Armağan Tunaboylu’nun Metin Çakır karakterini bilmeyen yoktur. Var mı hala? Eh azıcık anlatayım onu da. Kendinden ‘muhabbet tellalı’ ya da ‘kadın satıcısı’ diye bahsedilmesinden hiç hazzetmeyen bir arkadaş kendisi. Üzerlerinden para kazandığı kızlarına çok değer veren, falçatasını adeta bir fırça ile resim yapar gibi ustaca kullanan, mahalle karakolunun Başkomiseri Asım abisinden it gibi korkan bir adam. Beş kitapta da mütemadiyen Asım abisinden dayak yer ve üzerine kalan cinayetleri kendini temize çıkarmak için araştırır. Metin Çakır polisiyelerinde en sevdiğim ise kitapların sonundaki argo sözlüğüdür. Ufkumu açtığını itiraf etmeliyim. Yine bir Metin Çakır polisiyesi olan Karakol Cinayetleri 2016 yılında Dünya Kitap Yılın Polisiye Romanı ödülünü kaptı. O sene Armağan Tunaboylu için güzel bir sene oldu çünkü yine aynı yıl Yıldız Cinayetleri kitabı ‘Şeytan Tüyü’ adıyla sinemaya uyarlandı.
Armağan Tunaboylu’nun Metin Çakır karakterine öyle alışmışım ki başka bir kahraman yazacağını duyduğumda ‘yek yaa, olmaz öyle şey, hem yazsa bile Metin kadar sevmem’ demiştim. Yanıldım.
Metin’den oldukça farklı ve çok tanımasam da nedense Armağan Tunaboylu’ ya benzettiğim bir kahraman olmuş Berkun. Kendisi orkide yetiştiren, hatta orkideleri için evinin terasında (evet adam polis ama dubleks teraslı evi var) kış bahçesi yapmış olan, klasik müzik dinleyen, sıkı bir kitap kurdu, giyimine çok özen gösteren, Loafer ayakkabılarıyla çamura basmaktan imtina eden, Beymen ceketi kırışırsa sinirlenen, parfümünü beğenmediği kadınlarla görüşmeyen bir polis. Elbette bu pahalı ve zevkli yaşam standartlarını polis maaşıyla devam ettirmiyor, zaten mümkün olmazdı. Doğru zamanda, doğru yatırımlar… Bunların dışında ise emniyette pek sevilmeyen, karşısında söylediklerinize dikkat etmeniz gereken, selamı sabahı olmayan hatta buna gerek de duymayan, kendinden başka kimseye önem vermeyen, egolu ve biraz züppe bir arkadaş. Emniyette kimse sevmiyor dedim ama kimse de kendisini sinirlendirecek bir şey de yapamıyor çünkü arkasının çok kuvvetli olduğu ve yukarıdan birileri tarafından korunduğu düşünülüyor. Berkun buna ne mi diyor? Ne diyecek işine geliyor elbette hatta bu söylentilerin alevine arada üflüyor. Dedik ya ukala işte. Ama iş konusunda eline kimsenin su dökemediği bu polisin kapatamadığı bir dosyası da yok. İşini her şeyin üzerinde tutuyor. Orkideleri ikinci sırada.
Armağan Tunaboylu ‘Polisiye Yazarının Ölümü’nde bence her uyanık polisiye yazarının yapması gerekeni yapıyor ve ilk sayfadan hop diye bir cinayetin ortasına bırakarak bizi tavlıyor. Bir adam sırtından bıçaklanarak öldürülüyor ve arabasında yakılıyor. Nasıl bir başlangıç? Şahane değil mi? Ama hemen heveslenmeyin, Berkun’un burada sahneye çıkacağını düşünüyorsanız yanıldınız. Berkun terasında klasik müzik dinleyip orkidelerini severken, Fatih’de işlenen bir cinayete çağrılıyor. İşte ilk karşılaşmamız bu izbe mahalledeki eski evde, üç Suriye vatandaşının cinayetiyle oluyor. Cesetlerin bulunduğu bu eski evin duvarlarına yazılmış olan bazı Arapça yazılar görülüyor. Bu yazıları çevirdiklerinde bazılarının isim, bazılarının da isimleriyle beraber meslekler olduğu anlaşılıyor. Önce yazılmış daha sonra kazınarak silinmeye çalışılmış olan bir yazı dikkatlerini çekiyor. Anlamı ‘Kitapçı’ olan bu yazının yanına da Arap alfabesiyle ‘Killer’ yazıldığından Berkun bunun bir ipucu olabileceğini düşünerek ‘Katil Kitapçı’ diye aklının bir köşesine not ediyor. Enselerinden tek kurşunla infaz edilen kurbanlar akla dört yıl önceki olayları ve ‘Üçüncü Çete’yi getiriyor. Nedir bu olaylar ve Üçüncü Çete? Dört yıl önce, başında kimin olduğu bilinmeyen bir çete türemiş, kendini ispatlamaya çalışırken son derece gaddarca onlarca insanı öldürmüş. Adı ‘Üçüncü Çete’ olan bu grubun lideri ise asla yakalanamamış. İşte Üçüncü Çete infazlarını enseye tek kurşunla gerçekleştirdiğinden akla onların gelmesi de gayet normal. Bu olayın hemen akabinde, ilk sayfada metnini okuduğumuz cinayet işleniyor işte. Ölen kim? Ünlü bir polisiye yazarı olan İskender Emre. İlk sayfada okuduğumuz cinayet sahnesini yazan da meğer kendisi. Tüm kitaplarını
Nihat Akik isimli ortağıyla yazdığından hemen bu ortak aranıyor ama Nihat Akik isminde biri hiçbir resmi kayıtta bulunamıyor. Bu güne kadar kim olduğunu bilen hatta yüzünü gören olmayan bu adamın bu cinayetle bir alakası var mı? Yoksa böyle bir adam hiç olmadı mı? Bu iki olayın birbirleriyle bağlantısı var mı? Kitapçı’da kimin nesi? Tam ‘neyin içine düştük böyle’ derken Armağan Tunaboylu bizi çeteler, mülteciler, para hırsı, kara para aklama, dolandırıcılık, insan kaçakçılığı gibi bir sürü günümüz sorunuyla bombardımana tutuyor. ‘İyice dallandı budaklandı, bakayım nasıl toparlayacak’ dediğim de oldu. Diyorum ya Metin Çakır’dan sonra pek sıcak bakmadım yeni karaktere. Ama yazar, annemin bana çocukken ördüğü güzelim kazaklar gibi itinayla, ilmek ilmek dokuduğu olayları da ustaca birbirine bağlıyor.
Kesinlikle en iyi Armağan Tunaboylu kitabıydı. Finalini asla tahmin edemedim, şaşırttı. Ustaca ve mantık hatası olmayan bir kurguyla yazılan bu kitabın ilk sayfasında sizi tavlayan Tunaboylu, son sayfasına kadar yakanızdan düşmüyor.
Hoş geldin Berkun İstanbullu. Bir dahaki randevumuzu sabırsızlıkla bekliyorum.