Genco Gün: Kopuklar, benim de editör olarak yer aldığım ilk romanın. Aslında, bir kitapta iki roman diyebiliriz. İlkinde anlatıcı Sevgi Hikâyesi Koleksiyoncusu, ikincisinde ise anlatıcı, kayıp roman “Kopuklar”ın yazarı… Böylece iki tür çıkıyor karşımıza. İlk hikâyede polisiye öğeler var. Özellikle ilk roman için bu kurgunun zor bir yazım süreci getirdiğini söyleyebilir miyiz?
B.Güney Ulutaş: Söyleyebiliriz elbette, fakat yazarlıkla ilgili tecrübelerim olmasaydı daha da zorlaşabilirdi bu süreç. Tabii bir de okulda öğrendiklerim var; Dramatik Yazarlık bölümlerinde roman yazarlığı dersi yok fakat başından sonuna en ince ayrıntılarıyla dramatik kurguyu nasıl oluşturacağımızı öğreniyoruz. Bir metni/eseri incelemek, tartışmak ve eleştirmek de buna dair. Bir de uzun zamandır bu tür kitaplara çekiliyorum. Bakış açımın yönünü değiştiren, sayfaların gölgelerinde saklı olan diğer hikâyeler ilgimi çekiyor. Özellikle Irvin D.Yalom’un Spinoza Problemi gibi roman geçişleri olan kitaplar ve elbette Haruki Murakami’nin Sahilde Kafka’sı… Zor olan, iki ayrı üslup kurmaktı; bu yüzden kitabın tamamlanması -ara vermelerimle birlikte- sekiz yılı buldu.
Genco Gün: Özellikle Zucco’nun yolculuğunun anlatıldığı bölümde polisiye öğeleri taşımakla birlikte okuru asıl sürükleyecek olanın türle ilgili olmadığını düşünüyorum…
B.Güney Ulutaş: İki ayrı hikâye örgüsü olduğu için Kopuklar’ı tek bir tür içinde ele alamıyoruz. Ana kahraman Zucco’nun arayış hikâyesi, polisiyenin “Kim yaptı?” sorusundan ziyade, Kara Roman’ın ilgilendiği soruları karşılıyor, suç ve muamma bir merak unsuru olmaktan çıkıyor. “Zucco, annesinin yıllar önce yazdığı kitabı bulacak mı?” diye başlayan süreç, diğer politik davranış göstepisoded_221b karakterlerin görünür olmaya başlamasıyla başka bir boyuta sürükleniyor.
Genco Gün: Romanda ilerledikçe “Katil kim? Kurban kim?” diyebileceğimiz noktalara gidiyoruz. Burada suç unsurunu da tartışıyor kitap. Hem psikolojik olarak suça yönelişi, hem de suça itilişin nedenleri sorgulanıyor. Toplum da bundan nasibini alıyor…
B.Güney Ulutaş: İnsanların neden mutsuz olduğuna bakalım, biraz daha yakınlaşıp derinliklerine bakalım, onlarca roman konusuna gideriz. Kamerayı, ana kahramanların iç dünyasına, oradan da tam arkalarındaki duvara çevirdiğinde zaten gerçeği net olarak görürsün ve -henüz kahramanın bile farkında olmadığı- orada gördüklerin seni yaralar. Aslında böylece o koca gerçeklikler bir kitabın içinde rüyaya dalar. Kopuklar’ı uyandıran şey ise rüyanın üzerine çöken kâbus gibi cinayetler. Suç ve muamma unsurlarını toplumdan ayırmadan edebi bir üslupla kurmaya çalışır Kopuklar… Gerilim, çöküş, bunaltı sonucu toplumsal olarak yaralanan insan ve artık tamamen pop kültürünün egemen olduğu sanat ortamı… Ve daha niceleri… Bunu eleştirmeye -hakkım varsa eğer- bunu yapmaya çalıştım, diyebilirim.
Genco Gün: Gizem, gerilim, suç unsuru, polisiyeyi taşıyan unsurlar… Son yıllarda da okunan, izlenen bir tür. Bireyden yola çıkarak toplumsal sorunların öne çıktığı eserler de var…
B.Güney Ulutaş: Nordik polisiyesi bunu çok güzel yapıyor mesela. Kuzey Avrupa romanları ve edebiyat uyarlamaları bu konuda çok başarılı. Katilin kim olduğunu ararken bunu neden yaptığını da sorguluyoruz. Bireylerin kendi küçük sorunlarının altında ezilmiyor bu romanlar. Travmatik olayların gelip dayandığı yer, kapitalizm odaklı sorunlar. Hem suçu kimin işlediğini merak ediyoruz, hem de nedenini…
Genco Gün: Zucco bu yolculukta geçmişi hakkındaki gizemi çözmeye başlıyor, hem de ruhsal ve zihinsel olarak bir değişimin eşiğine geliyor. Polisiye öğeler bu anlamda Zucco’nun değişiminde bir farkındalık yaratıyor olabilir mi, mesela tüm amacı kitabı bulmakken, birdenbire kendisi yüzünden zarar gelecek insanları korumak gibi bir ulvi bir amaç ediniyor. Tam da bu noktada polisiye roman kahramanına dönüşüyor mu?
B.Güney Ulutaş: Zucco sadece katilin kim olduğunu arayan bir dedektif olsaydı büyük ihtimalle birçok yanlış yapar ve işleri batırırdı. Çünkü o, bir arayıcının özelliklerine sahip değil. O yüzden polisiye geleneğinde olduğu gibi devamı gelecek olan bir ana kahraman özelliği de göstermiyor. Polisiye öğeler onun hareket alanını sıkıştırdıkça aslında gerçeklerle yüzleşiyor. Katilin motivasyonunu ise sadece Zucco aracılığıyla anlayabiliyoruz; Godless ismini verdiği peşindeki deccal, neredeyse hiçbir zaman göremediği ama her zaman arkasında hissettiği biri… Bunu da şöyle dile getiriyor: “Peşimdeki deccalin asıl istediği tam olarak neydi? Bunları elbet ona soracaktım, bir gün gelecek, karşı karşıya kalacaktık; ıssız bir yol kenarında ya da ormanın derinliklerinde, belki de kayıp bir evin bodrum katında; bir gün benim karşıma da böyle dikilecekti. Konuşmayacaktık bir süre, sonra tüm iyi insanların başına gelenler gibi beni de alnımdan vurup ya da boğazımı kesip veya zehirleyerek öldürecekti. Kısacası ben de cinayete kurban giden Kopuklar’dan biri olacaktım.” Bu haliyle Zucco polisiyedeki arayıcıdan çıkıp kurbana dönüşüyor. Bu aynı zamanda gizemi çözmek için çok ciddi bir motivasyon sağlıyor ona, aradığı kitabın herhangi bir roman olmadığını anlıyor. Bir noktadan sonra bir dedektif gibi iz sürmeye başlasa da kitabın tesiri altında kalıyor.
Genco Gün: Muhalif, marjinal kabul edilebilecek bir grup, Kopuklar, onların anlatılmamış hikâyesini araştıran bir nihilist. Buradaki taraflar kimleri, neyi temsil ediyor diye düşünmeliyiz?
B.Güney Ulutaş: Sevgi hikâyesi koleksiyoncusunun tek derdi, iyi bir sevgi hikâyesi dinleyerek artık yok olduğuna inandığı sevgiyi hissetmek. Zucco’nun derdi, romanı bulmak. Aslında sevgi duygusunun eksikliği içinde debelenen ve durmadan hata yapan, sevgi tutkunu olan roman kahramanları… Günümüz toplumunda aradığımız hoşgörü ve o saf güven duygusunun peşindeler. “Kopuklar” ise eleştirel bir gözle tüm bunları sorguluyor. İkinci kitap birinci kitabın sorularına yanıt arar gibi… İnsanın neden sevgi arayışına düştüğünü tartışıyor ve öneriler getiriyor. Önce kendi dünyasını zenginleştirmesinden bahsediyor daha çok, dost kalabilmeyi, âşık olabilmeyi, unutmamayı ve elbette uyanışı gerçek kılacak kadar dünyayı değiştirmeye inanmayı. Burada önemli olan bu değişimin önce inanmakla mümkün kılınacağı…
Genco Gün: Kopuklar tarihten de olsa birilerini temsil ediyor mu? Yoksa olması istenen, gelmesi beklenen bir ütopik jenerasyon olabilir mi?
B.Güney Ulutaş: Paranın elinde oyuncak olan sanatın ayaklanmasını, bir şekilde kendini ifade etmesini istiyordum. Kopuklar da kurmaya çalıştığım, gerçekleşmesi imkânsız olan fantazyalardı. Oturup hayal ettiğim dünyanın içinde sanatın ve sanatçının direnişini kaleme aldım. Sezgilerimle, tüm içtenliğimle ve en çok da açıksözlülükle Kopuklar’ı yazdım. Yaratılan bu korku diyarında, baskıya karşı direnen, boğun eğmeyen çocuklar var, Kopuklar’ın uzun bir bölümünde onlardan bahsettim… Gözyaşı kadar parlak bir gelecekte onlarla karşılaşma umudum var.
Genco Gün: Yazım süreci zorluydu çünkü çok kalpten yazılmış ve bir yandan da planlanamayacak kadar yazarın canını acıtan bir kitaptı. Sürekli yazarı disipline sokmak için kesin konuşmak ve zorlamak durumunda kaldım.
Kopuklar |
B. Güney Ulutaş |
368 sayfa, 22 TL |
B.Güney Ulutaş: Zucco, en başta bir mektup yazar, hem de onun hayatını kaleme almasını istediği yazara şöyle seslenir: “Yapma! Bana merhamet duyup hikâyemi sulandırma. Bırak gerçekler, keskin bir bıçak acısı gibi yüreğimde parlamaya devam etsin. Çünkü beni olgunlaştıran bu keder, ruhumun aynasıdır.” Bu mektubun üslubu Zucco’yu oluştururken ana izleğim oldu diyebilirim. Ben de bu çağrıya sadık kalıp onu, onun istediği gibi apaçık bir yüreklilikle anlatmaya gayret ettim. Bazen çok eğlenerek, bazen de kapkaranlık bir duyguyla yazdım romanı. Kayıp roman ve Zucco’nun hikâyesi kesişmeye başladığında her şey ciddileşti, duygular çığırından çıktı. Bazen koşa koşa, bazen saklanarak gelen bir hikâye vardı çünkü. Kara Roman fazlasıyla derinlikli bir yapı, sakince ve olaylardan kopmadan dantel gibi işlemek gerekiyor. Bunu denemeye çalıştım, sonuç olarak Kopuklar bitti ve ben de çok ciddi bir yazarlık çalışmasıyla ilk romanımı tamamlamış oldum.
Elbette senin sabrın ve katkılarınla…
Genco Gün: Son olarak, sen bağdaştırılmasını ne kadar istersin bilmiyorum ama kitabın içindeki kayıp roman “Kopuklar”, Gezi protestoları süresince yapılan bazı simgesel eylemlere benzer şeyler yapıyorlar. Kitabın Gezi protestolarından önce bitirildiğini belirtmeyi uygun görüyorum. Ayrıca bir anlamda belki sen de toplumda, farkında olmadan yıllardır içsel zemini hazırlanan bu karşı çıkışın bir parçasısın ve bunu etrafın başta olmak üzere toplumda gözlemlemiş olabilirsin. Bir başka bakış açısı da bu tür eylemleri özlemek, hem de hiç yaşanmadan… Bunun yorumunu okuyucuya bırakmayı tercih ediyorum.
B.Güney Ulutaş: Kitabın önsözünde bunu belirtmek istemedim, böylesi bir tarihe denk geldi, evet. Direnişten çok kısa bir süre önce bitirmiştim romanı. Olanları bir roman büyüsü içinde ele almak için bence henüz erken, çünkü buradayız ve hâlâ direniş devam ediyor.