nordik suç anlatıları

2019’da Nordik Suç Anlatıları

//
27 dakikalık okuma

Avrupa’daki suç anlatıları üzerine yoğunlaşan DETECt oluşumunda görev alan ve Kuzey polisiyeleri üzerine önemli çalışmalar yürüten Dr. Kim Toft Hansen ve Dr. Katarina Gregersdotter 2019’un Nordik suç anlatılarını okurlarımız için değerlendirdi.

2019’da karşımıza çıkan Nordik suç anlatıları, bildiğimiz yollarda ilerlemeye devam ediyor ancak bu sene, yeni eğilimlerin baş gösterdiğini de gözlemliyoruz. “Polis prosedürü” hâlâ en yaygın kullanılan alttürlerden. Nordik suç anlatılarının yapısı içinde, psikolojik olarak yıpranmış polis memurları hâlâ mevcut. Hikâyelerde ise toplumsal eleştiri, anlatının göze çarpan jenerik bileşeni olarak karşımıza çıkmaya devam ediyor.

2019’daki Nordik suç anlatılarının İsveçli başlıklar çerçevesinde şekillendiğini söylemek mümkün. Bunu kısmen şuna dayandırabiliriz: İsveç, tarih boyunca Nordik bölgede en çok suç anlatısı üreten ülke oldu ve bu durum hâlâ geçerliliğini koruyor.

2019’da raflarda ya da ekranlarda yerini alan başlıklar için dinamik bir durum sözkonusu ama yine de bu eserlerde yeni kıvılcımlarla birlikte alışkanlıkları da görüyoruz. 2019’un en ilgi çekici başlıkları olarak adlandırdığımız eserleri sıraladık.

Jonas Bonnier, Knutby

Knutby

İsveç’in en bilinen ve hakkında hâlâ tartışmalar dönen suçlarından biri, 2004’te Knutby adlı küçük bir kasabada gerçekleşti. Genç bir dadı, cinayet ve cinayete teşebbüs suçlarından tutuklandı ve hikâye çözüldüğünde bu olay etrafında dönen dram, en iyi yazılmış pembe dizilerdeki dram unsurlarını bile geride bıraktı.

Pentakostal Kilisesi’nde görev yapan ve epey aktif bir cinsel hayata sahip olan karizmatik bir papaz, birçok insanı bazı suçlar işlemesi için ikna etmişti. Papazın kendi karısının cinayeti ya da metresinin kocasının cinayeti… Gün geçtikçe bu gibi başka vakalar da gün yüzüne çıktı. Papaz şu anda hapishanede müebbet cezasını çekiyor.

Yazar Jonas Bonnier, bu gerçek suç hikâyesini kurgusal bir romana evirirken bu olaya dikkatle ve büyük saygı çerçevesinde yaklaşıyor. Papazın kendisiyle birlikte Knutby’ye taşınan ilk karısı aracılığıyla hikâyeye yeni bir kanaldan giriyor. Papazın karısı, kocasını kariyeri konusunda desteklemeye her zaman gönüllü, meraklı ve açık fikirli biri olarak tasvir ediliyor. Tüm hislerini ve şüphelerini bir kenara bırakıyor ve kocasının sürekli başka kadınlara ilgi duyduğu gerçeğini görmezden geliyor. 1999’da küvette ölü bulunuyor ancak bu olay meydana geldiğinde papaz herhangi bir suçtan sorumlu bulunmuyor.

Roman bu noktadan sonra farklı bakış açılarından hikâyelerle anlatıya devam ediyor ve ufak bir kilise topluluğunun yazılı olmayan kurallarını ve güç oyunlarını ustalıkla anlatmayı başarıyor.

Beforeigners

beforeigners

İlk orijinal Norveç yapımı HBO serisi Beforeigners, Nordik HBO’da ağustos ayında yayınlandı. İlk orijinal Netflix ortak yapımı Lilyhammer’ın (2012-14) yaratıcıları Anna Bjørnstad ve Eilif Skodvin, HBO için dizinin yapımcılığını üstlendi.

Dizinin konusu, geçmişten insanların sürekli bir yerlerde ortaya çıkması. Bu kişiler, sözde çok zamanlı geçmişlere sahip karakterler. Tabii dizinin etrafında döndüğü bağlam, Avrupa’da ve dünyanın geri kalanında karşılaştığımız mevcut mülteciler konusu. Ne var ki bir “beforeigner” ölü olarak bulunduğunda dizinin suçla ilgili olan olay örgüsü açılmaya başlıyor. İlk çok zamanlı dedektif Alfhildr ve polis memuru Lars, cinayeti araştıran tuhaf bir ikili olarak karşımıza çıkıyor.

Dizide Oslo şehri, biçimsel olarak çok kültürlü ve çok zamanlı bir arka plan oluşturuyor. Finlandiyalı aktris Krista Kosonen ve Norveçli aktör Cleve Broch başarılı bir polis ikilisi olarak karşımıza çıkıyor. Özünde Beforeigners çok iyi bir fikrin eğlenceli bir biçimde işlenmiş hali.

Quicksand

quiksand

İsveçli ilk orijinal Netflix serisi Quicksand, nisan ayında yayınlandı. Serinin yaratıcısı, televizyon sözkonusu olduğunda İsveç’in en üretken yazarlarından Camilla Ahlgren. Bron/Broen, Marcella ve Spring Tide gibi daha birçok yapımın senaristliğini üstlenmişti. Quicksand, Ahlgren’in başyazarlığını üstlendiği ilk dizi ve seri, Malin Persson Giolito’nun polisiye romanından uyarlama.

Dizi, İsveç’te gerçekleşen bir silahlı okul saldırısıyla başlıyor. Seri, hikâyeyi işlerken bir taraftan saldırı anına kadar olanları yani çoğunlukla bir çift gencin aşk hikâyesini anlatıyor ve saldırının soruşturma sürecini izleyicilerle paylaşıyor. Lise öğrencisi Maja, suç ortaklığıyla suçlanırken arka plandaki hikâye, Maja’nın asıl saldırgan olan zengin ve sorunlu genç Sebastian ile aşkını anlatıyor.

Bu dizi dikkate değer bir yapım çünkü iki önemli çağdaş janrı birbirine bağlıyor. Bir taraftan Nordik Noir türünün biçiminden ve suç hikâyesini işleyiş şeklinden ayrılıyor, diğer taraftan da tüm bunları bir gençlik dramasına entegre edebilmeyi başarıyor. Aslında dizinin, ünlü Amerikan yapımı Netflix dizisi 13 Reasons Why ile benzerlikler gösterdiğini de söylemek mümkün. Hatta Amerikan serisi, okul saldırısının hiçbir zaman sonuna kadar gidebilmeye cesaret edemezken Quicksand günümüzde maalesef hâlâ karşılaştığımız bir olayla ilgili gerçekten bir hikâye anlatma cesaretini gösteriyor.

DNA

DNA

Geleneksel Nordik bölge işbirliğine örnek olarak gösterebileceğimiz sekiz bölümlük televizyon dizisi DNA, Çekya yapım hizmetlerini kullanan, Danimarka-Fransa ortak yapımı bir seri. Dizinin çekimleri Danimarka, Çekya ve Fransa’da gerçekleşti ancak hikâye Danimarka, Polonya ve Fransa’da geçiyor.

Kızının kaybolmasından beş yıl sonra polis memuru Rolf, Danimarka DNA kayıt sisteminde bir hata olduğunu fark eder. Yeni bir kayıp vakası, Rolf’u Polonya’ya yönlendirir ve Rolf aslında kızının hâlâ hayatta olabileceği gerçeğiyle yüzleşir. Serinin hikâyesi, soruşturma süreci boyunca Danimarka, Polonya ve Fransa arka planını tamamıyla gösterişsiz bir şekilde kullanır.

Serinin yaratıcısı, TV suç dizileri konusunda oldukça tecrübeli olan Thorleif Hoppe. Kendisi aynı zamanda The Killing dizisinin de yazarlarından biriydi. Polonyalı yükselen yıldız Zofia Wichlacz (Netflix dizisi 1983’ten hatırlayacaksınız) Julita’yı canlandırıyor. Danimarkalı aktör Anders W. Berthelsen (The Killing’in üçüncü sezonunda karşımıza çıkmıştı) kişisel dertleri ve işi arasındaki dengeyi iyi kurabiliyor. Genel olarak DNA, Nordik televizyon dizileri konusunda umut verici uluslararası bir rotayı temsil ediyor.

Below the Surface 2

below the surace 2

Danimarkalı TV dizisi Below the Surface, Danimarkalı Kanal 5’te 2017’de yayınlandı. Kopenhag metrosunda gerçekleşen bir terör saldırısı etrafında şekillenen ilk sezonuyla hızlı ritimli bir dram dizisiydi. Seri, anlatıyı kendi etrafında kapatma eğilimindeydi ve ilk sezon, dizinin aksiyon odaklı eğilimlerinin takip edilmesinin zor olacağı algısı yaratıyordu. Buna rağmen 2019’un Nisan ayında, dizinin nefes kesici ikinci sezonu Kanal 5’te ve Discovery’nin Nordik bölgede internet yayını yapan servisi D-Play’de yayınlandı.

Serinin ana karakteri Philip, elit bir asker, eski bir savaş esiri ve Danimarkalı antiterör birimin başındaki kişi. İkinci sezona geldiğimizde Philip’in görevinden ayrıldığını ve kız arkadaşı ve kızıyla birlikte sessiz sakin bir hayat sürdürmeye çalıştığını görüyoruz. Bununla eşzamanlı olarak Danimarkalı-Suriyeli June karakterinin kaçırıldığını öğreniyoruz ve şartlar Philip’in soruşturmaya dahil olmasını gerektiriyor. June’u bulmak için yürütülen arama çalışmaları, ekibi Danimarka ve İsveç arasında sefer yapan bir feribotta meydana gelen rehine krizine yönlendiriyor. Ne var ki teröristlerin Philip’in feribotta olduğundan haberleri yok.

Tıpkı ilk sezon gibi, Below the Surface 2 da geleneksel polis soruşturması sürecini oldukça aksiyon dolu bir ritimle harmanlamayı başarıyor. Seri yine de domestik teröristlere dönüşen Suriyeli isyancılar meselesi gibi çağdaş konuları işlemesiyle Nordik suç anlatılarının toplumsal eleştiri özelliklerine sadık kalmayı başarıyor.

Wisting

wisting

Dizinin konusu, suç anlatıları için yapılaştırma prensibi olarak oldukça iyi işleyen ve aslında epey sık kullanılan bir seri katil hikâyesi. Ancak gerçeği yansıtan bir olay örgüsü olarak baktığımızda çok da makul değil. Tüm bunların bir önemi yok elbette çünkü hikâyenin stili ve anlatım ritmi çok iyi kurulmuş. Oldukça Amerikanvari bir janrın ithal edilmiş olması, Amerikan dedektiflerin gerçekten de ithal edilmiş olduğu gerçeğiyle pekişiyor.

Carrie-Anne Moss (The Matrix’te karşımıza çıkmıştı), Wisting karakteriyle (Valkyrie’den tanıdığımız Sven Nordin canlandırıyor) işbirliği içinde. Dizi aynı zamanda ironik bir şekilde Norveç’in bir seri katili barındırdığı gerçeği üzerinden yorumlarda bulunuyor.

Quick

quick

2008’de araştırmacı gazeteci Hannes Råstam bir meslektaşıyla birlikte, suçluluğu kanıtlanmış seri katil Thomas Quick’in dahil olduğu bir vakayı araştırmaya başladı. Quick sekiz cinayetten hüküm giymiş ve daha birçok cinayeti itiraf etmişti ancak Råstam bundan emin değildi çünkü buna dair bir teknik kanıt yoktu. Quick, gazetecilerle görüşmeyi kesmişti ancak Råstam için bir istisnada bulundu.

Bundan sonra olanlar, İsveç adalet sistemi tarihinde oldukça dikkate değer bir sayfa açtı, büyük bir hukuki skandal gün yüzüne çıkmış ve nihayetinde Quick salıverilmişti. Ne var ki Råstam, Quick’in hapisten çıktığını görmeden hayatını kaybetti. Bu film, Råstam’ın yazdığı The Case of Thomas Quick: The Making of a Serial Killer isimli kitaptan beyazperdeye Norveçli yazar Erlend Loe tarafından uyarlandı; David Dencik ve Jonas Karlsson gibi ünlü aktörleri kadrosuna dahil etti.

Film, Quick ve Råstam’ın buluşmaları çerçevesinde şekilleniyor. İzleyicide kalıcı bir etki bırakacak olan da bu: Klinik psikolojik rahatsızlıklara sahip bir mahkûm ve kanserden ölmek üzere olan bir gazeteci arasındaki konuşmalar.

Lina Bengtsdotter, Francesca

francescaFrancesca isimli genç kız bir yatılı okula gönderilir ve orada çok mutsuzdur. En yakın arkadaşının ölmesinin ardından intihar etmeye çalışır.

Ailesi genç kıza yardımcı olmak ister ve her şeyden öte, kızlarının arkadaşının ölümünden bir cinayet olarak söz etmesini engellemeye çalışır. Sonrasında genç kız aniden kaybolur. Bu eser, yazarın Dedektif Müfettiş Charlie Lager’ı konu aldığı ikinci romanı. İlk romanı Annabelle (2017) hem eleştirmenler hem de okurlar tarafından çok beğenildi.

Bundan yıllar sonra, gizemli rüyalar ve ölü annesiyle ilgili belirsiz ama rahatsız edici hatıralarla tedirgin olan Charlie, kendi geçmişinin Francesca’nın geçmişiyle bağlantılı olabileceğini fark eder. Ancak bununla birlikte, birçok insanın soruşturma sürecinden memnun olmadığını da anlar.

Bengtsdotter’in Nordik suç anlatıları sözkonusu olduğunda epey benzersiz bir sesi var ve ana karakteri Charlie, aynı derecede karmaşık bir arka plan hikâyesine sahip karmaşık bir karakter. Hikâye oldukça ilgi çekici ve okur yavaş yavaş hem dedektifin hem de kurbanın hayatı ve kaderi hakkında birtakım ipuçlarına erişiyor.

Jo Nesbø, Kniv (Bıçak)

bıçak

Norveçli Jo Nesbø, Nordik bölgenin en popüler suç romanı yazarlarından biri. Nesbø, Müfettiş Harry Hole serisinin 12. kitabıyla karşımıza çıkıyor.

Harry Hole serisi her zaman karanlık bir seriydi; Hole, herhangi bir mutluluk durumunu tecrübe edebilme şansı çok düşük olan mutsuz bir karakter. Ancak bu roman, bugüne kadarki romanların içinde en karanlık olanı diyebiliriz.

Hole yine fazlasıyla alkol tüketiyor ve bir sabah kanlı çarşafların içinde uyandığında neler olduğunu hatırlayamıyor. Karısı Rakel’e birçok defa ulaşmaya çalıştığını görüyor ancak önceki gece tamamen bulanık. Bazı kötü haberler aldığında hem eski hem de yeni düşmanlarıyla mücadele edebilmek için hatta hepsinden de öte kendisiyle ve kişiliğiyle ilgili yıkıcı şüpheleriyle mücadele edebilmek için yola koyulduğunu görüyoruz.

Genelde olduğu gibi Nesbø yine birçok ters köşe barındıran, oldukça iyi inşa edilmiş bir olay örgüsüyle karşımıza çıkıyor. Kimseye, özellikle de Harry Hole’un kendisine güvenilemeyeceği anlaşıldığında bir paranoya duygusu da gelişiyor romanda.

Roman oldukça uzun olmasına rağmen hızla okunan bir eser, bir kere okumaya başladığınızda durmak mümkün değil. Ve evet, hikâye, romana ismini veren bıçak kadar keskin.

Christoffer Carlsson, Järtecken

Järtecken-cover

Christoffer Carlsson, İsveçli bir kriminolog ve ödüllü bir suç romanı yazarı. Sekizinci suç romanı, 2018’de İsveç Polisiye Roman Akademisi tarafından en iyi roman dalında aday gösterildi. “Suç Hakkında Bir Roman” alt başlığını seçerek Maj Sjöwall ve Per Wahlöö gibi yazarlara saygı gösterisinde bulunuyor.

1994’te Edvard isimli bir adam, kız arkadaşını öldürdükten sonra genç kadının evini ateşe vermekle suçlanıyor. 8 yaşındaki yeğeni Isak, Edvard’ı en yakın arkadaşı olarak görüyor ve dolayısıyla Isak’ın hayatı altüst oluyor. Genç polis memuru Vidar başlarda Edvard’ın suçlu olduğunu düşünüyor ancak gün geçtikçe bu konudaki şüpheleri artıyor. Bunlarla paralel olarak Isak’ın, amcasının işlediği suçla sonsuza dek damgalanarak büyüdüğünü görüyoruz. Bir bakıma kaderine terk edilmiş bir karakter ve sürekli başını belaya sokmakta üstüne yok.

Hikâye, 2017’de sona eriyor ve karakterlerin çoğu, yıllar geçmesine rağmen hâlâ olaydan etkileniyor. Keder, insanları değiştiriyor ve sürekli onlarla kalıyor. Hikâyenin ritmi oldukça yavaş ancak aynı zamanda epey sürükleyici. Çok iyi yazılmış bir hikâye ve karakterlerin çektiği acılar gün gibi meydanda.

Niklas Natt och Dag, 1794

1794 2

Niklas Natt och Dag (soyismi Gece ve Gündüz anlamına geliyor ve bir hanedanın ismi) oldukça sansasyonel bir yazar. Tarihi suç romanları yazıyor ve bu romanı, “Bellman Noir” olarak adlandırdığı üçlemenin ikinci kitabı. “Bellman Noir” ismini 18. yüzyılda yaşamış İsveçli söz yazarı, şair Carl Michael Bellman’dan almış.

Birçok şeyin yanında 1794, İsveç tarihinin trajik bir kesitini konu alıyor: Karayiplerde yer alan Barthélemy adasının İsveç tarafından kolonize edilmesi ve İsveç’in bu adada köle ticaretine karışması.

Romanın ilk bölümü adada geçiyor ve akıl hastanesindeki bir hasta tarafından anlatılıyor; biz de bu hastanın neden orada tutulduğunu öğreniyoruz. Romanın geri kalan üç bölümü Stockholm’de geçiyor ve burada, tek kollu asker Cardell, kimsenin umursamadığı bir cinayet vakasını çözmeye çalışıyor.

İsveç hükümeti kaos içinde, Kral Gustav III cinayete kurban gitmiş ve oğlu tahta çıkmak için çok genç olduğundan onun yerine atanan bir vasi, yönetimin başında. Bu vasi ise epey dengesiz biri ve çok daha fazla eşitsizliğe yol açıyor. Yazarın detaylar konusunda inanılmaz bir yeteneği var, kokuların kokusunu almamak, sesleri duymamak ve tasvir ettiği şeyleri görmemek imkânsız. 1794 yılı adeta canlanıyor ve bu gerçekten acı verici bir tecrübe haline geliyor.

Before We Die 2

before we die

Before We Die dizisinin ilk bölümü 2017’de İsveç televizyonunda yayınlandı. Büyük başarı yakaladı ve birçok ülkeye satıldı. Dizi, aile draması ve gerilim türünün mükemmel bir karışımı.

Marie Richardson’ın canlandırdığı Hanna, Stockholm’de organize suç biriminde çalışan bir polis müfettişi. İlk sezonda Hanna’nın sevgilisi ve iş arkadaşı Sven kaçırılıyor ve öldürülüyor. Hanna çok geçmeden kendi oğlu Christian’ın (Adam Pålsson) bu işte bir parmağı olduğunu fark ediyor.

Anne ile oğlu arasında halihazırda gergin bir ilişki var çünkü Hanna, oğlunu daha önce uyuşturucu suçundan hapse attırmış. İlk sezon bazen dayanılamayacak kadar fazla gerilimle doluydu ve Christian’ın, onu öldürmek isteyen mafyanın elinden kurtulmak için ülkeden kaçmasıyla sona erdi.

İkinci sezon nefes kesici bir ritimle başlıyor ve Hanna, teşkilattaki hangi meslektaşının ikili oynadığını bulmaya çalışıyor. Oğlu aniden geri döndüğünde, ilişkileri karmaşık doğasını sürdürmeye devam ediyor ancak Hanna teşkilattaki sızıntıyı bulmaya odaklanmış durumda. Christian bir kez daha gizli bir göreve girişiyor; bu sefer yeni bir suç ağı sözkonusu.

Oyunculuklar muhteşem ve gerilime neredeyse hiç ara verilmese de bu, karakterlerin önüne geçmiyor. Yazarlar Wilhelm Behrman (Beck) ve Niklas Rockström (Thicker Than Water ve Alex) duygusal yoğunluk ve dramla örülmüş, travma gibi ağır meseleleri ele alan bir hikâye yaratmışlar. Yakın zamanda bitmesini asla istemeyeceğiniz türden bir dizi.

Deliver Us

deliver us

Deliver Us belki de bugüne kadar DR tarafından üretilmiş en yerel seri. Bu, bir bakıma Funen’den alınan yerel fonlarla oluşan işbirliğinden ileri geliyor. Bir yandan da bu yapım, DR’nin kurgu departmanının yeni başkanı Christian Rank’in ilk büyük ayak izi olarak karşımıza çıkıyor.

Dizinin orijinal adı, Fred til lands, tam olarak “bu ülkede barış” anlamına geliyor ama aynı zamanda klasik bir Danimarka baladına da atıfta bulunuyor.

Başlık ironik elbette çünkü seri, isminin tam tersi konularla ilgileniyor: Kasabada yaşayan kötücül bir kontrol mekanizmasına sahip bir zorba yüzünden parçalanan yerel bir topluluk.

Seri, bu yerel zorbanın sürdüğü arabanın çarpmasıyla hayatını kaybeden bir erkek çocuğun hikâyesiyle başlıyor. Önceleri, bu talihsizliğin kasti olmadığı düşünülüyor ancak çok geçmeden zorbanın kötü niyetle hareket ettiğine dair şüpheler bu ufak topluluğu zehirlemeye başlıyor. Maalesef yerel polis hiçbir işe yaramıyor ve kasabanın bazı sakinleri, meseleyi kendi kendilerine ele almayı seçiyor.

*Katarina Gregersdotter ve Kim Toft Hansen imzalı yazı 221B derginin 23. sayısından kısaltılmıştır. Çeviri: Fulya Turhan.

Editör

Türkiye'nin tek polisiye kültür dergisi.

Önceki Hikaye

Kaosun Çoklu Yüzü "Fauda"

roman polanski
Sonraki Hikaye

Polisiye Sinemanın "Öteki" Yüzü: Roman Polanski

En Son Yazılar