V for Vendetta: Faşizme Karşı Savaşan Bir Anarşistin Sıradışı Öyküsü

21 dakikalık okuma

“Anarşinin iki yüzü vardır; hem yıkar hem yaratır.”

Alan Moore ve David Lloyd ikilisinin yarattığı bu kült grafik roman, yayımlandığı günden beri yoğun okur ilgisiyle karşılaşmaktadır. Yapıt, George Orwell’ın 1984‘ü ve Ray Bradbury’nin Fahrenheit 451 romanlarında olduğu gibi distopik bir dünya üzerine kurgulanmıştır. Distopik bir gelecekte geçen çizgi roman, III. Dünya Savaşı’ndan sonra diktatörlükle yönetilen İngiltere’de geçer. III. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra faşist parti Norsefire, iktidarı ele geçirmiş ve ülkede özgürlükleri yok eden dikta yönetimi başlamıştır. Norsefire özellikle solcuları, liberalleri, siyahları ve eşcinselleri gözetlemekte, onları öldürmekte ve toplama kamplarına göndermektedir. Tüm bu kaos ve kötülüğün ortasında, kendini sadece “V” sembolüyle tanımlayan gizemli ve pelerinli bir adam diktayla savaşa girişecektir… 

Serüvenin Akışı ve V’nin Verdiği Mesajlar

V, kimsenin bilmediği esrarlı bir geçmişe sahiptir. Larkhill toplama kampında beş (V) numaralı hücredeki denektir. Bu kampta korkunç deneyler yapılmıştır. Diğer deneklerin hemen hepsi ölürken V, bu işkencelere inanılmaz bir şekilde dayanmıştır. Denekleri izleyen Dr. Delia Anne’nın notlarında V’nin şizofreni belirtileri dışında anormallik göstermediğinden söz edilmektedir. Yıllarca işkenceye maruz kalan V, sonunda organik gübrelerden yaptığı patlayıcılarla Larkhill kampını yakıp yıkarak oradan kaçmayı başarır. Serüven, V’nin genç bir fahişe olan Evey’i tecavüzden kurtarmasıyla başlar. Açlıktan fahişelik yapmak zorunda kalan Evey, “parmak” adlı devletin görevlileri (bir tür gestapo) tarafında öldürülmek üzereyken V müdahale eder ve onu karargâhı olan “Gölge Galerisi”ne götürür. Burada Evey’i eğitir ve bazı sınavlardan geçirerek olgunlaşmasını sağlar. Bu sınavlardan biri de Evey’e uyguladığı bir tür işkencedir. V, bu işkenceyle Evey’i katarsis (arınma) durumuna sokarak, onun ruhunun tamamen özgürleşmesini amaçlamaktadır. V, Evey’i aylarca eğitir. Okur, V’nin Evey’e verdiği bu anlaşılmaz önemin nedenini merak eder. Aslında V, içten içe ölümünü planlamakta ve bayrağı Evey’i teslim etmek istemektedir. V, hem Evey’i eğitmekle uğraşmakta hem de Larkhill’de ona işkence eden kişileri acımasızca öldürmektedir. Sadece Dr. Delia Anne’a acısız bir ölüm bahşeder. Ardından V, sözde adaleti temsil eden binaları bombayla yok etmeye başlar. Yönetimin parmak, kulak, burun, göz, ağız gibi farklılaşmış değişik kolları sürekli olarak halkı izlemektedir. Ayrıca sistemin “kader” adını verdiği bir TV /radyo kanalı vardır. Bu kanal Goebelss’in kurduğu radyo benzeri bir propaganda aygıtıdır. Eserin bu ve başka sembollerle Fahrenheit 451 ve 1984‘e göndermelerde bulunduğunu söyleyebiliriz. 

Yönetim, V’yi öldürmek için başta parmak olmak üzere güvenlik güçlerini harekete geçirir ancak başarılı olamaz. V, hepsini acımasızca öldürür. V’yi yakalamaya çalışanlardan sadece Komiser Finch onu anlamaya ve çözümlemeye çalışır. Finch, Dr. Delia Anne’a âşıktır. V’nin niye bu iyi kadını öldürdüğünü anlayamamaktadır. Bu nedenle Larkhill kampının yıkıntılarına giderek araştırma yapar. Sonunda korkunç gerçeği görür ve sisteme inancını yitirir. V’nin faşizme karşı geçerli gördüğü araç anarşidir. Evey’a şöyle der: “Anarşinin iki yüzü vardır. Hem yaratır hem yıkar. Yıkıcı olanlar, imparatorlukları devirirler. Yaratıcıların daha iyi bir dünya kurabilmeleri için molozlardan yeni bir tuval oluştururlar. Bir kez molozlar ortaya çıktı mı daha fazla yıkıma gerek kalmaz!” 

V’ye göre özgürlük olmadan adalet olamaz. V’nin sözde adaleti temsil eden binaları havaya uçurması bu yüzdendir. V tam bir anarşist gibi davranırken amacı özgürlük ve adaleti geri getirmektir. Toplumu uyandırmak için en etkili yol anarşidir. Çünkü ona göre, en çok etkilenenler en az anlayanlardır. V’nin bu sözleri toplumlarda faşizmin yükselmesini anlayamayan ve onu bir şekilde onaylayan cahil halk yığınlarını işaret etmektedir. Nitekim Avrupa’daki diktatörlerin hepsi seçim yoluyla iktidara gelmişlerdir. George Orwell’ın 1984‘te yazdığı gibi, “Hiyerarşik toplumun varlığı, uzun sürede ancak yoksulluk ve cehalete yaslanarak sürebilir.” V’nin öne sürdüğü başka bir sav da faşizmin ayakta kalabilmek için toplumu sürekli korkutmak zorunda olmasıdır. Aslında faşistler güçsüzdür, onları güçlü kılan korkutulmuş, pasif toplumlardır. Evey’e uyguladığı hapishane işkencesinden sonra ona şöyle der: “Ben seni hapsetmedim Evey, sadece parmaklıkları gösterdim.” Okur, serüven boyunca V’nin kim olduğunu merak eder. V, öldükten sonra bile okura kimliği açıklanmaz. 

Aslında önemli olan V’nin kim olduğu değil, neyi sembolize ettiğidir. V sembolü neyi temsil etmektedir? V aslında tek bir şeyi temsil etmez. II. Dünya Savaşı’nın ünlü sloganı V for Victory’’e* bir gönderme olabilir. Kitaptaki her bölüm V ile başlar. Evey ile tanışmasında ona kendini bir “suçlu “olarak tanıtır (V for Villain**). İşkence gördüğü Larkhill toplama kampındaki oda numarası beştir (V). Kampta işkence edilen, rejim karşıtı birçok “kurbanı” sembolize eder (V for Victim***). Ayrıca kendisinden önce bu işkence odasında yaşamış ve ölmeden önce ona bir mektup bırakmış Valeria (V for Valeria) adlı kadın mahkâma da bir göndermedir. Lezbiyen olduğu için işkence gören Valeria’nın mektubu V’yi oldukça etkilemiş, ona dayanma gücü ve yaşama amacı vermiştir. 

Yapıtın Yaratım Süreci

Genç Alan Moore, eseri yaratmaya karar verdiğinde İngiltere, Yeni Muhafazakâr (Neocon) akımın Ronald Reagan ile birlikte baş temsilcisi olan Margaret Thatcher tarafından yönetiliyordu. 1980’li yıllar soğuk savaşın, AIDS’in, nükleer silahlanmanın, SSCB ‘nin Afgan işgalinin damga vurduğu yıllardı. Vahşi kapitalizm bir figürü olan Thatcherizm, dominant politika olarak İngiltere’nin üstüne çökmüştü. 

Fakirler eşitsiz vergiler altında eziliyor, zenginler neoliberal politikalarla daha zenginleşiyor, sağlık ve eğitim ücretleri artıyordu. Falkland savaşını kazanmayı bir imparatorluk refleksi olarak gören Thatcher, Falkland adalarına Britanya donanması göndermiş ve Arjantin karşısında zafer kazanmıştı. Bu zafer politik olarak sandığa yansısa da İngiliz ekonomisini daha da kırılgan hale getirmişti. İşsizlik, gelir adaletsizliği ve bunlardan beslenen şiddet olayları artmıştı. AIDS nedeniyle eşcinsellere yönelik nefret söylemleri artıyordu. Genç Moore, ülkenin bu halinden nefret ediyor ve buna tepki vermek istiyordu. Ben de bu yıllarda eğitim için Londra’da yaşıyordum. Moore’un nefretini paylaşan genç bir adam olarak İngiliz halkını anlamaya çalışıyordum. Bu sıralarda Özalizm de ülkemizde egemenliğini sürdürmekteydi. Hafta sonları uzun gezilerek yaparak zaman zaman publarda oturarak yerli halkla ahbaplık ediyordum. Genç nüfusta işsizlik artıyordu. Sokaklarda giderek artan genç evsizleri üzüntüyle gözlemliyordum. İşçi Partisi, vasat ve silik liderleri Neil Kinnock yönetiminde bilmem kaçıncı yenilgisini almıştı. İşçi Partisi’nin ortodoks geri kafalı yönetimi gençlere hitap etmiyordu. Makyevelist bir lider olan Thatcher, soğuk savaşın yarattığı komünist korkuyu İşçi Partisi’ne karşı başarılı bir şekilde kullanıyordu. İngiltere’nin SSCB tehdidinden ancak Amerikan Nükleer Savunma Şemsiyesi ile korunabileceğini söylüyordu. Bu söylem özellikle 40 yaş üstü kuşakta karşılık buluyordu. Evinde yaşadığım hanımefendi, Thatcher’ın sekreterlerinden biriydi. Her akşam yemekte Demir Leydi’yi över ve zaman zaman sabrımı taşırarak beni tartışmanın içine çekerdi. Bir keresinde bana Avam Kamarası’na girmem için özel izin aldırmıştı. Bu suretle İşçi Partisi ve Muhafazakâr Parti milletvekillerinin atışmalarını izleme olanağı bulmuştum. Ortam son derece demokratik görünüyordu. Peki ama bu sözde demokrasi, vahşi kapitalizmi, halkın mutsuzluğunu, işsizliği ve açlığı nasıl yenecekti? Benim buna bir cevabım ya da çözümüm yoktu. Ancak genç Alan Moore, çizer arkadaşı David Lloyd ile birlikte bir cevap bulmuştu: Anarşiyle! Alan Moore, V for Vendetta‘nın yaratım sürecini şöyle anlatır: 

“Temel sorun, ana karakteri ve serüvenin geçeceği mekânı yaratmaktı. Hem Dave hem de ben piyasaya hâkim olan Amerikan akımını taklit etmektense İngilizlere özgü bir şeyler yaratmak istediğimizden hikâyenin İngiltere’de geçeceği kesindi. Dahası, ikimiz de aynı siyasi karamsarlığı paylaştığımız için gelecek oldukça kasvetli, kötü ve totaliter olacaktı. Bununla birlikte elimizde havada uçuşan, kullanılması mümkün olmayan bir sürü fikirden başka bir şey yoktu. Kendimi çıkmazda bulduğum bir sürü gece ve gündüzden sonra, en azından hikâyenin geçtiği dünyayı şekillendirmeye ve 1990’lı yıllar için inandırıcı bir ortam yaratmaya karar verdim. Muhafazakârların 1983 seçimlerini kaybedecekleri varsayımından yola çıkarak İşçi Partisi’nin iktidara geldiği ve Amerikan füzelerini İngiliz topraklarından çıkararak olası bir nükleer savaşta hedef olmasını önlediği bir gelecek yaratmaya çalıştım. Hikâyeyi buradan alıp nükleer savaştan kurtulan İngiltere’yi, faşistlerin 1990’lı yıllarda iktidara geldiği bir ülke olarak kurguladım. V for Vendetta ismi ise Marvel İngiltere’nin yeni şefi Dez Skinn’den geldi. Dave ile birlikte bunun tanrılardan gelen bir işaret olduğunu düşündük ve bu isme karar verdik! Bu arada Dave, karakter tasarımları üzerinde çalışıp serüvenle ilgili fikirler üretiyordu. Önerilerinden birinde, ana karakter mevcut polis örgütünün içine sızıp yapılandırmayı içeriden çökertiyordu. 1990’lı yılların polis üniformalarını hayal ederek önünde kocaman bir V harfi, kemeri ve askıları olan bir kostüm çizdi. Bu tasarım güzel görünse de ikimiz de böylesine açık bir süper kahraman klişesine düşmenin, yepyeni ve farklı bir şeyler yaratma isteğimizle çeliştiği konusunda hemfikirdik. Bunu kabul etmek beni hasta ediyor ama büyük atılımı Dave gerçekleştirdi. Daha da çarpıcı olan, bütün fikirlerin fazla kafa yormadan yazdığı bir mektupta bulunmasıydı. Mektupta şöyle diyordu:‘Düşünüyorum da, neden kahramanımızı karton maskesi, pelerini ve konik şapkasıyla yeniden hayata döndürmüyoruz?! Gerçekten çok acayip görünür ve Guy Fawkes’a bunca yıldır hak ettiği imajı kazandırır. Adamı her 5 Kasım’da yakmamalıyız, aksine Parlamentoyu havaya uçurma girişimini kutlamalıyız!’ Bu satırları okur okumaz iki şeyin farkına vardım. Birincisi Dave’in akıl sağlığı yerinde değildi. İkincisi bütün hayatım boyunca duyduğum en iyi fikirdi. Kafamdaki çeşitli parçalar birdenbire yerli yerine oturup bir Guy Fawkes maskesi ardında birleştiler! Dave mektubunda başka bir öneri de dile getiriyordu. Çizgi romanda ses efektleri ve düşünce balonları kullanılmayacaktı. Ses efektleri sorun değildi ama düşünce balonları olmadan metni yazmak çok zordu. Onlar olmadan karakterin bütün ayrıntılarını nasıl işleyecektim ve kitabın edebi seviyesini entelektüel tatmin düzeyinde nasıl tutacaktım?! Buna rağmen Dave’in bu önerisini kabul ettim.” 

V karakterinin esin kaynağı olan Guy Fawkes, 16. yüzyılda yaşamış ve inançları için en uç eylemlerde bulunmuş bir anarşisttir. İngiliz tarihinde “Barut Suikastı” olarak bilinen olayı gerçekleştiren grubun üyelerinden biridir. 1606 yılında bir grup Katolik, Protestan kanununu protesto etmek ve Kral I. James’i öldürmek için Parlamento Binası’nı havayı uçurmaya kalkışmışlardır. Fitili ateşlemek için seçilen kişi Guy Fawkes’dır. Fawkes eylemi gerçekleştiremeden yakalanır. Üç gün süren işkencenin ardından idam edilir. Kral James, bu başarısız eylemin unutulmaması için her yıl  kutlama yapılması emreder. 400 yıldan beri “Şenlik Ateşi” olarak adlandırılan bu kutlama devam etmektedir. Moore ve Llyod ise İngiliz tarihinde bir hain olarak görünen Fawkes’ a sempati duymaktadırlar. Yaratıkları eserle bu anarşiste hak ettikleri saygıyı kazandırmayı amaç edinmişlerdir. Ve bunu da başarmışlardır. 

SON SÖZ

V for Vendetta, faşizme karşı duruş gösterirken onun ideolojik ve psikolojik kökenlerine saldıran bir başyapıt. Ancak anarşi, faşizmi yıkabilecek akılcı ve güçlü bir araç mı? Faşist sistem anarşiyle yıkıldıktan sonra yerine gerçekten demokratik bir düzen gelebilir mi? Bir kez molozlar göründükten sonra ülke yeniden yapılandırılabilir mi? Örneğin Arap Baharı’nın bu molozların altında kaldığını gördük. Yıkılan rejimlerin yerine daha kötüleri geldi. Belki de bu sorunun yanıtını okura bırakmak en doğrusu. Ne yazık ki günümüzde faşizm giderek karmaşık bir organa dönüşmüş durumda. Karşımıza bin bir renk ve kılıkta çıkabiliyor. Artık sadece ideolojik duygularla ve nefretle beslenmiyor. Günümüz faşizmi daha sinsi ve daha dayanıklı bir varlığa dönüşmüş durumda. 21. yüzyılda, hem modern hem de geri kalmış ülkelerde neofaşist eğilimler tekrar güçlenmeye başladı . II. Dünya Savaşı’nın ardından faşizmin elinde büyük acılar çeken ABD ve Batı Avrupa halkları ve toplum elitleri demokratik kurumları ve bağımsız yargıyı güçlendirmeye çalıştılar. Baby Boomer olarak da adlandırılan bu jenerasyon başta anayasa mahkemeleri gibi kurumları güçlü özerk yapılara dönüştürerek Hitler ve Mussolini gibi faşist liderlerin yolunu kapatmayı umdular. Bu Yeni Dünya Düzeni kısa süreli de olsa başarılı oldu. Günümüzde giderek artan ekonomik sorunlar, gelir dağılımı, eğitim eşitsizliği ve uluslararası sermayenin elinde güçlenen vahşi kapitalizm neofaşist-ırkçı akımları giderek güçlendirmektedir. Bir de buna eklenen yoksul ülkelerden batınının zengin ülkelerine yönelen göç akımları yerel halkta tepkilere yol açarak muhafazakâr ve aşırı sağcı partileri toplumda etkin konuma getirmektedir. Önümüzdeki otuz kırk yıla damgasını vuracak olan, küresel ısınmanın etkisiyle tarım alanlarının azalması ve yapay zekânın yaratabileceği büyük işsizlik dalgası distopik-kaotik bir dünyanın habercisi gibi duruyor. Bu olgular karşısında, “Demokrasi acaba kısa süren bir tatlı rüya mıydı?” düşüncesi aklımızdan silinmeyecek korku dolu bir soru olarak karşımızda duruyor. 

Dipnot

*Victory: Zafer 

**Villain: Suçlu 

***Victim: Kurban 

Önceki Hikaye

“The Equalizer” 3. ve 4. sezon onayını aldı

Sonraki Hikaye

Polisiye edebiyatımızın duayen ismi akademisyen Celil Oker anılıyor

En Son Yazılar