Yazıyı okurken Blue Velvet, Twin Peaks, Lost Highway ve Mulholland Drive filmlerindeki başkarakterlerin isimlerine göz atılması tavsiye edilir.
Hollywood sinemasının önemli bir özelliği, seyirciye madalyon sunmasıdır. Madalyonun bir yüzü izleyicinin ahlaki kaygılarını dindirirken öteki yüzü her türlü kirli fantezinin kurulabileceği bir zemin sunar. Lacancı bir anlatımla filmin görünen yüzünde olanlar, büyük Öteki’nin emir ve yasaklarının dışına çıkmazken diğer yüzünde seyircinin, süperegonun ihtiyaç duyduğu bastırılmış fantezileri yaşamasına olanak tanır.
Slavoj Zizek, bu karşıtlığa “Ego-ideal ile müstehcen süperego karşıtlığı” der ve durumu somut bir örnek olarak Casablanca filmi üzerinden açıklar. Casablanca filminde, Ilsa ile Rick arasındaki yanlış anlaşılmaların sona erdiği, Rick’in evinde geçen sahnede iki âşık yakın çekimde kucaklaşınca kamera gökyüzündeki kule ışıklarına yönelir. 3,5 saniye sonra bu kez Rick’in evine bir dikizci gibi pencereden girer yani kameranın gözünü kaçırdığı sahneler açıkça müstehcen bir işin gerçekleştiğine işaret eder. Ancak kameranın dönüşünden sonra konuşma kaldığı yerden devam etmektedir. Ayrıca bu kısa sürede iki âşığın sevişmiş olması neredeyse imkânsızdır.
Film endüstrisi ya da ahlaklı eleştirmenlerin içini rahatlatacak, aynı zamanda seyircinin müstehcen tutkularını da doyurabilecek bu ikili zıtlık, yalnızca Hollywood’un basit bir “çakallığı” değildir. Diyalektik açıdan, olumlu imge var olmak için kendi olumsuzuna ihtiyaç duyar. Tıpkı bir madalyonun iki yüze sahip olması gerektiği gibi, yazı varsa tura da olmalıdır. Peki, postmodern sinema bu ikili düzlemden sıyrılabilir mi? İşte David Lynch polisiyelerini “anlaşılmaz” kılan da bu noktadır.
Lynch Sinemasında Madalyonun Yüzleri
Lynch’in kendi polisiye sinematografisi de madalyonun iki yüzüne benzer. Yani Blue Velvet, Twin Peaks (1. ve 2. sezon), Fire Walk with Me gibi yapımların yanında Lost Highway ve Mulholland Drive bize çok daha karmaşık ve sürreal bir evren sunar. Bunun en önemli nedeni yukarıda bahsedilen yazı ve tura arasındaki farkın bulanıklaşması ve işin içine psikozların girmesidir.
Daha açık bir şekilde ifade etmek gerekirse Blue Velvet’te ve Twin Peaks’in ilk iki sezonunda, hipergerçekçi kasaba yaşantısının karanlık tarafına girip tekrar kendi yaşamına dönen karakterlerin oluşturduğu bir olay örgüsü vardır. Örneğin Blue Velvet filminde, önce şirin bir kasabanın sakinlerini, Jeffrey, ailesi ve “normal” kız arkadaşı Sandy ile onun ailesini görürüz. Ancak sonra kasabanın karanlık yüzüyle, Dorothy ve Frank’in fuhuş, uyuşturucu ve şiddet içeren kirli yaşantısıyla tanışırız.
Böylece Jeffrey’nin seksapelden ve onun iktidarını tatmin etmekten uzak sevgilisi Sandy, yerini yardıma muhtaç ve femme fatale karakter Dorothy’ye bırakır. Frank ise Lynch sinemasının bir klasiği olan gülünç derecede kötü ama iktidarsız kötü adamlarından biridir. Filmin sonunda Jeffrey başka bir dünyayla tanışmış ve yeterince tatmin olmuştur. Böylece kendi aydınlık dünyasına yani Sandy’ye döner.
Benzer biçimde Twin Peaks ve Fire Walk with Me filmlerinde de önce oksijeni ve manzarası bol, şirin bir Amerikan kasabasına gireriz. Bu kasabada günlük yaşantı canlı ve eğlenceli, yiyecekler ve içecekler enfes, gençler enerjik ve aşk doludur. Ancak onun görünmeyen yüzünde de fuhuş, uyuşturucu ve katliam yatar. Laura Palmer cinayetiyle kasabaya gelen yakışıklı ve eğlenceli dedektif Dale Cooper’ın da sakladığı karanlık bir geçmişi vardır.
Buraya kadar madalyonun iki yüzünden rahatlıkla söz edilebilir. Ancak Lynch sinemasındaki bir “kayma” benim gördüğüm bu madalyonu tersyüz eder. Çünkü Lost Highway ve Mulholland Drive’daki iki dünyayı ancak “beterin beteri var” sözü tarif edebilir. Lost Highway’deki madalyonun bir yüzünde, birbirine yabancılaşmış, mutsuz ve cinai bir yaşantısı olan Renee ve Fred çifti, diğer yüzünde ise Pete ve Alice’in kötü biten aşk macerası yer alır.
Mulholland Drive’ın bir tarafında nevrotik Diane ve kavuşamadığı aşkı Camillia, diğer tarafında ise güzel Betty ile kimliğini yitirmiş, tekinsiz kadın Rita vardır. Zizek bu durumu, “Seçim bütünüyle kötü ile daha kötü, yani toplumsal gerçekliğin iktidarsız kasveti ile kendini yok eden şiddetin fantazmatik gerçeği arasındaki bir seçimdir,” sözleriyle açıklar.
Zizek’in sözlerinin daha anlaşılır olması için oradan devam edelim. Yazarın “toplumsal gerçekliğin iktidarsız kasveti” dediği şey, Fred’in yarı iktidarsız olması, sessiz karısı Rita’nın kendisini aldattığından şüphelenmesi ve onu öldürmesidir (ya da öldürmeyi tasarlamasıdır). Diğer filmde de aynı şekilde sosyal anlamda iktidarsız Diane’i kullanıp atan, onun acısından zevk alan femme fatale karakter Camillia’yı görürüz. Sonunda Diane yaşadığı hayal kırıklıklarıyla mücadele edemez ve Camillia’yı öldürtür. İşte bu şiddet, her iki düzlemde de olumsuz sonuçlara yol açar ve kendini yok eder. İki filmde de cinayetten sonra yaşanan bir psikoz, girilen hayali bir evren vardır.
Bu evrenlerde iktidarsız Fred, güçlü ikizi Pete’e; eşine karşı işteksiz davranan Renee, yardıma muhtaç ve cinsel açıdan tutkulu bir kadın olan Alice’e; Diane de aynı şekilde güçlü ve mükemmel ikizi Betty’ye; Camillia ise yine femme fatale olan ama “resetlenmiş”, yardıma muhtaç Rita’ya dönüşür. Bu karakterler, katillerin kendini gerçekleştirmeye çalıştığı hayali evrenlerde yaşamaktadır.
Katiller, gerçek hayatta içsel olan sorunlarını (iktidarsızlık ve başarısızlık) hayali evrenlerinde dışsal sorunlara (peşlerindeki mafyatik adamlara) dönüştürürler. Ancak bu evrende de kurtuluşa ermeleri mümkün olmaz. Ne Pete ne de Betty sevdiği kadına kavuşabilir. Bu durum Lost Highway filminde Alice’in ağzından Pete’e etkileyici bir biçimde söylenir: “Bana asla sahip olamazsın!”
Eleştirmenlerin Lynch’i olumlayan bir kısmı, onun doğrusal görünmeyen olay örgülerini umursamaz ve sinematografisine odaklanır. Diğer kısmı ise ele avuca sığmayan bir grup anlatıyı anlamsız şekilde birbirine bağladığı için onu lanetler. Oysa onun sinematografisi ve kurduğu olay örgüsü arasında bir seçim yapmak gerekmez. Olay örgüsünün dairesel olduğu, filmleri dikkatle izleyince netleşir.
Fred, filmin sonunda hayatta kaldığı ama gerçek ve hayal arasındaki ayrımı yitirdiği için filme ismini veren kayıp bir otobanda bir şeylerden kaçmaya devam ederken, Diane intihar ettiği için onun yolunun devamı yoktur. Rita’yı ona getiren kazanın olduğu yerde kendisi de bir limuzinden inmiştir ve yolun devamını göremediği için filmin ismi Mulholland Çıkmazı’dır.
Bunların yanı sıra Lynch’in her filminde iki evrenin çarpıştığı, gerçek karakterlerin hayali olanlarla karşılaştığı “yüzleşme mekânları” bulunur. Bu mekânlar; Blue Velvet’te Frank’in bir fanteziyi andıran evi, Twin Peaks’te kırmızı loca, Lost Highway’de Andy’nin (Alice’i porno filminde oynatan adam) evi, Mulholland Drive’da ise Rita ve Betty’nin gece yarısı gittiği karanlık operadır. Bu mekânlarda gerçeküstü olanla hipergerçekliğin çarpıştığını görürüz. Bu sahnelerden sonra anlatı düzlemi değişir. Alice ölür; Betty ortadan kaybolur; Jeffrey, Sandy’nin evine döner; Dale Cooper ise Douglas Jones’a dönüşür.
Blue Velvet ile Lost Highway Arasındaki Köprü: Twin Peaks
Bu noktada Twin Peaks’in yeni sezonuna da kısaca değinmek gerekir. Bana kalırsa aklımızda daha fazla soru işareti bırakan bu sezonu, yenisini görmeden değerlendirmek ne kadar önemli olursa olsun eksik kalacaktır. Bu nedenle bu değerlendirmeyi yapmaya girişen biri, okurlara ancak kendi teorilerini söyleyebilir ve muhtemelen yanlış çıkacak bazı tahminlerde bulunabilir.
Üçüncü sezonda bize bir anahtar vaat eden bazı diyalogların ve imajların üzerinden kısaca geçelim. İmajlardan en önemlisi, Dale Cooper ve Diane’in birlikte paralel evrene geçtiği sahnelerde görünen, Mulholland Drive ve Lost Highway’ye selam gönderen yol görüntüleridir. Bu yolun sonunda Cooper’ın, yeniden yalnız ve yeniden Laura’nın peşinde olduğunu görürüz. Bu düzlemde devam eden sezon, yine Palmerların evinde yani başladığımız yere dönüşümüzle son bulur.
Sezonun en önemli ipucu ise şüphesiz ki Gordon Cole’ün Monica Bellucci ile karşılaştığı rüyasıdır. Gordon rüyasında, Dale Cooper’ı görür ama ona yetişemez ve yüzünü göremez. Ardından Bellucci ona, “Hepimiz hayal gören bir hayalperestiz. Hepimiz bir hayal dünyasında yaşıyoruz. Peki ya hayali gören kim?” diye sorar.
Böylece seyircinin düşünmesi gereken noktanın da “hayal gören kişi” olması gerektiği açıkça belirtilir. Diğer önemli diyalog ise Dale Cooper’a Kırmızı Loca’da söylenen şu sözlerdir: “Geleceğin ve geçmişin karanlığında, sihirbaz bir şey görmek ister.”
Üçüncü sezonun tümüyle bir rüya olabileceği, Lynch sinemasının takipçilerinin aklına gelmeyecek bir düşünce değildir. Peki ya Bellucci’nin de dediği gibi, “Bu kimin rüyasıdır?” Geleceğin karanlığı ve geçmişin gizemlerinde bütün bunların Cooper’ın ya da Laura’nın hayali bir evrende, kendiyle hesaplaşması olduğu düşünülebilir.
Dale Cooper otel odasında vurulduğundan ya da Loca’ya girdiğinden beri kendi benlikleriyle mi hesaplaşmaktadır? Yoksa Laura; Fred ve Diane gibi başka biri olarak hayatını yeniden mi yaşamaya çalışmaktadır? Bunun cevabını elbette hep beraber göreceğiz. Kesin olan bir şey varsa o da Twin Peaks’i, Lynch sinemasının Blue Velvet’te somutlanan “aydınlık” yüzü ile Lost Highway’deki “karanlık” yüzü arasında bir köprü olarak görmek gerektiğidir.