Jigolo Cinayeti – Mehmet Murat Somer

/
9 dakikalık okuma

Mehmet Murat Somer, polisiyeyi mizahla birleştiren “Hop-Çiki-Yaya” serisi ile yalnızca Türk okurunu değil dünyanın pek çok ülkesinden okurları da peşinden sürükledi. Somer, polisiye okuruna hem yepyeni bir kahraman, hem de hiç yazılmayan, uzak durulan bir dünyanın atmosferini sunuyor. Konuk olduğu bir programda sunuculara şeker ve prezervatif hediye ederek herkesi dumura uğratan bu neşeli kişilik benim çok sevdiğim bir yazar. Somer, mühendis, senaryo yazarı, kişisel gelişim eğitmeni ‘hep 27 yaşında’ bir yazar. Kişisel gelişim eğitimleri verdiği bir dönemde çok bunalmış ve kendisini eğlendirmek için girişmiş polisiye yazma işine. Ne de iyi etmiş.

     Tüm maceraları İstanbul’da geçen ve beşinci kitaba kadar ismi açıklanmayan kahramanı bir travesti olan seride Somer serinin başlığını şöyle açıklıyor; “Hop-Çiki-Yaya, 1960’ların başında Türk kolejlerinden amigo bir tezahürattı ve komedi şovlarında eş cinselleri ifade etmek için kullanılmaya başlandı. Eğer birisi kraliçe olsaydı, o zaman ‘Ah, o Hop-Çiki-Yaya’ derlerdi. 70’li yıllara gelindiğinde, artık kullanılmıyordu, bu yüzden onu geri getirdim.” Somer, seriye verdiği ilhamla ilgili olarak, “Sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede trans bireyler benim hiç sevmediğim bir şekilde sunuluyor. Ya gülünecek beyinsiz karakterler ya da ahlaki değerleri olmayan insanlar gibi lanse ediliyorlar. Kitaplardaki amacım Pedro Almodóvar’ın yaptığını yapmaktı; negatifleri pozitife çevirmek.Sempatik, zeki, esprili, rafine zevkleri olan, iyi eğitimli bir kahraman yaratmak istedim. Tipik, basmakalıp kraliçesi değil. Bu nedenle ona zıt ve kayda değer yetenekler kazandırdım. Ayrıca çok fazla bilgili ve oldukça da zeki. Bu nedenle, inanıyorum ki, ilk travesti dedektifi yarattım.”

     Seri elbette polisiye ama karşınızda polis üniformaları içinde sert polisler, kelepçeler göreceğinizi düşünüyorsanız büyük yanılgıya düşersiniz. Kelepçe var, pardon. Ama tüylü ve kırmızı olanlardan. Beş kitap diye başlayıp yedi kitap olan serinin baş rolünde ve merkezinde, isteyerek ya da istemeyerek esrarengiz olayların ortasında kalan, amatör dedektif “Burçak Veral” var. Kendisinin kimliğindeki gerçek adı nedir, onu hiç öğrenemiyoruz ama. Bakın ismini de yazdım size, bu da benden kıyak olsun.

     Serinin ilk kitabını okuyup, hem yazarın üslubuna hayran olup hem de katıla katıla güldükten sonra bulduğum tüm kitaplarını toplamaya çalıştım ama öyle farklı yayın evleri basmış ki hepsi birbirinden farklı oldu kitaplarımın. Neyse ki Dedalus Kitap imdadıma yetişti, hem de şahane kapaklarla. Yurt dışında ise başta Penguen olmak üzere çeşitli yayın evleri kitapları basmış hatta ne acı ki ülkemizde gördüğünden daha fazla ilgi görmüş. 

Kim bu Burçak Veral?    

     Anneannesinin, travesti olduğunu duyunca “bu soyadıyla ancak bu kadar olur” dediği, rezene çayı, Virgin Mary ve kahve içen, kendi tanımlamasına göre tüm travestiler gibi Sezen Aksu’dan nefret edip Ajda Pekkan’a tapan, mesafeli, cool ve oğlansı bir güzellik. Tıpkı hayranı olduğu Audrey Hepburn gibi. İyi müzik dinler, meraklıdır, bilgisayar işlerinden para kazanıp kimi zaman hackerlik düzeyinde çalıştığı olur. Aikido ustasıdır ve bir gay kulübün küçük ortaklı patron müdürlüğünü yapar. Entelektüeldir. Kulüpteki çalışma zamanları dışında erkek kıyafetleri giyer. Kulüpte Audrey Hepburn’ün filmlerinde kullandığı kıyafetleri kostüm edinir kendisine. Otoriterdir. Televizyonu bilgi yarışması izlemek için açar ve iddialıdır bu konuda. Travesti ve transseksüellerin maktullerden olduğu seri cinayetleri çözer. “Huzur Cinayetleri” romanında bir maymuncuk vesilesiyle Celil Oker’e selam yollamışlığı vardır. Celil Oker son kitabı Sen Ölürsün Ben Yaşarım’da selamını karşılıksız bırakmaz.

     Hop-Çiki-Yaya serisinin diğer değişmeyen kahramanları da Burçak’ın, gece kulübünden ve arkadaş çevresinden tanıdığı travesti kızlar ve de saplı şekerler. Büyük bir otelde drag şov yapan Ponpon, cinsel kimliği konusunda kararsız şef garson Hasan ve başta Gönül olmak üzere diğer kızlar; Damper Beyza, Karakaş Lulu, Kıllı Demet, Aylin, Nalan, Şiloz Pamir. Tabii her kitapta birkaç ceset, cesetlerin sosyal çevresi, kızların etrafındaki hayranlar, tanıdık polisler, çocukluk arkadaşı polis komiseri, taksi şoförleri, sanal alemde yardımlarını Burçak’dan esirgemeyen başka hackerlar felan var. Yani şenlikli bir kitap için gereken her şey düşünülmüş.

Lafı uzattım “Ayolcuğum”. Azıcık kitaptan bahsedeyim.

     Jigolo Cinayeti’nde, bir minibüsçü olan Jigolo Volkan öldürülür. Katil zanlısı olarak da sosyeteden ünlü bir isim olan Faruk Hanoğlu göz altına alınır. Adamın avukatıyla tesadüfen tanışan Burçak, avukatı görünce ayrıldığı sevgilisini hemen unutuverir, yeni bir hedefi vardır artık; Avukat Haluk. Bu nedenle de olayla ilgilenip avukatla yakınlaşmayı planlar. Ama talihin onun için başka planları vardır.

     Hackerlik yaptığı iş ortağı Ali, bir iş aldıklarını ve bazı telefon kayıtlarını silmeleri gerektiğini söyler. Parası da iyi olan işi kabul eder Burçak. Kayıtları silmeden önce kopyalayan Burçak, bu telefon kayıtlarında yakışıklı hedefi avukat Haluk ve göz altındaki Faruk Hanoğlu isimlerini görür. İster istemez artık olayın içine çekilmiştir. Bu arada Faruk Hanoğlu henüz delil bulunamadığından salıverildikten sonra evinin önünde ölü bulunur. Kaza mı intihar mı başta anlaşılamaz ama Burçak bunun düpedüz cinayet olduğuna emindir. Neticede yılların tecrübesine sahip. Bu doğrultuda araştırmalarına başlayan Burçak, hacker Cihad2000’in de yadsınamaz yardımlarıyla iki cinayetin de şüphelilerini yakalamaya kararlıdır. Elbette Cihad2000’ine, kendine yakışır şekilde teşekkür edecektir.

     Su gibi akan içkiler, bol tekme tokat, erotizm, yoğun parfüm kokuları, allı pullu ve seksi kızlar… Her sınıftan İstanbullu hayatların girdisi çıktısıyla rengarenk bir fon. Heyecan, gerilim ve hızlı tempo. Kadın ve erkek ilişkilerini tiye alan özel bir mizah. Buyurun eğlenceye.

Selin Bak

1981 yılında Trabzon’da doğdu. Atatürk Üniversitesi’ nde Hemşirelik okudu. Polisiye merakı gençlik yıllarında (hala çok genç, ortaokul yılları diyelim) Agatha Christie ile başladı. Galiba yapmak isteyip de yapamadıklarını okumak (cinayeti çözmek değil işlemek kısmından bahsediliyor) kendisine garip bir tatmin duygusu vermiş olacak polisiye dışında başka bir tür okuyamaz oldu. En
sevdiği yazarların Türk yazarlar olduğunu her zaman gururla söyler. Çok polisiye okur, çok polisiye dizi ve film izler, fazlaca cinayet kurguları yapar. Aslında çok da yazar ama çaktırmaz. Bu biyografiyi yazarken hayatında enteresan bir şey olmadığını fark eden Selin, hemşirelik yapmaya ve Trabzon’da yaşamaya devam ediyor, şimdilik...

Önceki Hikaye

Dünyanın en meşhur kriminoloğu Julia’nın maceraları sürüyor: Gülümseyen Ölüm

Sonraki Hikaye

Yeni Adrian McKinty Romanı Raflarda!

En Son Yazılar