Death by Fame

Sara Azari ile ‘Death by Fame’ Programını Konuştuk

23 dakikalık okuma

Ünlü suçluları ve kurbanları konu edinerek diğer gerçek suç programlarından ayrılan ve kendi hayran kitlesini oluşturan Death by Fame 2. sezonuyla geri dönmeye hazırlanıyor. 

Her bölümünde gösteri dünyasından bir başka cinayeti irdeleyen bu Discovery Investigation yapımı, 15 Mart 2024 tarihinde bir kez daha izleyicilerle buluşacak. Death by Fame‘in yeni sezonda rap efsanesi Jam Master Jay’in öldürülmesinden, gelmiş geçmiş en büyük solistlerden James Brown’un şüphelerle dolu ölümüne kadar birçok konu ele alınıyor. Bölümleri önceden izleme şansım olduğu için söyleyebilirim ki Death by Fame’in yeni sezonu kimi zaman vahşi cinayetlerle dehşete düşürüyor, kimi zaman “James Brown öldürüldü mü?” gibi sorularla zihninizi kurcalıyor ve sonuçta en sürükleyici polisiye filmler kadar heyecan uyandırıyor! 

Birkaç gün önce, programın sunuculuğunu yapan avukat Sara Azari ile Death by Fame’in yeni sezonunu konuşmak üzere – internet üzerinden olsa da – buluştuk. Bayan Azari’nin İran asıllı olduğunu soyisminden tahmin etmiştim ama kendisi beni Türkçe “İyi akşamlar!” diyerek selamlayınca şaşırdım. Meğer babası epey bir dönem Türkiye’de kalmış, kendisi de İstanbul’a tabiri caizse âşık. Anlayacağınız, söyleşimiz daha başından keyifli başladı. Konuştuğumuz mevzular da merak uyandırıcı olunca ortaya gerçekten keyifli bir söyleşi çıktı. Death by Fame’in yeni sezonuyla ilgili tüm merak edilenleri konuştuk, onunla da kalmadık, suç ve şöhret ilişkisini de epey irdeledik. 

İyi okumalar dilerim! 

Sara Azari: “Daha fazla fırsat daha fazla baskıyı beraberinde getiriyor. Ancak herkes bu baskının altından kalkamıyor ve başarılı olamıyor. Bence felaketin tarifi bu.”

Öncelikle, yeni sezon için tebrikler! Röportajımıza Death by Fame’in yapım sürecini konuşarak başlamak istiyorum. Dizide işlenen vakaları nasıl araştırdığınızı ve bulguları nasıl ele aldığınızı anlatır mısınız?

Çok şanslıyım çünkü hem Investigation Discovery’de hem de yapım şirketi AMPLE Productions’ta harika bir ekiple çalışıyorum. Bu programı birlikte hazırlıyorlar ve nihai yapımda yer alacak tüm farklı bileşenlerle o kadar çok kişi ilgileniyor ki… Bu yüzden ortaya çıkan iş bu kadar iyi. 

Ben Death by Fame‘de işlediğimiz vakaların belirlenmesi sürecinin bir parçası değilim ama kesinlikle harika bir iş çıkarmışlar. Vakalar seçildikten sonra yapım şirketi ve Investigation Discovery ekibi, bu vakaların hangi açılardan ele alınacağını da birlikte belirliyor. “Bu vakada izleyiciler için önemli olan ne?” sorusunu soruyorlar. Ve bu fikir etrafında programın yapımına başlanıyor. Sonra bir sürü araştırma yapılıyor. AMPLE Productions ekibi mahkeme belgelerine ulaşıyor, vakaya dair haberleri tarıyor, maktulün aile üyeleriyle falan konuşuyor. Ardından olayın yaşandığı zamanda civarda olan kişileri araştırıyorlar. Her vaka için bu dosyaları bir araya getirdikten sonra ise bunları benimle paylaşıyorlar. Ben bunlara hukuki açıdan bakıyorum. Ben bir hukukçuyum. Yapımcı değilim. O yüzden konuyu bu açıdan, derinlemesine inceliyorum. “Bu davada ne oldu?”, “Bu cinayette ya da bu soruşturmada ne oldu?” sorularını soruyorum ve ardından konuya hukuki bir bakış açısı getiriyorum.

Sonra tüm bunları birleştiriyor ve tek tek bölümleri çekmeye başlıyoruz. Bunlar esasen uzun röportajlar oluyor. Ben mekan seçiminin de parçası değilim ancak yapım ekibi şehrimde, Los Angeles’ta, hep bu çok havalı ve karanlık yerleri bularak harika bir iş çıkarıyorlar. Tabii, bir senaryo da yazılmıyor. Ama benden ne beklendiğini, konuşmam gereken konuları biliyorum. Zaten araştırmamı yapmış oluyorum.

Bu program hem adalet ve suçlular hem de şov dünyası hakkında. Sizce bu programda konu ettiğiniz ünlüler Amerika Birleşik Devletleri (ABD) gibi gösteri dünyasının kalbinin attığı bir ülkede değil de gösteri dünyasının daha küçük olduğu bir ülkede yaşasalar, yine de bu suçların parçası olurlar mıydı? Bir başka deyişle, tüm bu ünlüleri bu karanlık kadere götüren şey Amerikan gösteri dünyası mı?  

Çok ilginç ve güzel bir soru. ABD’de çok fazla suç işlendiği aşikâr. Sorunlarımız var. Akıl hastalıkları çok yaygın. Akıl sağlığımızla başa çıkma konusunda iyi bir iş çıkardığımızı düşünmüyorum. Tüm bunlar, ünlü biri olsun ya da olmasın, insanların davranışlarını etkiliyor. Ancak Hollywood gibi bir ortamda bulunduğunuzda, yani illa Los Angeles’taki Hollywood da değil, New York gibi bir başka ünlü başkenti de olabilir, daha fazla baskı ve fırsatla karşı karşıya kalıyorsunuz. Daha fazla fırsat daha fazla baskıyı beraberinde getiriyor. Ancak herkes bu baskının altından kalkamıyor ve başarılı olamıyor. Bence felaketin tarifi bu. 

Death by Fame
Sara Azari

“[Ünlüler] bazen daha özel olduklarını düşünüyorlar ama değiller. Tüm yasalar onlar için de geçerli.”

Death by Fame’in 2. sezonunda sizi en çok etkileyen, şaşırtan ya da dehşete düşüren vaka hangisi oldu?

Aslında bu karmaşık bir soru çünkü Death by Fame‘in yeni sezonunda sorunuzun her bir kısmı için farklı bölümler var. Sanırım beni en çok üzen Jam Master Jay’in hikayesiydi çünkü büyük bir hip-hop hayranıyım. “Off the Record” adını verdiğimiz bu bölüm, bizim için sezonun büyük finaliydi. Hip-hop ile büyüdüm ve Jay, müzik stüdyosunda öldürülmüştü. Kimse kimseyle konuşmak istemiyordu. Herkes oradaydı, kimin yaptığını görmüşlerdi ama kimse ortaya çıkmak istemiyordu çünkü o zamanlar rap dünyasında bir sessizlik kuralı vardı. Bu hikayede beni üzen şey, ünlülüğün ne kadar geçici olduğu gerçeği: bir dakika önce çok büyüksünüz, çok para kazanıyorsunuz ama bir dakika sonra geçiminizi sağlamak için uyuşturucu satıcısı olmanız gerekiyor. Bence bu çok üzücü bir gerçek. İdolleştirdiğimiz, mükemmel olduğunu düşündüğümüz birinin nasıl bir anda uyuşturucu satıcısı ya da çete üyesi falan olduğunu anlamak gerçekten zor. Bu konu beni gerçekten çok etkiledi. 

Death by Fame 2. Sezon
Jam Master Jay

Ancak beni en çok dehşete düşüren Blake Leibel vakasıydı. Çok sayıdaki kız arkadaşından birine, çocuğuna hamile olana şiddet uygulayan ve sonunda onun kafa derisini yüzen bir adam. Kızı öldürme şekli çok korkunç. Vahşi cinayetler işleyen her türlü kişiyi temsil ettim ama kariyerim boyunca hiç böyle bir şey görmemiştim. Ne söylemem gerektiğini bile bilemedim. Benim için akıl almazdı. O bölüme hazırlanırken birkaç gece uyku uyumadım.

Önemli bir mesaj vermesi açısından ise “Legal Diva” bölümünü, Loredana Nesci cinayetini söyleyebilirim. Sadece ABD’de değil, tüm kültürlerde sorun olan ve aslında diğer kültürlerde daha büyük bir tabu olan bir konuyu içeriyor: aile içi şiddet. Loredana Nesci, bir reality şov yıldızıydı. Reality şov işine girmiş bir avukattı. Bıçaklanarak öldürüldü. Birlikte yaşadığı erkek arkadaşı, yani nikahsız kocası onu bıçaklayarak öldürmekten hüküm giydi. Bu, kapalı kapılar ardında gerçekleşen aile içi şiddetin ölümle sonuçlanabileceği fikrini güçlendiriyor. Kadın ona karşı pek iyi davranmıyordu. Sanırım kocası ondan bıkmıştı ve yapacağını yaptı. Nefsi müdafaa olduğunu iddia etti. Mahkemede işe yaramadı. Ben bu bahaneyi iyi bilirim. Amerikalı olsam da aslen İranlıyım. İran’da aile içi şiddet hakkında konuşmazlar, bu konuda düşünmezler. Davranışlarını düzeltmenin bir yolu olarak bir çocuğa vurabileceklerini düşünürler. Ama bu ya da karı koca arasında yaşananlar aslında fiziksel bir saldırıdır. Bu nedenle, bu bölümün uluslararası izleyiciler için de çok önemli olduğunu düşünüyorum. Aile içi şiddetin öldürebileceği fikrini vurguluyor. Dolayısıyla çok önemli bir mesajı var.

Death by Fame
Loredana Nesci

Her tür kişiyi temsil ettiğinizi söylemiştiniz. Ünlü suçlular ve kurbanların kamuoyuyla kurdukları ilişkiyi ve nasıl algılandıklarını konuşalım. Bu açıdan sıradan suçlulardan ve kurbanlardan ne kadar farklılar?

Evet, her türden müvekkili temsil ediyorum ama uzun süredir Los Angeles’ta olduğum için bana zaman zaman ünlüleri ve yüksek profilli insanları getiren bir referans sistemim var. Bazen bu kişi ünlünün kendisi değil de eşi, kardeşi, menajeri falan oluyor. Ama bir ünlünün yakını da o dünyadandır. Bu yüzden ünlülerle uğraşmak farklı bir mesele… Onları temsil etmek için çok bütüncül bir yaklaşım benimsemeniz gerekiyor. Çünkü sadece onların yasal sorunlarıyla ilgilenmiyorsunuz: menajerleri var, kamuoyu imajları var, reklamcıları ve halkla ilişkiler ajansları var… Sicillerinde tek bir alkollü araç kullanma suçu varsa sigorta şirketleri onları sigortalamıyor. Bu karmaşık bir süreç. Ünlü olmayan, sıradan bir müvekkil için adalet yollarını takip edebilirim. Hukuk konusunda yaratıcı olabilirim. Onları bir tedavi merkezine yerleştirebilir ve mahkemeye geri dönüp iyi olduklarını söylemeleri için ne yapmaları gerekiyorsa yapmalarını sağlayabilirim. Bir ünlü söz konusu olduğundaysa, bilemiyorum. Eğer bir şeyler çekiyorlarsa ve tedavi merkezindeki diğer insanların onları görmesinden ya da bir uyuşturucu sorunları olduğunu öğrenmelerinden endişe ediyorlarsa… Bilirsiniz, tedavi merkezinin etrafında magazin muhabirleri belirebilir falan. Bu konularda endişe duyabiliyorlar. Yani ünlüler söz konusu olduğunda çok fazla katman var. Bu da karmaşık bir durum yaratıyor. Çünkü bazen daha özel olduklarını düşünüyorlar ama değiller. Tüm yasalar onlar için de geçerli. 

Bu arada ünlülerle ilgili bir başka sorun da hukuk sisteminin onları ses getirecek bir mesaj vermek için kullanması. Bu yüzden artık genellikle daha ağır cezalandırılıyorlar çünkü onlar büyük isimler ve adalet sistemi sesinin yüksek çıkmasını ister. Örneğin, Alec Baldwin’in davasını takip ettiniz mi? Baldwin suçlanmamalı. Davayı kazanacak. Suçlu bulunmayacak. Hukuki açıdan konuşuyorum. Ama bu küçük kasabada, Santa Fe’deki bu küçük yerde ve bu adliyede, onu buraya gelip bir film çekerken birini öldürüp hiçbir şey yapmadan çekip gidemeyeceğinize dair bir örnek oluşturmak için kullanıyorlar. Bilirsiniz işte. Ünlüler de ünlü oldukları için adaletsizliğe uğruyorlar.

“İnsanların istediği şey gizem. Cevaplar değil, sorular istiyorlar.”

Gayet açıklayıcı oldu, teşekkürler. Söyleşimizin sonuna geliyoruz. Sizce iyi bir gerçek suç belgeselinin temel özellikleri neler?

Yanlış bilgilendirmeye karşı çok duyarlıyım. Çünkü bunun kurbanlar için korkunç olduğunu düşünüyorum. Henüz mahkemeye çıkmamış sanıklar için de korkunç… Bu yüzden bir belgeselde ya da röportajda gerçek olguların gösterilmesi konusunda çok hassasım. Bununla beraber, insanların istediği şey gizem. Cevaplar değil, sorular istiyorlar. Mesela ben, hep yaptığım işi yapmama rağmen James Brown bölümünde “Aman Tanrım!” dedim. Bunca yıldır kalp krizinden öldüğünü sanıyordum. Cinayet olduğunu düşünmek için hiçbir nedenim yoktu ama bir hemşirenin hastane odasına iki kişinin girdiğini gördüğünü, bundan kısa bir süre sonra James Brown’un öldüğünü ve ona otopsi yapmadıklarını bilmiyordum. İzleyiciyi işte bu sorularla baş başa bırakmak, bunun da bir olasılık olduğunu düşündürmek istiyorsunuz. 

Peki sizin James Brown vakasıyla ilgili nihai kanaatiniz nedir?

Kim bilir! Herkes ondan para koparmak istiyordu. Tüm parasını yoksul çocukları eğitmek için bir hayır kurumuna bırakacağı ve kimseye vermeyeceği konusunda çok netti. James Brown’un bir sürü çocuğu vardı ve bugün hâlâ mirasa karşı dava açıyorlar. Yani, eğer zenginseniz ve paranız varsa, ölmenizi istemek için daha fazla neden vardır. Pekâlâ para öldürmek için bir sebeptir. Bu her zaman aklımın bir köşesinde. Ayrıca otopsi yapılmadığı gerçeği de var. Türkiye’de nasıldır bilmiyorum ama otopsiler çok invaziv. Bu yüzden ailelerin neden otopsi istemediklerini anlayabiliyorum. Ancak otopsi yapılmadığı için hastanede aşırı doz verilip verilmediğini öğrenebileceğimiz bir toksikoloji raporu yok. Bu olmadığı için de nasıl öldüğünü kesin olarak söyleyemem. Nasıl öldüğünü bilmiyorum.

Death by Fame
James Brown

Anladım. Death by Fame programında konunuz hep ünlüler. Onların şöhreti, bu programı çekerken işinizi zorlaştırıyor mu? Yani, sıradan insanlarla bir gerçek suç programı çekmek daha mı kolay olurdu?

Hayır çünkü sıradan insanların sıradışı hikâyeleri olmaz. Bu programdaki insanların hikâyeleri ise sıradışı. Öyle olmasa, bu programın bir parçası olmazlardı. James Brown efsanevi bir şarkıcıydı. Jam Master Jay rap dünyasında bir ikondu. Ama henüz yükselen yıldızlarda bile farklı bir şeyler vardı. Kız arkadaşının kafa derisini yüzen adam gibi. Bu adamın Hollywood’da parlak bir geleceği vardı, neden bir şey yapsın? İşte bu sıradışı unsur yoksa, o zaman “Bu adam neden suç işlesin?” sorusuna ulaşacağınızı sanmıyorum. Sıradan bir insanın, mesela şehrimin en kötü bölgesinde yaşayan bir çetecinin suç işlemesini beklerim. Ama söz konusu bir ünlüyse, onlardan böyle şeyler beklemiyorsunuz. Çünkü ünlülerin yanlış yapamayacağı, parlak bir gelecekleri olduğu gibi bir düşünce var. Neden her şeyi berbat etsinler ki? Neden korkunç bir suç işlesinler? 

Pekala. Öyleyse söyleşimizi son bir soruyla bitirelim: Bu programı başka bir ülkede de çekmeyi hiç düşündünüz mü? Örneğin, Norveç olabilir. Norveç black metal sahnesi epey suça konu olmuştu. Türkiye ya da İran da ilginç olurdu.

Öncelikle, o ülkelerin nasıl olduğunu bilmiyorum. ABD’de araştırma yapmak, Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası aracılığıyla bilgi edinmek ve gerçekten bir şeyler üretmek için epey özgürlüğe sahibiz ve bu konuda oldukça şanslıyız. Diğer ülkelerdeki yasaları ve ne tür materyallere ulaşabileceğimizi bilmiyorum. Bu program için görüntülere ve tüm bunlar hakkında konuşmaya istekli insanlara ihtiyacımız var. Ama gerçek suç türünün birçok ülkede çok popüler olduğunu da biliyorum ve Discovery Investigation’ın oralarda da mevcudiyeti var. Fakat ben bu konuda karar alma sürecine dahil değilim. 

Zaman ayırdığınız için çok teşekkürler. Eklemek ya da Türkiye’deki izleyicilerinize söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Sanırım dünyadaki ve Türkiye’deki vereceğim en büyük mesaj şu: Bu bölümleri izlediğinizde sadece “Bu Amerika’da olan bir şey,” diye düşünmeyin. Dünya giderek daha fazla bağlantılı hale geliyor ve küçülüyor. Sosyal medyayla birlikte artık hepimiz birbirimize bağlıyız. Hepimiz ulaşılabilir durumdayız. Hepimiz savunmasızız. Bence bizim programımıza da bu perspektiften bakarsanız daha fazlasını elde edersiniz. Tekrar aile içi şiddettin olduğu bölüme tekrar geleceğim ama bu programı bir film izler gibi izlemiyor insan. “Bu kurgu,” diye düşünmüyorsunuz yani. Bunların gerçek hayatta yaşandığını biliyorsunuz ve bence bu tip olaylar yalnızca biz Amerikalılara özgü değil.

Death by Fame 2. sezon fragmanını buraya tıklayarak izleyebilirsiniz.

Onur Bayrakçeken

1994 yılında İstanbul'da doğdu. Hâlâ Boğaziçi Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde öğrencilik ediyor. Annesinin başucunda okuduğu kitaplarla okumayı, ilkokul hocasının teşvikiyle yazmayı sevdi. İflah olmaz bir müzik tutkunu. Plak Mecmuası'nın yayın yönetmeni. Ayrıca bir şiir kitabı var, bir de "Prekazi: Vurdu, Gol Oldu!" (Mylos Kitap, 2019) nehir söyleşi kitabını hazırladı.

Önceki Hikaye

Haftalık Polisiye Seyir Rehberi

Sonraki Hikaye

Takris’in İzinde…

En Son Yazılar