Ana Akım Sherlock ve Veliahtlarının En Yakışıklısı: Kara Akım Philip | Gülce Başer

14 dakikalık okuma

Gülce Başer‘in kaleme aldığı bu inceleme, ilk olarak 221B Dergi’nin Mart-Nisan 2016 tarihli 2.sayısında yayımlanmıştır.

sherlock holmes vs philip marlowe

Aralarında şöyle bir seksen yıl bulunuyor. Sherlock ilk olarak 1854’te bir gazetede, Philip ise Büyük Uyku’nun yayımlanmasından altı yıl önce 1933’te bir dergide birer öykü karakteri olarak görünmüşler. Birbirlerine hiç benzemiyorlar. Çünkü her biri kendi dönemlerinin isabetli dedektif karakterleri. Ana akımın antipatik (gıcık da diyebilirsiniz) dedektifi Sherlock Holmes’le kara polisiyenin sempatik dedektifi Philip Marlowe’dan söz ediyorum. İşte bu alakasız iki adamı bir araya getiriyorum çünkü Marlowe, Holmes’ün bittiği yerin umudu olarak doğar bence. Bu, şu demek: Apolitik olarak Büyük Bunalım’ın eteklerine kadar (son olarak 1926’da görünür) bir şekilde varlığını ve suçluları adalete teslim etmenin azmini sürdürebilen, erdemini savunabilen Sherlock, orada tükenmek zorundadır. Depresyonun getirdiği ahlaki çöküntü, özellikle devletin ve adaletin işleyişini de sorgulatır hale gelmiştir. Kapitalist devletlerin bu tatsız yüzüyle iş yapabilen dedektifler  ancak Marlowe gibileri olacaktır. Sherlock, belki biraz daha esnek bir kişilikle 1960’ların refah devletinde reenkarne olabilirdi. Ancak sadece onun pozitivist doğası değil, tüketim toplumuna geçiş de bunu imkânsız kılardı: 1960’lar “kullan-at-yenisini getir” yıllarıydı.

Her koşulda Sherlock müreffeh dönemlerin dedektifidir. Philip Marlowe’sa yoksulluğa, darboğaza yaraşır. Yerini bulmayan adaletin, mafyatik petrol zenginliğinin ve bu büyük kudretler dünyasında daha da görünmezleşen küçük insanların, günlüğü 25 dolar artı masraflar tipi bir dedektifidir. “Ulak” dediği mafya erlerini sever, kendisi kadar “yok” oldukları için…

[btnsx id=”1193″]

Modern Sherlock

 

sherlockÖnce Sherlock’tan başlayalım. Hem yaşça büyük, hem kronolojik olarak… Hem de bu dergiye adresini vermiş ne de olsa… Batı ülkelerinin modernlik yarışında olduğu yıllarda ortaya çıktı. Dolayısıyla pozitivizm, kibirli zirvelerinden birini yaşıyordu. Sherlock da o dünyanın insanıydı. Sistematik çalışıyordu. Rasyonelliğin sınırlarına sadık kalıyordu. Suç literatürüne hâkimdi. Fen bilimlerindeki her gelişmenin takipçilerinden, uygulayıcılarından, hem de mütevazı katkılarıyla faillerinden biriydi. Kan lekelerini saptayan bir çözelti geliştirmişti, sözgelimi.. Yaratıcısı Sir Arthur Canon Doyle doktor, o ise kimyagerdi. Diploması var mıydı, belli değil. Bu önemli de değildi.

Laboratuvarda “tuhaf” biri olarak tanımlanıyordu. Çünkü gerçekte kimya diploması vardıysa bile kimyager değil, dedektifti. Bu da sınırlarıyla tanımlanmıştı. Yani dedektiflik sınırlarından çıkmamak koşuluyla sonsuz bir kimyager olabilirdi. Ve Sherlock her koşulda tanımlara sonuna kadar sadıktı. Tanımlanabilir olmak bilimsel olmaktı, modern anlayışta… Bipolar Sherlock bile buna tabiydi. İşte bunu, biz onun politika ve edebiyattan hiç anlamaması olarak okuyoruz.

Sherlock Holmes'ün yaratıcısı Arthur Conan Doyle.
Sherlock Holmes’ün yaratıcısı Arthur Conan Doyle.

Dünya’nın Güneş’in çevresinde dönüyor olmasıyla bile ilgilenmeyen bu dedektif, pratiğin insanıdır. Pratik sonuçlarla ilgilenir. Onu kesin, katı ve net yapan budur. Cinayetleri pratik zekâsıyla çözer. Zaten bunlar, hayatın olağan gidişinden küçük sapmalar tipi semptomlar vepisoded_221b cinayetlerdir. Örneğin; yanlış kazı satın alan müşteriyle bağlantı kurulur, adamın kazı nereden aldığı öğrenilir, bu ipucu cinayeti çözer gider. Ya da gençliğinde Doğu’da bulunmuş bir doktor, cinayeti oradan bir yılanla işleyecektir. Bunu çözmek için bir duvarda olmaması gereken bir delik ve boruyu keşfetmek yeterli olacaktır.

Büyük soruların yanıtı basittir, Holmes’te. Bir sorunun birden fazla yanıtı olmaz. Newton fiziğinin gerektirmeci dünyasında iki bilinmeyenli denklem bulunmamaktadır. Gazeteyi alıp ilk iş kendi yazısını okuyan bu megaloman, açık renk gözleri ve sarışınlığıyla hiç kuşkusuz Batı’nın avatarıdır. Yani devleti de içine alan bilimsel güvenlik adamı… Karşısında çaresiz kalan, beceriksiz ve aptal polisleri soracaksınız. O polisler henüz geleneksel bürokrasiyi aşamamış devlete benzemektedir. İngiltere’de iki kamara olduğunu aklımızdan çıkarmazsak Sherlock Holmes’ün mükemmel bir burjuva avatarı olarak Batı’yı temsil ettiğini görebiliriz. Benimki bir önerme tabii… Holmes, devlete/bürokrasiye akıl vepisoded_221b adamdır. Ve gelirini serbest çalışarak kazanır, tıpkı vergisini ödeyen bir işadamı gibi… Ya da muayenehane sahibi bir doktor…

[btnsx id=”939″]

Kapitalizmin Erken Loserlarından Marlowe

 

s-0163cd6c89cdc7f109f658bc0ac8d1a5bdaa7a93Marlowe’u sona bırakmakta sakınca yoktu, Sherlock’a ne kadar gıcık olursanız Marlowe’u o kadar seversiniz, o kendini sevdirir. Bu loser görünümlü adam için, yani On the Road’ın loserları gibi bir loserdan söz ediyoruz, kazanmak bir imadan ibarettir. O yüzden onu kolayca kendimiz gibi biri sanırız. Bir defa ne Sherlock kadar gerektirmeci, hatta ne de bilimseldir. Yazarı Raymond Chandler, yükseköğrenimli bir sülalenin üniversiteye gitmemeyi tercih eden evladıdır. Dahası, şairdir. İlk olarak şiirleri yayımlanmıştır. Dolayısıyla Marlowe dil insanıdır. Cinayetleri dili çözer gibi çözer. Bu ise mutlaklığın olmadığı bir dünyadır, Sherlock’unkinin aksine… Sanki kendisinden kısa süre sonra geliştirilecek dil kuramlarını haber vermektedir. Mizaç olarak sert kabuğun altındaki “iyi adam”dır. Etikçidir, en önemlisi merhametlidir. Kibirliden ziyade ters ve hazırcevap görünür.

Birkaç nokta var ki oralarda Sherlock’un tam tersidir. Bunların birincisi, kendini özel ve üstün bulmamasıdır. Gerçekten ona megaloman dersek haksızlık ederiz. Bir kere dayak yiyebilen bir adamdır. Entelektüel donanımı kibirli davranmasına izin vermez. Ancak bana sorarsanız onunki, dünyaya sıradan biri olarak gelmişliği aşma isteğinin bilincidir. Yakışıklı ve uzun boylu diye ya da hoşumuza giden cümleler kuruyor diye onu kayıracak değiliz. İçinde kendinden daha büyük çocuk olanlardandır. Aynı zamanda yazar öznedir. Ne kadar soğukkanlı olduğunu, ne kadar az acı çektiğini ve ahlaksızlıklar da dahil olup bitenlerden ne kadar az etkilendiğini kendi ağzından dinleriz. Bu anlatımla tarif ettiği basbayağı bir kahramandır, antikahraman bile değil.

Philip Marlowe'un yaratıcısı Raymond Chandler.
Philip Marlowe’un yaratıcısı Raymond Chandler.

Belki doğru kişilerin doğru şekillerde onun merhametini uyandırdığını söyleyeceksiniz, sonuçta ölüm döşeğindeki bir adama acıyıp bir cinayeti örtbas etmek ne kadar da iyicil görünür. Oysa o adam bir generaldi ve petrolden büyük bir servet kazanmıştı. Bir anlamda bu örtbas işi, zengin ve güçlülerden yana kullanılan tercihtir. Marlowe’un maktul için duyduğu acıyla tercihini cinayeti örtbas etme yönünde kullanması, iyi niyetli okur için merhamet gösterisi, niyeti biraz bozuk olanı için katilin ablasına duyulan bir zaafın göstergesidir. Niyet bozuldukça ihtimaller artar; mesela kendine cömert ödemeler yapan bir müşteriye duyulan şükran ya da en sonunda, muhalif bir kişiliği, sistemin tükürmeyeceği türden ılımlılaştırmanın başarılı bir örneği olarak okunabilir. Marlowe’un çok güzel cümleleri var, kabul. Ancak şunu da kabul edelim; Marlowe tipi muhalefet, sistemin aynen yürümesini sağlayacak, ancak muhalif ruhun da gazını alacaktır. İşbirliği içinde çalışmanız gereken, ki kendisi de şerif yardımcısı olarak zaten sistemin bir parçasıdır, polis teşkilatına kafasına göre uyar ya da uymaz… Kuralları çiğner. Ancak sonuçta katili bulur, olayı çözer. Asteriks İspanya’da kitabında rehberin yolu uzattığını düşünüp, ki adamcağız Romalılara görünmeden istenen köye gelmeye çalışmaktadır, onu ekerek ve Romalıları döve döve düz yoldan gelen Asteriks ve Oburiks’e rehberin, “Ama siz yanlış yoldan daha çabuk geldiniz,” dediği sahnedeki gibidir durum… Marlowe “yanlış yoldan daha çabuk varır.” Ve yine suçu örtbas ederek yasaların dışına çıkar. Kolladığı kadın, sermayedar sınıftan olmakla birlikte hafifmeşrep ve uyuşturucu/içki bağımlılığıyla devletin sevmediği türden bir kadın olabilir. Ama sonuçta onu çok öfkelendiren bir sınıfsallık durumunu kendi de kabullenmiştir, ona sadık kalır.

[btnsx id=”1193″]

Marlowe entelektüeldir, Sherlock’un aksine… Edebiyatçıların görünür olduğu bir polisiyeden söz ediyoruz. Parabollerin ve hiperbollerin dünyasında yaşar; ne çözüm tektir ne de bilinmeyenler… Modernlik ve bilimsellik onun meselesi değildir. O da tümdengelimcidir, ancak ipuçlarından çok cümleleri takip eder. Gözü şişer, burnu kanar. Müşterilerini seçemez Sherlock’un aksine ve insanlar onun müşterisi olmaktan onur duymazlar. Sherlock asillerle dalga geçer, Marlowe’sa zenginlerle… Siz Marlowe’un sıradışı bir iyi adam olduğunu düşünürken bilinçaltınızda kapitalizmin içinde beliren iktidar biçimleri ve kültürü meşrulaşır. Çünkü ortalama kişi iyi ve zararsız değildir; kötü olmadığı durumlarda bile hiç olmazsa ucuzdur bu dünyada… Marjinal olan iyi adam Marlowe’dur. İşin sonu Dövüş Kulübü’nde kendini döven şizoid bireye kadar gidecek zamanla, telaşa mahal yok. Marlowe’u bu kadar tartışmamın nedeni muhtemelen benim de diğer okurlar gibi onu bir umut kaynağı olarak görmüş olmam, kitap boyunca… Adını koyalım, Holmes modernizmin milli marşını inanarak söyleyen dedektifidir, Marlowe’sa kapitalizme aittir ve iki dünya savaşı arası büyük krizde milli marşa inancını yitirmiştir. Başta demiştim: Yenilmek de bir imadır. Anlatıcı da kendisi olduğuna göre ne göründüğü kadar loserdır ne de salt kendi kurallarıyla takılan biri… Bu tartışmaya ileride yine dönebilirim.

Editör

Türkiye'nin tek polisiye kültür dergisi.

Önceki Hikaye

Gillian Flynn'ın Romanı "Keskin Şeyler" Dizi Oluyor

Sonraki Hikaye

Meczup Katillerle Baş Başa

En Son Yazılar