılıyor. Bulunan araçlarda cinayetle iniltili bir bulguya rastlanılmıyor. İkinci kurbanın eşiyle yapılan görüşmede bu kurbanın eşinin de kocasının ardından ağıt yakmadığını gördüklerinden bir işkillenmiyor da değiller. Ama artık hangi evlilik mutlu ki? Aşk bir süre sonra bitiyor ve yerini bazen alışkanlık, çoğu zaman da mecburiyet alıyor. Olay yerinde yine delil bulunamıyor, MOBESE’ler yine yok, kurbanın otopsisi yine temiz geliyor derken bir arpa boyu yol alınamıyor. Katilin inanılmaz zeki ve planlı hareket ettiği ortada.

     Ekip, olmayan delilleri elde etmeye çalışadursun, Nilay Komiser’in kız kardeşiyle yaşadığı bazı sorunlar var. Kardeşi Zuhal’in evli bir adamla olan sorunlu ve manipülatif ilişkisi nedeniyle zor günler geçiren Nilay bu sorunlarını kimseye hissettirmemeye çalışıyor. Zuhal şehirdeki bütün kallavi psikiyatristlere gidiyor ama kafayı düzeltmek için psikiyatristlere para ödemek yetmez. Önce kişinin buna inanması ve istemesi gerekir. İşte Zuhal’de de bu niyet yok. Bir akşam intihara kalkışıyor. Üstelik tam da Aras ve Nilay öpüşecekken… Bir çuval inciri berbat eden Zuhal’e bu kısımda ağzınıza geleni söylemek serbest.

     Öldürülen kurbanların birbirleriyle en ufak bir ilişkisi bile yokken onları katilin ağına düşüren unsurun ne olduğunu araştırırlarken katil üçüncü cinayetini sahneliyor. Başkomiser Aras olay yerinde yaptığı zihin jimnastiğiyle olaya bambaşka bir bakış açısı getiriyor. Bu bakış açısıyla yine zihninin ne kadar farklı çalıştığını herkese ispatlayıp, yumak olmuş bilinmezliğin ucunu yakalayıveriyor. Bunu bize anlatırken de oldukça bilimsel açıklamalar getirerek hem bizi ikna ediyor hem de bilgi dağarcığımıza yeni bilgiler ekliyor. Başkomiser Aras ve ekibi, bu zeki ve titiz katilin peşinde koşarken bize de heyecanlı bir araştırma ve soruşturma garantisi veriyor.

     Bir polisiye romandan beklediğimiz tüm unsurların yanında bazen güldüren, bazen aşk kıpırtılarıyla neşelendiren, bazı sayfalarda hüzünlendiren ama tamamında keyif verdiren bir kitap Çocuk. Kitabın son sayfalarına kadar katili ustaca saklayan, tahminlerimin hepsini çürüten yazar, kitabın sonunda da beni şaşırtmayı başardı. Bu kitabı okuduktan sonra her şeye daha geniş açıdan bakmayı öğreneceksiniz. Çünkü insanlar her zaman inanması en kolay olana inanır.

*Çocuk, Cengiz Bahadır, Oğlak Yayınları, 378 sayfa.

Selin Bak

1981 yılında Trabzon’da doğdu. Atatürk Üniversitesi’ nde Hemşirelik okudu. Polisiye merakı gençlik yıllarında (hala çok genç, ortaokul yılları diyelim) Agatha Christie ile başladı. Galiba yapmak isteyip de yapamadıklarını okumak (cinayeti çözmek değil işlemek kısmından bahsediliyor) kendisine garip bir tatmin duygusu vermiş olacak polisiye dışında başka bir tür okuyamaz oldu. En
sevdiği yazarların Türk yazarlar olduğunu her zaman gururla söyler. Çok polisiye okur, çok polisiye dizi ve film izler, fazlaca cinayet kurguları yapar. Aslında çok da yazar ama çaktırmaz. Bu biyografiyi yazarken hayatında enteresan bir şey olmadığını fark eden Selin, hemşirelik yapmaya ve Trabzon’da yaşamaya devam ediyor, şimdilik...

Önceki Hikaye

“GERÇEK SUÇ YAPIMCILARI BİRLİĞİ” KURULDU

Sonraki Hikaye

Haftalık Polisiye Seyir Rehberi

En Son Yazılar