Nüfus: 1280 │ JIM THOMPSON

10 dakikalık okuma

Yazar Jim Thompson enteresan bir adammış. Gençlik dönemlerinde okuluna devam ederken bir yandan da bir otelde bellboy olarak çalışmış. Bu oteldeki müşterilerin ahlak ve yasa dışı zevklerini yerine getirmelerine yardımcı olurmuş. Thompson, otel müşterileri için eroin ve esrar bile tedarik edermiş. Bu sayede aylık on beş dolar olan ücreti üç yüz dolara kadar çıkarmış. Tam bir ticari zeka, öyle değil mi? Ama çok sigara ve alkol tüketirmiş. Daha gencecik bir delikanlı iken, on dokuz yaşında sinir krizi geçirmiş.

Thompson, 1940’ların sonlarından 1950’lerin ortalarına kadar, çoğunluğu pulp fiction olan otuzdan fazla roman yazmış. Özellikle New York Times’taki Anthony Boucher tarafından yapılan bazı olumlu eleştirilere rağmen, yaşamı boyunca çok az tanınmış. Ancak ölümden sonra Thompson’ın edebi itibarı büyümüş, 1980’lerin sonlarında, yeniden keşfedilen suç kurgusunun ‘Black Lizzard’ serisinde birkaç romanı yeniden yayınlanmış. Thompson’ın en saygın eserlerinden birkaçı: İçimdeki Katil, Vahşi Gece, Bir Kadının Cehennemi ve Nüfus: 1280. Bu eserlerinde Thompson, pulp fiction türünü, güvenilmez kahramanlar ve sürrealizm içeren edebiyat ve sanata dönüştürdü. Stephen King’de en az benim kadar hayranmış kendisine. Olmamak elde değil.

Yazarın daha önce İçimdeki Katil kitabını okumuştum. Bu iki kitabında da yazar, kurnaz, manipülatif, ahlaksız ve hatta katil olan Teksaslı küçük bir kasaba şerifini bize anlatıyor. Bu romanda ve İçimdeki Katil’de, şerif tam bir psikopat ve bu psikopatların zihnine rahatsız edici bir bakış atıyoruz, Nüfus: 1280’de aynı zeminde ilerliyor ama çok daha esprili bir yaklaşımla. Ana karakterin, başkalarının en basit duygularıyla oynayarak kirli işlerini yapmaya ikna ettiğini görmek ancak daha sonra geri çekilmek, bir sırıtma ve bir miktar dürüstlükle sonuçların tadını çıkarmasını görmek gerçekten çok eğlenceli. Nüfus: 1280 aynı zamanda Thompson’ın en politik kitaplarından biri. Kahramanımız Şerif Nick Corey, Amerikan toplumunun ırkçılığına, sınıfçılığına ve cinsiyetçiliğine dikkat çekmek için sürekli şakalar kullanıyor, bunun en güzel örneği de daha fazla tutuklama yapmak için Nick’in peşinde olan ilçe avukatıyla yaptığı tartışmanın sonunda, Nick yasaları çiğneyen herkesi tutuklamaya söz verdiğinde kullandığı cümle; “Tabii siyah derili değilse veya nüfus vergisini ödeyemeyen zavallı fakir beyazlardan değilse yani”. Offf buram buram ırkçılık kokmuyor mu?

Hem Lou Ford (İçimizdeki Katil kitabındaki manyak şerif) hem de Nick Corey, gerçek zekalarını ve insanları küçümsemelerini, saf, iyi çocuk maskesinin arkasına saklıyorlar ve insanları oltaya düşürmek için görünüşte aptallıklarını kullanmaktan büyük zevk alıyorlar. Bununla birlikte, Lou’nun deliliği daha çok sadizmle karıştırılmış kişisel bir intikam türüydü, Nick’inki ise tembel kişiliğinin altında saklanan nihilist doğasıyla benim için daha rahatsız ediciydi. Bu kitabı ekstra ürkütücü yapan şey, çok komik olması. Nick ilk başta Homer Simpson seviyesinde aptal gibi görünüyor, ancak hikaye ilerledikçe, insanlarla oynarken ne kadar zeki olduğunu ve gerçekte ne kadar deli olduğunu anlıyorsunuz. Gelelim artık kitaba, çok gevezelik ettim.

Roman, Nick’in yakındaki bir ilçenin şerifi Ken Lacey’i ziyaret etmesiyle başlar. Nick, geçmişte olduğu gibi (görünüşte) tavsiye istemek için Şerif Lacey’i ziyaret eder. Çünkü hem kasabada yeni dönem şerif seçimleri olacaktır, koltuğu kaptırmak istemez, hem de Nick’e kasabanın genelevininiki kadın satıcısı düzenli olarak hakaret edip ve tacizde bulunduklarından onlar hakkında ne yapması gerektiğini sorar. Lacey, arkasından defalarca tekmelemek de dahil olmak üzere Nick’le alay eder ve küçümser. Lacey sonunda tüm bunları Nick’e ‘birisi seni incittiğinde, onları iki kat daha fazla incitmen gerektiğini göstermek için yaptım’ diye açıklar ve herhangi biri kendisine saygısızlık etmeye çalışırsa, onları anında öldüreceğini de ekler. Lacey ve yardımcısı Buck’ın istismarına maruz kalma sürecinde Nick, Buck’ın Şerif Lacey’e karşı da kötü niyet beslediğini fark eder. Bunu aklına not eder, daha sonra kullanacaktır.

O akşam erkenden Nick iki kadın satıcısını görmeye gider. Her zamanki gibi onu azarlar ve alay ederler. Nick aptalı oynar ve bir buharlı teknenin nehirdeki bir virajı geçmesini ve düdüğünü çalmasını beklerken pozisyonunu alır. Tekne geçerken Nick silahını çeker ve silahının sesini örtmek için ıslık sesine güvenerek ikisini de öldürür. Cesetlerini nehre atar ve kestirmeden eve döner. Karısı Myra tarafından uyandırılır ve Şerif Lacey’nin onu görmeye geldiğini öğrenir. Yardımcısı Buck’ın teşvikiyle Şerif Lacey, Nick’in gerçekten o iki kadın satıcısını öldüreceğinden endişelendiğini söyler. Nick, Lacey’e bu düşüncenin aklına hiç girmediğine dair güvence verir. Lacey’i sarhoş eder ve sonra trenle geri dönmek için saatin çok geç olduğunu, Lacey’i misafir edemeyeceğini çünkü evde yatacak yer olmadığını, kasabada da otel olmadığından özür diler. Lacey’e geceyi geçirecek tek yerin bu iki kadın satıcısı tarafından işletilen genelev olduğunu söyler. Sarhoş olan Lacey, genelev lafını duyunca bu duruma pek bir heveslenir. Nick onu oraya götürürken, Lacey’i bu iki kadın satıcısı konusunda övünmesi için manipüle eder, ona saldırırlarsa onları öldüreceğine emin olduğunun da gazını verir. Ayrıca Lacey’i genelevde de buna benzer iddialarda bulunması için ikna eder. Oldukça sarhoş olan Lacey sanki kurulmuş köpek gibi Nick’in dediklerinin aynını yapar.

Ertesi gün, ilçe avukatı Robert Lee Jefferson, Nick’i işini düzgün yapamadığı ve asla tutuklama yapmadığı için azarlar. Jefferson, Nick’i yaklaşan seçimlerde Sam Gaddis adında güçlü bir rakiple karşılaşacağı konusunda uyarır. Nick, insanların onun işini yapmasını gerçekten istemediklerini, kumar, sarhoşluk, zamparalık gibi küçük suçlardan zevk aldıklarını ve insanları bu tür suçlardan dolayı tutuklamaya başlarsa tüm kasabayı tutuklamak zorunda kalacağını söyler. Jefferson, Nick’i bu kadar tembel ve korkak olmayı bırakması gerektiği konusunda uyarır çünkü Nick’te olmayan her şey Gaddis’te vardır. Nick’de Jefferson’la aynı fikirde olduğunu söyler ama elbette amacı farklıdır. ‘İnsanların yaydığı tüm söylentilere bakılmaksızın Gaddis’in yüksek ahlaki kaliteye sahip bir adam’ olduğunu belirtir. Jefferson bu söylentilerin ne olduğunu bilmek ister, ancak Nick ona söylemeyi reddeder. Gerçekte söylentiler tabii ki yoktur, ancak Nick dedikodu tohumlarını ekmiştir artık, Gaddis’in kurtuluşu yoktur. Ağızdan ağıza bu tohum dallanır budaklanır, en sonunda Nick’in bile inanamadığı dedikodular halkın dilindedir artık. Bir meseleyi daha üstün manipülasyon yeteneğiyle çözmüştür. Ama daha çözmesi daha doğrusu ‘halletmesi’ gereken çok fazla meselesi var.

Nick Corey’in yavaş ama emin adımlarla ve şahane planlarla bir kasabayı nasıl parmağında oynattığına inanamazsınız. Seçim yaklaşırken, Nick’in sorunlarını hızlı bir şekilde çözmesi gerekiyor. Çünkü Nick’in bildiği tek şey, şerif kalmak için her şeyi yapacak olduğu. Her şeyi derken gerçekten her şeyden bahsediyorum, evet…

Selin Bak

1981 yılında Trabzon’da doğdu. Atatürk Üniversitesi’ nde Hemşirelik okudu. Polisiye merakı gençlik yıllarında (hala çok genç, ortaokul yılları diyelim) Agatha Christie ile başladı. Galiba yapmak isteyip de yapamadıklarını okumak (cinayeti çözmek değil işlemek kısmından bahsediliyor) kendisine garip bir tatmin duygusu vermiş olacak polisiye dışında başka bir tür okuyamaz oldu. En
sevdiği yazarların Türk yazarlar olduğunu her zaman gururla söyler. Çok polisiye okur, çok polisiye dizi ve film izler, fazlaca cinayet kurguları yapar. Aslında çok da yazar ama çaktırmaz. Bu biyografiyi yazarken hayatında enteresan bir şey olmadığını fark eden Selin, hemşirelik yapmaya ve Trabzon’da yaşamaya devam ediyor, şimdilik...

Önceki Hikaye

Ken ve Barbie Katilleri: Kayıp Cinayet, yeni bölümüyle TLC’de

Sonraki Hikaye

Nursel Köse'nin yeni romanı "5. Kan" çıktı

En Son Yazılar