Okurlarımız için başladığımız yazı dizisine devam ediyoruz, önemli yazarlarımızın kitap, film ve dizi önerilerini sizlerle paylaşacağız. Bugünün önerisi, Doruk Tatar’dan geliyor.
…
Doruk Tatar, 2010’da Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde lisansını tamamladıktan sonra Sabancı Üniversitesi Kültürel Çalışmalar Bölümü’nde yüksek lisans ve Buffalo Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü’nde doktora yaptı. Aralık 2018’de bitirdiği “On Guard Against Contamination: Espionage, Conspiracism, and Imperial Nostalgia in British and Turkish Literatures” başlıklı doktora tezi, Türk ve İngiliz edebiyatlarının imparatorluğun çöküşüne verdikleri reaksiyonlar üzerinden istihbarat, paranoya ve komploculuk temalarını ele alır. Mayıs 2017’den beri 221B, Birikim, Episode ve BÜMED dergilerinde çeşitli yazıları yayımlandı. 2019 Güz döneminde Sabancı Üniversitesi’nde “Türk Edebiyatı’nda Komplo ve Paranoya” üzerine ders verdi.
…
Kitaplar
Haşlanmış Harikalar Diyarı ve Dünyanın Sonu, Haruki Murakami
Belki kelimenin tam anlamıyla dünyanın sonunu getirmeyecek bugünler ama alışık olduğumuz gerçekliğin sonunu getirmiş olduğu kesin gibi. Bütün dünyayı ‘mute’a almayı mümkün kılacak bir teknoloji için iki gizemli organizasyon savaştığı bir hikaye ile tek boynuzlu atların kafataslarından düşünce okunduğu rüyavari bir evren arasında geçen bu roman da dünyanın sonunun beraberinde getirdiği şiirsel deneyimi bize çıtlatıyor. Murakami’nin romanı bir yandan komplo – istihbarat temalarından yoğunlukla faydalanırken bize içinde bulunduğumuz gerçeklikten dünyanın sonuna doğru edebi lezzeti zengin bir kaçış sunuyor.
Yeni Hayat, Orhan Pamuk
Özellikle havalar iyice ısınmadan okunması önerilen bir roman. ‘Bir kitap okuyup hayatı değişen’ kahramanımız, aşık olduğu kadınla Anadolu’nun pek çok yerini karış karış gezerken Doktor Narin adında gizemli bir adama denk gelir. Doktor Narin’in ‘bizim’ olan ve ‘bizi biz yapan’ eşyaları hedefleyen ‘Büyük Komplo’ya karşı başlattığı ‘Büyük Karşı Komplo’sunda rol almayı kabul etmesiyle romanın kahramanı kendisini gerçek-üstü bir istihbarat savaşının içinde bulur. ‘Milli hudutlardan’ içeri sızıp aramızda hızla yayılan ve sonunda hayatımızı geri dönülmeyecek şekilde değiştiren bir ekonomik-kültürel salgının hikayesi de olan Yeni Hayat bugünler için keyifli bir okuma olabilir.
İstanbul Son Perde, Joseph Kanon
2. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında ve Soğuk Savaş’ın kuluçka döneminde henüz Doğu ile Batı arasında denge siyaseti gütmekte Türkiye, her iki taraftan çok sayıda casusa ev sahipliği yapmaktadır. Bir Amerikan tütün firmasının satın alma sorumlusu kılığında iş gören ve savaşın bitişiyle yıllardır kaldığı İstanbul’dan ayrılmaya hazırlanan Leon Bauer bu casuslardan biridir. Ülkesine dönmeden Bauer’e son bir görev verilir ama tahmin edileceği üzere işler ters gider (aksi halde roman olmazdı herhalde). 1940’ların İstanbul’unun atmosferini etkileyici bir şekilde hissettiren kitap aynı zamanda dönemin istihbarat dünyasına da ayna tutuyor.
Sahnenin Dışındakiler, Ahmet Hamdi Tanpınar
1. Dünya Savaşı sonrasında işgal altındaki İstanbul’a üniversite öğrenimi için gelen bir gencin hayatı kendi kontrolünün çok ötesindeki ‘hadiseler’in akıntısına kapılır. Sahne, İstanbul’dan ziyade Anadolu’da kurulsa da işgale karşı örgütlenen isyan İstanbul’u da kapsamaktadır. Kahramanımız da kendisini bu istihbarat ‘oyun’unun bir parçası olarak bulur. Hadiselerin hayatımıza bütün kuvvetiyle yön verdiği bugünlerde lezzetle okunacak bir Tanpınar romanı.
Rus Evi, John Le Carré
1980’lerin sonu. Bugün biz biliyoruz ki, Sovyetler Birliği dağılmak üzere. Ama Batı bunu henüz bilmiyor. Moskova kitap fuarındaki standında her şeyden habersiz satış yapmayı bekleyen Polonya-asıllı bir İngiliz yayıncıya yanaşan gizemli bir kadının verdiği gizemli bir kitapla romanın çarkları dönmeye başlıyor. Zor ve komik bir şekilde MI-6’e ulaşan bu kitap, Batı istihbaratında Sovyetler’in kudreti hakkında soru işaretleri oluşuyor. Neredeyse yarım yüzyıl süren bir dönem kapanırken, Le Carré yaşanan büyük değişime her zamanki gibi istihbarat kurumların jeopolitik perspektifi yerine ‘hadiselerin’ gücü karşısında çaresizce debelenen insanların bakış açısından yaklaşıyor.
Filmler
Spy – Ajan (2015)
Sandra Bullock’la başrolünü paylaştığı Heat’deki (2013) performansıyla göz dolduran Melissa McCarthy, Ajan filminde de kırıp geçiriyor. McCarthy’nin yanı sıra Jude Law, Jason Statham ve hatta 50 Cent gibi meşhurların arz-ı endam ettiği film, başta James Bond olmak üzere bugüne kadar (süper-)kahraman casusları anlatan pek çok filmin seyri zevkli bir parodisini yapıyor.
The Man from U.N.C.L.E (2015)
Hak ettiğinin çok altında takdir gören bir Guy Richie filmi. 1960’larda Amerikan NBC kanalında gösterime giren ve Soğuk Savaş döneminde Rusların kötü gösterilmediği ender popüler kültür ürünlerinden biri olan komedi-casusiye dizisinin yakın tarihli uyarlaması aynı zamanda. Casusiye türünün çeşitli melodramatik öğelerle harmanlayarak mizah yönü güçlü bir şekilde tekrar yorumlayan The Man from U.N.C.L.E’ı sadece 1960’ların parıltılı mekan ve kostümleri için bile izleyebilirsiniz.
Mission: Impossible – Fallout (2018)
Serinin en iyi filmlerinden. Mizah ve aksiyon dozu en üst seviyelerde seyreden filmde Tom Cruise’un yanına Henri Cavill’in (bıyık da yakışmış) eklenmesi meyvelerini vermiş. Netflix’te izleyebilirsiniz. Kaçırmayın!
The Ipcress File (1965)
Başrolünde genç (hatta tıfıl) bir Michael Caine izleyeceğiniz bu filmi bulmak biraz zor olabilir ama elinizden geleni ardınıza koymayın. Yaşayan en önemli casusiye yazarlarından Len Deighton’ın en çok bilinen eserinin beyaz perde uyarlaması olan film, görevini çok da ciddiye almayan ve başına buyruk Harry Palmer’ın İngiliz istihbaratının üst kademelerine uzanan bir komploya tesadüfen denk gelmesini anlatıyor. Yer yer komik ve sürreal olabilen üçlemenin ilk filmi aynı zamanda. Billion Dollar Brain (Milyar Dolarlık Beyin) ve Funeral in Berlin (Berlin’de Cenaze) ise serinin diğer iki filmi.
Three Days of the Condor (1975)
Edebiyatçıların istihbarat mücadelesinde ileri neferler olabileceği bir dünya tasvir eden bu filmin başrolünde Robert Redford’u görüyoruz. Çalıştığı gizli birimde gerçekleşen bir katliam sonrasında kime güveneceğini bilemeden hayatta kalmaya çalışan ve bir yandan da devletin en karanlık dehlizlerine uzanan bir komployu ortaya çıkarmaya çalışan Joe Turner, Watergate skandalını izleyen yıllarda devletlerine güvenini yitiren Amerikalıların ruh halini de çok iyi yansıtıyor.