Alfred Hitchcock’un Vertigo’su 60. yılında halen en popüler sinema filmlerinden biri olma sıfatını taşıyor haklı olarak. Filmin uyarlandığı Ölüler Arasında (D’entre les morts) adlı roman, yazıldığı 1954’ten beri genellikle uyarlamasının gölgesinde kaldı. Hitchcock’un Vertigo’suyla birlikte Türkçeye bu yıl çevrilen Fransız ikili Pierre Boileau ve Thomas Narcejac’ın kitabına biraz daha yakından bakalım mı?
Bir arkadaşından karısını takip etmesini isteyen bir adam… Bu işi kabul eden ve kadınla tanıştığında sadece onun hakkında değil, kocasının hakkında da gizemli gerçekleri öğrenip dehşete düşen eski bir polis… Tüm hakikatin ortaya çıkışını bir korkuya, daha doğrusu fobiye ve aynı zamanda bir hastalık semptomuna bağlayan bir öykü… Bu cümleler bize sinemanın köşetaşı haline gelmiş yönetmenlerden Alfred Hitchcock’un Vertigo filmini hatırlatmak için yeterli olsa gerek.
Hitchcock’un eserleri arasında ilk akla gelen filmlerden Vertigo üzerine makaleler hatta kitaplar yazıldı, çeşitli kuramlar eşliğinde tartışıldı. Charles Barr’ın Vertigo adlı kitabı tamamen bu film üzerineydi.
Slavoj Žižek, Yamuk Bakmak adlı psikanalitik popüler kültür kitabında Hitchcock filmlerine geniş bir yer ayırırken Vertigo filmi üzerine de tespitlerde bulundu.
Modern insanın ve uygarlığın karanlık taraflarını anlatma ustası Hitchcock’un filmi gereken dikkati çekti. Vertigo’nun uyarlandığı Ölüler Arasında (D’entre les morts) adlı roman, yazıldığı 1954’ten beri genellikle uyarlamasının gölgesinde kaldı.
1958 tarihli filmin 60. yılına girdiğimiz bugünlerde, en az Hitchcock’un filmi kadar önem taşıyan Ölüler Arasında’nın Türkçe çevirisini de okuma şansına kavuştuk.
Hitchcock, kitaba genellikle sadık
Türkçede yakın zamanlarda Dişi Kurtlar isimli romanı da yayımlanan Fransız ikili Pierre Boileau ve Thomas Narcejac’ın kaleme aldığı Ölüler Arasında’yı okuduğumuzda yönetmenin, öykünün aslına genellikle sadık kaldığını fark ediyoruz ama bunun istisnaları da var tabii.
Hitchcock’un yeni bir karakter ekleyip halihazırda entrikalarla dolu olan bir öyküye bir entrika daha katmaktan çekinmediğini fark ediyoruz. Birçok filmindeki gibi psikanalitik yoruma açık sahneler kullanarak romana farklı bir derinlik kazandırıp zenginleştirdiğini ve Fransa’da geçen öyküyü ABD’ye taşıyıp romanın arka planında özel bir unsur olarak yer alan II. Dünya Savaşı etkilerini kullanmadığını görebiliriz.
Hitchcock, ustası olduğu alanda görsel zekâsını konuşturup kule gibi fallik bir imgeyi filmin odağına yerleştiriyor. Gizemli, hayaletimsi kadın kahramanın saçındaki delik ve spiral imgesiyle de dönüş yani vertigo kelimesinin kökündeki fikri bağdaştırsa da romanın Hitchcock’un bakış açısına yakın bir şekilde karanlık ve en doğru tabirle tekinsiz bir duruşa sahip olduğunu söyleyebiliriz.
Avrupa’ya has bir havası var
Psikokültürel analiz dergisi Suret’in aralık ayında, yani Ölüler Arasında‘yla aynı günlerde yayımlanan ve Tekinsiz dosyasını gündeme getiren dokuzuncu sayısında da Hitchcock’un Vertigo‘suna yer verilmiş olmasına şaşırmamak gerek.
Klinik psikolog, psikoterapist, psikanalist kimlikleriyle bir araya gelen önemli bir yazar kadrosunun Vertigo‘ya psikanalitik bakış açılarıyla yaklaşan söyleşisinde eski polis kahramanımızın çözümlemesi yapılıyor.
Vertigo‘nun tüm yönleriyle incelendiği söyleşide Hakan Kızıltan şöyle bahsediyor erkek kahramandan:
“Âşık olduğu kadının diğer adamla birlikte ona oyun oynadığını fark etmesi, öfkeyi ve içindeki tekinsizi ateşliyor. Ama bir yandan da kadını aslında ‘baba’dan çalıyor. Arkadaşının eşine âşık oluyor. Bir ihlalden bahsetmeli…”
Burçak Erdal ise şunu ekliyor: “Filmin içinde hiç kimse göründüğü gibi değil, herkesin içindeki tekinsizliği görüyoruz aslında.” (Suret, sayı 9, Aralık 2017, s. 188)
Bu uzun söyleşide, M. Işıl Ertüzün’ün hatırlattığı, Ghost (hayalet)-Guest (misafir)-Host (ev sahibi) kelimeleri arasındaki etimolojik ilişki, kimlik karmaşası/yabancılık/aşinalık ve elbette tekinsizlik merkezli bu öykünün karanlık yanını aydınlatıyor.
Ölüler Arasında‘nın yazarları Pierre Boileau ve Thomas Narcejac, kadın kahramanın yani Madeleine’in sözde hayaletimsi öyküsü ile cinnetin eşiğine gelen eski polisin, Flavières’in öyküsünün karanlığını bazen oldukça gerçekçi bazen de oldukça gotik pasajlarla pekiştiriyor. Yalnızca mekân olarak değil, üslup olarak da bir polisiye/gizem anlatısı için Amerika’dan ziyade Avrupa’ya has bir yanı var romanın.
Ölüm hem bir olgu hem de simge olarak metnin birçok kısmına sızıyor. Bunda II. Dünya Savaşı atmosferini yansıtan Avrupai yozlaşma/çöküş fikirlerinin, dönemi tanımlayan yıkılmışlık ve ümitsizlik hissiyatının büyük payı var. Bu bağlamda filmle karşılaştırıldığında roman sadece bireysel değil, sosyal anlamda da karanlık bir altyapıya sahip.
Boileau ve Narcejac’ın satırlarında tekinsizlik kahramanların kimlik/benlik krizleriyle sınırlı kalmıyor. Toplumsal ve kültürel açmazlar da sızıyor realist ve gotik pasajların satır aralarından, tıpkı şu cümlede olduğu gibi:
“Artık ulusal facia ile kendininki arasındaki farkı ayırt etmiyordu. Fransa, bir duvarın dibine çakılmış ve kan içindeki Madeleine’di.”
Vertigo bir bahane mi yoksa bir semptom mu?
Sadece film uyarlamasında değil, aynı zamanda romanda da olduğu gibi, öykü bize var olmayan bir maktulü/kadını anlatmıyor sadece. Cinayet işlemeden öldüren/ölüme tanık ya da sebep olan, suçluyu/kaçağı yakalaması gerekirken yakalamaktan aciz, aslında polisliğin gerektirdiklerini yerine getiremeyen bir polisi, hem bireysel hem de sosyal hayatında elindekileri kaybetmiş, inişe geçmiş bir erkeği anlatıyor.
Yükselişe geçmeye yeltendiğindeyse elbette onu bekleyen bir yükseklik ya da ölüm korkusu, baş dönmesi, dengesizlik yani vertigo bekliyor. Kadının, bir hayalet hikâyesine dönüşüp dönüşmeyeceğini düşünerek takip ettiğimiz, neredeyse gotik diyebileceğimiz öyküsünü karartan tekinsiz unsurların aslında erkek kahramandan yansıdığının altını çizmemiz gerekiyor.
Hitchcock’un Vertigo‘sunu izlemiş olsak bile romanın bize hatırlattığı en önemli ayrıntı kitabın isminde görülüyor: Ölüler Arasında.
Bu roman bize ölüler arasında kalan, savaştan yaralanarak çıkmış bir Fransa’nın öyküsünün yanında Flavières’in öyküsünü anlatıyor. Bir polisin ölümüne sebep olup bunun suçluluğuyla hesaplaşamayan, sevdiği kadını öldü sanıp kaybeden ama gerçekler ortaya çıktığında bir katile dönüşen, hayatının geri kalanını ölüler arasında geçiren, ruhen ve finalde de zihnen yaralanmış Flavières’in…
Vertigo bir bahane mi yoksa bir semptom mu ya da bir sebep mi yoksa bir sonuç mu? Film ve romanın anlatılarını birleştirirsek tüm cevapların geçerli olacağı noktalar çıkabilir karşımıza. Ama esasında unutmamamız gereken bir hakikat var öyküdeki dehşetin temelinde: Ölüm.
Flavières’in itirafı da bu yönde: “Başkalarının ölümü beni her zaman alt üst etti çünkü benimkini ilan ediyordu.”
Romanda hem kahramana hem de bize hatırlatıldığı gibi: “İşte her adımda karşısına çıkacak şey buydu: Ölüm! Ölüm!”
Yazı, 221B Dergi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır…