Edebiyat dünyasında onlarca psikopat katil tanıdık, anlamaya çalıştık. Neredeyse 60 yıl önce yazılan Psyco/Sapık‘taki Norman Bates, meczup katilin başrolde olduğu roman ve hikâyelerdeki karakterlerin öncülerinden biriydi. Hepsi onun gibi değil tabii ama edebiyat tarihi, farklı özellikleriyle “dengesiz” karakterlerle dolu. En bilinenlerine göz atalım mı?
Psycho (Sapık)-Robert Bloch (1959)
Girişi Norman Bates ile yapıp onunla başlamamak olmazdı bu listeye. Utangaç, renksiz, o yavan motelin sahibi Norman Bates’e ABD’li yazar Robert Bloch hayat vermişti. Tabii annesine de… Dengesiz, meczup katillerin büyük büyükbabası; Norman Bates, milyonlarca insanın alamadığı duşlardan sorumlu. Ayrıca o ve annesi, kıyıda köşede kalmış, küçük ve çirkin moteller için, “Bana göre biraz Bates Moteli burası!” cümlesinin de çıkış sebebi.
The Woman in Black (Siyahlı Kadın)-Susan Hill (1983)
Dengesiz katiller korku salmak için her zaman yaşamak zorunda değil; Britanyalı yazar Susan Hill’in, acısını masum çocuklardan çıkaran korkunç hortlağı gibi. O bir akıl hastası, o bir katil, o tamamen acımasız…
Blood Meridian-Cormac McCarthy (1985)
Her ne kadar No Country for Old Men‘deki (İhtiyarlara Yer Yok) baş karakter Anton Chigurh, Pulitzer ödüllü ABD’li yazar Cormac McCarthy’nin en tanınan umacısı sayılsa da, kafa derisi yüzen adamlara liderlik eden kocaman, kel ve korkutucu Judge Holden da ondan aşağı kalır değil. En az Anton kadar ne yapacağı kestirilemeyen tehlikeli bir karakter Judge…
The Nightrunners-Joe R Lansdale (1987)
Teksaslı yazar Joe Lansdale, çalışmalarında bir sürü kâbus yarattı ancak hiçbiri, en sevdiği aksesuarı ustura olan, garip karakter “God of the Razor” kadar zarif ve hastalıklı derecede büyüleyici değildi. Tanrının kan dökme arzusu, onun usturasında vücut buluyor. Publishers Weekly kitap için “Psycho ve Kuzuların Sessizliği ile beraber türünün en iyi örneklerinden” diye yazmıştı.
Paris Trout-Pete Dexter (1988)
ABD’li romancı Pete Dexter’ın kahramanı, 14 yaşında siyah bir kız çocuğunu öldürmüş, II. Dünya Savaşı sonrası dönemde Georgia’da yaşayan, saygıdeğer, beyaz bir işadamı. Roman, kahramanın öldürücü deliliğini, eşi ve toplumla yaşadığı çatışmayı ve çürümeyi anlatıyor. Okuyucuyu yoran bir öfke ve şiddetle de sona eriyor.
Cabal (Kabal)-Clive Barker (1988)
Britanyalı yazar Clive Barker kitabı için “20. yüzyılın canavarları psikozlu, ruhsuz seri katiller olarak şekillenmiştir” diyor. Kabal‘da Decker’ın (psikiyatrist olarak tanırız ama aslında seri katildir) yönlendirmesiyle kahramanımız Boone, Gece Ürünü adlı canavarı bulmak için gizemli şehir Midian’a gider. Barker’ın uçsuz bucaksız hayal gücüyle bu kısa roman, bize geleneksel Gece Ürünü ile Decker’ın temsil ettiği Yeni Ürün’ün karşılaştırmasını daha ayrıntılı kavramamızı sağlıyor.
The Silence of the Lambs (Kuzuların Sessizliği)-Thomas Harris (1988)
Aynı derecede müthiş Red Dragon‘un (Kızıl Ejder) devamı Kuzuların Sessizliği. ABD’li yazar Thomas Harris’in kitapları, ondan feyz almış ve hâlâ alanlar için çıtayı oldukça yükseltmiş durumda. Harris, tek kitapta iki meczup katili; Hannibal Lecter ve Buffalo Bill’i yaratıp “Hırsızı yakalamak için hırsız kullanma” konseptini yeni ve kanlı bir zemine taşıyordu zira.
Indian Killer (Kızılderili Katil)-Sherman Alexie (1996)
İyi bir yazarın deli bir katili kullanarak sosyal meselelere değinmesinin mükemmel bir örneği. Sherman Alexie’nin karakteri John Smith, beyaz bir ailede büyütülmüş bir kızılderilidir. Beyazları öldürüp kafa derilerini yüzerek atalarının mirasını geri istemektedir. Alt metindeyse ABD’de ırkçılık konusunda sert ve dürüst bir hikâye okuruz. Alexie’nin de kızılderili kökenli bir yazar olduğunu hatırlatalım…
From Hell-Alan Moore/Eddie Campbell (1999)
Yazar Moore ile karikatürist Campbell’ın çalışması, çizgi roman formatının ciddi meselelere değinildiğinde ne kadar etkili olduğuna örnek teşkil ediyor. Sekiz yılda yazılan yaklaşık 600 sayfalık eserde kahramanımız, Jack the Ripper/Karındeşen Jack ile mücadele ediyor. V for Vendetta‘nın da yazarı olan Moore’un iyi araştırılmış senaryosu ve Campbell’ın sert siyah beyaz çizimleri, okuyucuyu merhametsizce Viktoryen döneme ve hikâyeye çekiyor, rahatsız edici teorilerle şaşırtıyor…
2666-Roberto Bolaño (2004)
20. yüzyıldaki dejenerasyon hakkında vahşi cinayetlerle kaplı muhteşem bir roman. İspanyol yazarın romanı, Meksika’da vahşice öldürülen 300’ü aşkın kadının etrafında dönüyor. 2666‘ya “deli katil” romanı demek, Moby Dick‘e balıkçılık romanı demek gibi olur ama vahşi adamların gölgesi, her sayfada anlamsız ve korkunç bir başka cinayete gidiyor…
The Guardian gazetesinden derlenmiştir…