Yoldaş Özdemir, 221B’nin 39. sayısında The Man Who Played with Fire belgeselini ve Palme suikastını araştıran Steig Larsson arşivini tüm detaylarıyla kaleme aldı.
BluTV-Discovery+ işbirliği bize oldukça zengin bir belgesel içeriği sunuyor. Doğa belgesellerinden paranormal olaylara geniş yelpazedeki bu içerikte beni cezbeden elbette gerçek suç belgeselleri…
Suç soruşturmaları, çözülememiş suçların araştırılması, komplo teorileri derken onlarca içerikle karşılaşabilirsiniz. Son dönemdeyse bir yapım çok dikkat çekici: The Man Who Played with Fire. Bu yıl Monaco Film Festivali’nde En İyi Belgesel Ödülü’nü alan bu yapımı mutlaka izlemenizi öneririm.
Dikkat! Yazı, spoiler içeriyor fakat belgesel tutkunları bilir ki spoiler bizi engelleyemez!
Bir filmde, dizide, belgeselde Stieg Larsson ismini görmek, onu izlemem için yeterli. 2004’te henüz 50 yaşındayken, çalıştığı gazetenin merdivenlerinde geçirdiği kalp krizi sonucu ölen Stieg Larsson çok sevdiğimiz Millenyum serisinin yazarı ve Nordik Noir’ın en önemli isimlerinden biri. 41 ülkede çok satan bu serinin ilk üç kitabını yazan Larsson kitaplarının basıldığını, tüm dünyada okunduğunu, beyazperdeye uyarlandığını göremedi ne yazık ki… 10 kitap olarak planladığı serinin altı kitabı Ejderha Dövmeli Kız, Ateşle Oynayan Kız, Arı Kovanına Çomak Sokan Kız, Örümcek Ağındakı Kız, Göze Göz Dişe Diş Diyen Kız, Ölmesi Gereken Kız adıyla ülkemizde de yayımlandı.
Stieg Larsson aslında gazeteci, fotoğrafçı ve sosyalist bir aktivistti. 1977-1999 arasında İsveç’in en büyük haber ajansı Tidningarnas Telegrambyrå’da grafik tasarımcı olarak çalıştı. Beyaz üstünlüğünün ve aşırı sağın gençler arasında yayılmasını önlemek için Expo Vakfı’nı kurdu ve vakfın dergisi Expo’nun editörlüğünü üstlendi. Larsson, İsveç’teki aşırı sağ üzerine araştırmalarıyla tanınıyordu. Bu çalışmaları İsveç’teki ırkçı örgütlerin ortaya çıkarılmasında etkili oldu. Ulusal ve uluslararası aşırı sağcı ve ırkçı örgütleri incelediği Aşırı Sağ kitabını 1991’de yayımladı. İsveç’te özellikle kuruluş aşamasında NeoNazilerin rol aldığı İsveç Demokratları partisine odaklanmış; göçmen karşıtı, çokkültürlülük yerine “geleneklerine bağlı bembeyaz İsveç” hayali kuran ve 2022 seçimlerinde ikinci olan bu partiyle ilgili kapsamlı araştırmalar yapmıştı. Aşırı sağ ve ırkçı örgütlerle ilgili panellere konuk oluyor, yazılar kaleme alıyordu ve dolayısıyla ölüm tehditleri altında yaşıyordu. Larsson’un bu dönemi, Stieg Larsson: Ateşle Oynayan Adam belgesel filminde işlendi. Bron/Broen, Marcella gibi çok izlenen dizilerin yönetmeni Henrik Georgsson’un yönettiği belgesel, 2019 Sundance Film Festivali’nde yarıştı.
2023 yapımı Ateşle Oynayan Adam belgeseliyse Jan Stocklassa’nın 2019’da yayımladığı The Man Who Played with Fire: Stieg Larsson’s Lost Files and the Hunt for an Assassin kitabından uyarlandı. Jan Stocklassa eski bir diplomat ve işinsanı. Prag’daki diplomatlık görevini bitirdikten sonra 2015’te ilk kitabı Gripen av Prag’ı yayımladı. Kitap, Saab ve British Aerospace’in Saab’ın süpersonik savaş uçakları Gripen’i Çek Cumhuriyeti’ne satma girişimleriyle bağlantılı yolsuzluğu ifşa ediyordu. Kitabın ardından yedi ülkede polis soruşturması açıldı. Peki, Stocklassa ve Larsson’u bir kitap ve belgeselde bir araya getiren olay neydi?
2013’te Stocklassa, Stockholm’ün banliyösünde araştırdığı binadaki bir depoda 20 kutu buluyor. Kutuların üstünde yazan isimse Stocklassa’nın şaşkınlığına sebep oluyor: “Stieg Larsson Arşivi.” Kutulara göz attığında ikinci bir şok yaşıyor: “Olof Palme Cinayeti.”
Stieg Larsson, 1986’da suikasta uğrayan Olof Palme’nin cinayetini 10 yıl boyunca araştırmış, yüzlerce bilgi ve belgeyi arşivlemiş ve bir sonuca ulaşmıştı. Stocklassa’nın anlattığına göre, Larsson’un ani ölümüyle ailesi, tüm belgeleri bir depoya kaldırmış ve orada unutmuş. Stocklassa, aileden izin alarak tüm kutuları İsveç’in kuzeyindeki tipik kırmızı kulübesine götürmüş ve yıllar boyunca, Başbakan Olof Palme suikastını Larsson’un belgelerini takip ederek genişletmiş.
Olof Palme Kimdi, 1986’da Ne Oldu?
1927 doğumlu Palme, 1969’da İsveç Sosyal Demokrat Partisi başkanı oldu. 1969-1976 ve 1982-1986 aralığında iki kez başbakanlık yaptı. Palme, Vietnam Savaşı’nda ABD işgaline ve Soğuk Savaş döneminde özellikle ABD’nin silahlanmasına karşı çıkmış, Küba gibi “üçüncü dünya ülkesi” olarak tanımlanan ülkelere destek olunmasını savunmuş, Güney Afrika’daki Apartheid rejimine karşı yürütülen mücadeleye finansal ve politik desteğini açıklamıştı. Bu görüşleri nedeniyle de ABD ve batının keskin dille eleştirdiği bir lider haline gelmişti. Palme, bir sosyal demokrat olarak ABD ve SSCB dışında bir üçüncü yolu savunuyor ve NATO üyeliğine karşı çıkıyordu. İsveç’teki muhafazakâr, sağcı gruplar Palme’yi “Moskof uşağı” olarak tanımlıyordu ve İsveç’te “Palme Nefreti” tabiri gündelik hayatta bile kullanılıyordu.
Olof ve Lisbet Palme çifti, oğullarıyla 28 Şubat’ta Sveavagen Caddesi’ndeki bir sinema salonundan çıkarlar. Burası sinema, tiyatro salonlarının, restoran-barların yoğun olduğu bir caddedir. Kişisel programında koruma istemeyen Palme çiftine bir adam yaklaşır. Adam, Olof Palme’yi sırtından vurur, sonra Lisbet Palme’ye ateş eder. Lisbet Palme dizlerinin üstüne düşer, Olof Palme ise yerde kanlar içindedir. Görgü tanıkları polise haber verir, hastanede ölen kişinin İsveç başbakanı olduğu bilgisi gazetecilere ulaşır. İsveç televizyon ve radyolarında bu haber büyük bir şaşkınlığa neden olur. Stieg Larsson da haber ajansının görevlendirmesiyle olay yerine gider ve olay yerinin haritasını çıkarır.
4 bölümlük belgesel, işte bu suikastı görgü tanıkları ifadeleri, polis kayıtları ve çok daha fazlasıyla inceliyor; Larsson’un şüphelendiği isimler, örgütler ve ülkeler paralelinde Stocklassa’nın araştırma ve kayıtlarını içeriyor. Her bölümde Larsson’un dikkat çektiği isimleri, Stocklassa’nın tartışmalı isimlerle yaptığı gizli görüşmeleri izliyor ve şaşkınlığa uğradığımız bir sonla karşılaşıyoruz.
Tuhaf Bir Soruşturma
İsveç toplumunun büyük çoğunluğunu Palme suikastı kadar etkileyen şey, polisin soruşturmayı çok kötü yönetmesiydi. “Avrupa’nın Kennedy’si” denen bu olaya tanık olanlar, polisin kendilerini dinlemediğini söylüyor. Belgeselde üç görgü tanığıyla da röportaj yapılıyor. Üç görgü tanığı da kaldırımda eşiyle yürüyen bir adamın, kaldırımda bekleyen silahlı bir adam tarafından vurulduğunu; karısının da vurulduğunu ve dizlerinin üstüne çöktüğünü, silahlı adamın bir süre yerdekilere baktığını ve merdivenli bir sokağa kaçtığını anlatıyor. Vurulan kişinin başbakan olduğunu bilmeyen bu kişiler, polisi arayarak Sveavagen’de bir adamın vurulduğunu ihbar etmiş. Caddede yürüyen başka tanıklarsa başbakanın önünde iki, arkasında bir adamın yürüdüğünü, onların koruma polisi olduklarını düşündükleri için şüphelenmediklerini söylemiş. Ne var ki polis, görgü tanıklarına önem vermemiş, hatta daha sonra ismini çokça duyacağımız, Stig Enström adlı tanığı ilgi çekmeye çalışmakla itham etmiş.
O gün olay yerinde görevli bir polis de röportajda yer alıyor. Polis, başbakanın vurulduğu kaldırım ve çevresinin bantla çevrildiğini fakat oldukça geniş bir kısmın açık olduğunu, meraklı insanların ve gazetecilerin etrafta dolaştığını, olası tüm izlerin insanlar tarafından yok edildiğini düşündüğünü söylüyor. Öyle ki suikastta kullanılan mermilerden birini bir gazeteci bulup polise teslim ediyor, diğerini de bir polis köpeği, karların içinden buluyor. O dönemde Stockholm’de çok az polisin görev yapması da soruşturmayı kötü etkiliyor.
Cinayetten 12 saat sonra Stockholm Polis Şefi Hans Holmer, soruşturmanın başına geçiyor. Holmer, istihbaratta görev almış bir polis ve cinayet soruşturmasında deneyimi yok. Bu, kamuoyunda uzun zaman tartışılıyor.
Stieg Larsson, polis soruşturmasının kötü başladığınıve böyle süreceğini görüyor; araştırmacı gazeteci olarak herkesten gizli kendi soruşturmasını yürütmeye karar veriyor. Böylece İsveç’te Palme suikastını araştıranlar için söylenen “Palme Virüsü” Larsson’a bulaşıyor.
Holmer ile “Kayıp Yıl”
Mayıs ayında Holmer, suikastta PKK’nin şüpheli olduğunu açıklıyor. Bir tanık, PKK sempatizanlarının suikasttan sonra kutlama yaptıklarını söyleyince polis, 26 kişiyi tutukluyor. Palme hükümeti, PKK’yi terör örgütü olarak kabul ettiği için bu suikastın PKK tarafından yapıldığını düşünen Holmer, iddiasını net biçimde savunuyor. Bu 26 kişi, savcılık sorgusunda olayla ilgileri kanıtlanmadığı için serbest bırakılıyor. Soruşturmanın alelacele yürütülmesi ve skandalla sonuçlanmasıyla Holmer görevinden istifa ediyor. İsveç’te Holmer’in soruşturmanın başında olduğu dönem “kayıp yıl” olarak kabul ediliyor.
Baştan savma soruşturma süreci nedeniyle Larsson da dahil birçok kişi, polisin bu cinayeti özellikle çözmemek için uğraştığına dair kuvvetli bir şüphe taşıyor. Çünkü bu kadar beceriksizlik akla yatkın gelmiyor. “Palme Nefreti” özellikle kolluk güçlerinde göründüğü için polisin bu işte parmağı olma ihtimali düşünülüyor. Holmer’den sonra soruşturmanın başına geçen kişi, bu suikastın organize yapılmadığını, yalnız bir katilin işi olduğunu iddia ediyor.
Palme’nin vurulduğu caddede yaşayan, eski hükümlü, uyuşturucu satıcısı ve alkolik bir adam gözaltına alınıyor: Christer Pettersson. Katilin teşhisi için çağrılan Lisbet Palme -savcının yönlendirmesiyle- Pettersson’u teşhis ediyor. 3 yıl sonra mahkemeye çıkarılan Pettersson, müebbet hapse mahkûm ediliyor. Olayla ilgisi olmadığını, suçun kendisine yıkılmak istendiğini defalarca belirten Pettersson’un cezası yüksek mahkeme tarafından hatalı yargılama nedeniyle haksız bulunuyor ve Pettersson beraat ediyor.
Organize Cinayet
Aşırı sağ ve ırkçı örgütler konusunda uzman olan Larsson, bu suikastın yalnız bir katil tarafından yapılmaıdığından emin. Polisin önem vermediği tanıklardan 36’sı, caddede telsizli adamların bulunduğunu söylüyor. Polis ise olay yerinde telsiz bulamıyor. Telsizle ilgili şaşırtıcı bir gelişme Nisan 2019’da yaşanıyor. 1986’da kaldırımda bir telsiz gören gençler, bunu doğum günü hediyesi olarak arkadaşlarına veriyor. 1986’da bulunamayan bu kanıt, incelenmek üzere adli laboratuvara gönderiliyor.
Dönelim Larsson soruşturmasına; cinayetten önce dışişleri bakanlığına gönderilen bir belgenin varlığı ve polise yapılan bir arama ortaya çıkınca Larsson’un aşırı sağ örgütlerle ilgili araştımalarında karşılaştığı iki isim öne çıkıyor. Aşırı sağcı bir adam, cinayetten 8 gün önce Palme’nin öldürüleceğini dışişleri bakanlığına iletiyor. Yugoslav paralı asker olan bir başka adam ise Kasım 1985’te CIA’in kendisine Palme’yi öldürmek için para teklif ettiğini iddia ediyor. Bu iddialar, o dönemde dikkate alınmıyor. Stieg Larsson, çok gizli ibareli bir belgeye ulaşıyor. 19 sayfalık bu belge, CIA’in suikast timlerinin nasıl seçildiğini, nasıl yetiştirildiğini, hangi tür silahların kullanılması gerektiğini açıklıyor. Peki, İsveç’te ABD destekli gizli bir paramiliter örgüt mü bulunuyor?
İsveç’teki CIA: Stay Behind
CIA, MI6, NATO ve Avrupa gizli servislerinin II. Dünya Savaşı’ndan sonra birçok ülkede antikomünist örgütler kurduğu ortaya çıktı. Türkiye’de kontrgerilla olarak adlandırdığımız bu örgütlenmeler İtalya, Yunanistan, İspanya, Portekiz ve daha birçok ülkede aktifti. Larsson araştırmalarını derinleştirdikçe İsveç’te de antikomünist, aşırı sağcıların bir araya getirildiği, CIA destekli gizli bir örgütün varlığını deşifre etti. Stay Behind adındaki bu örgüt, silahlara erişimi olan ve CIA’in eğittiği fanatiklerden oluşuyor. Barış zamanı pasif, savaş zamanı aktif olacağı belirtilen örgüt, ABD’nin pek de hoş karşılamadığı bir başbakan döneminde sessiz kalabilir miydi?
Vietnam Savaşı’ndan beri ABD, Olof Palme’yi bir sorun olarak görüyor. Çünkü Palme bu savaşı vahşet, korkunç bir işkence olarak niteliyor ve ABD politikasını Nazizmle eşdeğer bulduğunu söyler. 1968’de Kuzey Vietnam’ın Moskova büyükelçisiyle savaş karşıtı yürüyüşte ön saftadır. Soğuk Savaş döneminde ABD ve SSCB’nin “silahlanma yarışı”na karşı çıkar. İsveç bu dönemde hem coğrafi hem politik açıdan kritik bir pozisyondadır. Sovyetlerin İsveç’i alacağına inanan ABD, özellikle Palme’nin 1975’te Havana’da yaptığı ve “Yaşasın İsveç ve Küba’nın dostluğu” diye bitirdiği konuşmasından hiç memnun değildir.
Larsson’un Stay Behind örgütünü ifşasından sonra belgeselde Carl Corby ile tanışıyoruz. Carl, CIA eski başkanı babası William Corby’nin gizli örgütü nasıl kurduğunu anlatıyor.
Sovyet Denizaltıları Krizi
1981’de nükleer başlık taşıdığı iddia edilen bir Sovyet denizaltı İsveç’te karaya oturur. Sovyetler, bunun hava koşulları ve hatalı rota nedeniyle gerçekleştiğini söyler, olay soruşturulur. 1982, 84 ve 86’da da benzer durumlar yaşanır. Palme, Sovyetlere protesto notası iletir ve İsveç’in saldırı durumunda kendini savunacağını belirtir. Saldırı riskine karşı ABD ile gizli işbirliği yolunu seçer.
İsveç istihbaratından çalışan görevlilerle yapılan röportaj, Palme suikastının KGB tarafından CIA’ye yüklendiğine dair görüşleri sunuyor. SSCB’nin İsveç’i kontrol etmeyi hatta işgal etmeyi amaçladığı, Palme’nin ölümünün de KGB tarafından planlandığı iddia ediliyor. Larsson’un araştırmaları bu yönde sağlam veriler sunmuyor. Dolayısıyla Larsson bu ihtimali kuvvetli bulmadığı için diğer olası senaryolara yoğunlaşıyor.
Aşırılık Yanlıları ve “Palmehatte”
İsveç’te bir siyasi figürün ismiyle kelime üretilen ilk kişi Olof Palme’dir: Palmehatte (Palme Nefreti). Sağcı partilerin mitinglerinde ölü kuklasının elden ele dolaştığı, gazetelerde şeytan gibi resmedilen, İsveç’i SSCB’ye vereceği dilden dile dolaşan ve özellikle 60’ların sonunda nefret edilen bir isimdi Palme. Larsson uzun yıllar aşırı sağ üzerine çalıştığından öne çıkan isimler ve örgütlerle ilgili bir şema çıkarmıştı. Bu şema o kadar ayrıntılıydı ki Larsson yaşasaydı birçok ismi ifşa edebilir, cinayet bağlantılarını ortaya çıkarırdı, diyor Stocklassa.
Larsson’un belgelerinde Palme Nefreti konusunda üç isim öne çıkıyor. Stocklassa bu isimleri bulup onlarla serbest gazeteci gibi röportaj yapmayı düşünüyor ve yaşayan iki kişiyle bunu yapıyor.
Palme’nin Üç Büyük Düşmanı
Alf Enerström; en büyük Palme düşmanı. Palme karşıtı her organizasyona maddi destek sağlıyor ve Palme’nin ölmesini istiyordu. Stocklassa, 2014’te Enerström ile görüşüyor ve bu görüşmeyi kayda alıyor. 1986’da polise eşiyle birlikte evde olduğunu söyleyen Alf, bu video kaydında suikastın yapıldığı caddede olduğunu anlatıyor. Oldukça yaşlı olan Alf ’in hangi ifadesine inanacağımızı bilemiyoruz. Polisin de Palme’den nefret ettiğini ve kendisiyle suikast için iletişime geçtiklerini söyleyip detayları anlatıyor. Stocklassa, bu kayıttan sonra belgeleri tekrar kontrol ettiğinde İsveç güvenlik polisinin Alf Enerström soruşturmasını kapattığını fark ediyor.
Victor Gunnarsson; aşırı sağcı bir kaçık olarak nitelemiş Larsson. Gunnarsson, Palme’nin vurulması gerektiğini her yerde söylüyor ve bir gün caddede yürüyen birine, “Dikkat edin, bir gün fikirleriniz yüzünden sırtınızdan vurulabilirsiniz,” diyor. Polis, Gunnarsson’u sorguluyor ve serbest bırakıyor. Başlarda ismi geçen Yugoslav paralı askerin de yakından tanıdığı Gunnarsson’un izine ABD’de rastlıyoruz fakat öldürülmüş olarak…
Bertil Wedin; Larsson’un belgelerinde “aracı” ve “tehlikeli” notlarıyla yer alan bu isim, belgeselin en dikkat çekici ismi.
Güney Afrika’dan Kuzey Kıbrıs’a
Stieg Larsson ve bağlantıları, Bertil Wedin’i özellikle araştırıyor. Wedin’in birçok ülkeye ait pasaportları da (aralarında T.C. pasaportu olması bizi şaşırtır mı?) dahil önemli belgelere ulaşıyor. Peki, “aracı” kelimesi ne anlama geliyor ve Wedin kimin işini kolaylaştırıyor?
Bertil Wedin, 1965’te Kongo’da BM askeri olarak görev yapmış. CIA, MI6, İsveç Gizli Polisi ile bağlantıları olan aktif bir sağcı. Wedin, İsveç’le iade anlaşması olmayan Kuzey Kıbrıs’ta yaşıyor.
Wedin’in özellikle Güney Afrika’yla bağlantıları, Larsson’un Wedin’e odaklanmasını sağlamış. Bunu fark eden Stocklassa, Larsson’un bağlantılarıyla görüşüyor. Peki, Güney Afrika devletinin İsveç başbakanıyla derdi ne olabilir?
“Apartheid’i Kaldırın!”
Güney Afrika Cumhuriyeti, 1948-1994 arasında devlet politikası olarak ırksal ayrımcılığı savunuyordu. Beyazlar ve siyahlar ayrı yaşıyor, ayrı tren istasyonları, ayrı trenler, sadece beyazların oturabileceği banklar, sadece siyahların yaşayabileceği mahalleler… Bu o kadar ileri gitmişti ki bazı beyazlar, siyahların ağaçlardan yeni indiğine inanıyordu!
Beyaz üstünlüğüne karşı mücadele eden Afrika Ulusal Kongresi (ANC) dönemin ABD Başkanı Reagan ve İngiltere Başbakanı Thatcher tarafından şiddet yanlısı bir örgüt olarak tanımlanıyordu. ANC’nin mücadelesinde Palme kilit rol üstleniyordu. 1975’teki BM Genel Kurulu’nda Güney Afrika’da uygulanan rejimin, Afrikalılara yapılan zulmün ve ırkçılığın kabul edilmeyeceğine dair bir konuşma yapmıştı. Palme hükümeti, ANC gibi örgütlü kurtuluş hareketlerine açık ve gizli finansal yardımda bulunuyordu. Londra, Paris ve Stockholm’de Apartheid karşıtı hareket güçlüydü. Halk, mitinglerle ANC’ye desteğini gösteriyordu. Bu, Güney Afrika devletinin hoşnut olmadığı bir durumdu ve birden bu üç şehirdeki ANC ofislerine bombalı saldırılar gerçekleşti. Tüm bu eylemlerin Güney Afrika gizli servisince yapıldığı düşünüldü.
İşte, Bertil Wedin burada devreye giriyor. Wedin, 70’lerin sonu 80’lerin başında Güney Afrika’da bulundu ve gizli servisle işbirliği yaptı. Stocklassa, Kuzey Kıbrıs’ta yine serbest gazeteci olarak Wedin’le görüşme ayarlıyor. Bu kez görüşmeyi gizli kamerayla kaydediyor. Bu kayıt, belgeselin en ilgi çekici noktalarından biri, bu nedenle ayrıntıları yazmıyorum. Wedin hiçbir zaman İsveç polisi tarafından sorgulanmıyor. Stocklassa, Güney Afrika’da diplomat olan bağlantısı sayesinde bir gizli servis çalışanıyla görüşüyor. Ve Wedin’in Güney Afrika bağlantıları doğrulanıyor. Apartheid rejimi sona erince ortalık gizli belge kaynıyor. Herkes birilerine gizli belge satmaya çalışıyor. Bunların bir kısmı sahte, bir kısmı gerçek. Bu belgelerden biri Stocklassa’nın bağlantısına ulaşıyor. Güney Afrika Devlet Konseyi imzalı bu belgede Palme, “devlet düşmanı” olarak tanımlanıyor, günlük rutini biliniyor. O dönem general olan bir isim, bu belgeyi doğruluyor.
Güney Afrika’yla bağlantılı İsveçli bir isim daha karşımıza çıkıyor: Craig Williamson. ANC’de yer alan Williamson aslında apartheid’i savunan bir casus! Palme suikastından 1 hafta önce Stockholm’de ANC konferansında onu gören tanıklar olsa da Williamson orada olmadığını söylüyor. Stocklassa, Larsson’un belgelerinin izinde Güney Afrika bağlantısını kuruyor. Wedin, Williamson, Gizli Servis… Gizlice kaydettiği görüşmeler dahil tüm belge, kayıt ve bilgileri polise veriyor ve suikastın 30 yılı aşkın süre sonunda aydınlatılacağını umuyor.
Polis, Katil Zanlısını Açıklıyor!
10 Haziran 2020’de İsveç polisi ve savcılık basın toplantısı yaparak Palme suikastını çözdüğünü söylüyor ve zanlıyı açıklıyor: Suikastın olduğu caddedeki şirkette çalışan grafik tasarımcı, Stig Engström! Engström “Skandiamannen” (Skandia Adamı) olarak biliniyordu ve yazının başında bahsettiğim, “ilgi çekmek isteyen görgü tanığı”ydı.
Onca resmi belgeyi polise ileten Stocklassa bu açıklama karşısında şoke oluyor. Skandia Adamı’nın bu suikastı gerçekleştirmek için nedeni, motivasyonu açıklanmıyor. Cinayet silahının Engström’le ilişkisi kanıtlanmıyor, tanıkların eşkâl ifadeleri Engström’e uymuyordu. 34 yıl sonra hiçbir kanıt, tanık olmadan zanlı olarak verilen isimse zaten 2000’de ölmüştü. Yani dosya kapatılıyor! Kamuoyu anketleriyse İsveçlilerin sadece %19’unun katilin Engström olduğuna inandığını gösteriyordu. Soruşturma da sonuç da kimseyi tatmin etmemişti.
Yazar Thomas Pettersson, 2018’de yayımladığı kitabı “Muhtemel Katil”de Engström’ün zanlı olduğunu yazdı ve aynı adlı kitaptan uyarlanan The Unlikely Murderer isimli mini dizi 2021’de yayınlandı.
Politik yapımlar, takipçilerinin çok dikkatli olduğu bir türdür. Çünkü her şey politiktir! Örneğin bir Hollywood yapımında Küba korkunç bir ülkedir, Castro bir diktatördür, Kübalılar can çekişmektedir! Oysa ABD’li bir demokrat olan Michael Moore’un Sicko belgeselini izlediğinizde Küba’yı görürsünüz (en azından sağlık açısından). ABD ve İngiltere yapımlarında SSCB-KGB korkunç suçlar işler; CIA, MI6 bu kötülüklerin karşısındadır; Doğu Almanya’da insanlar batıya kaçmak için uğraşır. Güney Kore o kadar özgürdür ki Kuzey Kore’den kaçanların umududur ama güneye kaçanların bir süre sonra kapitalizmin korkunç yüzüyle tanışıp pişman olduklarını görmeyiz. Yazının başında da bahsettiğim gibi, Stieg Larsson ismi bu belgeselin güvenilir olduğunu düşünmem için ilk nedendi. Belgeselde Larsson’un, Palme’nin ve Stocklassa’nın KGB ajanı olduğuna inanan insanların olduğunu görmek de şaşırtıcı gelmedi.
Bu ilginç ve çok önemli bilgiler veren belgeseli mutlaka izlemenizi öneririm. Özellikle II. Dünya Savaşı’ndan sonra ülkelerin gidişatını değiştiren olayları da hatırlayıp bugünleri değerlendirmek için… Dikkat! Palme Virüsü’ne yakalanabilirsiniz.