Bazı şeyler birkaç ufak makyaj hamlesi hariç pek değişmiyor. Tarihe kayıt düşmeyi başarabilenler sayesinde hangi yıldan ve hangi perspektiften bakarsak bakalım bu “değişmeme halini” net biçimde görebiliyoruz. Tıpkı Soledad Santiago’nun 1991 yılında yayımlanan romanı Dokuz Numaralı Oda’da olduğu gibi.
New York’ta Bir Türk: Soledad Santiago
Soledad Santiago; Room 9, Nightside, Streets of Fire: 8, Undercover ve Manhattan Fieber Roman isimli beş esere sahip bir yazar. Bu eserlerinden Room 9, 1996 yılında Telos Yayıncılık etiketiyle ve Dokuz Numaralı Oda ismiyle Türkçeye kazandırılmış.
Esasında, her nasılsa bizde pek bilinmese de, Soledad Santiago uluslararası basın kuruluşlarında ve eyaletler düzeyinde -en azından o dönemlerde- oldukça meşhur bir isim. Daily News, New York Post, The Village Voice, G.Q. ve Penthouse gibi dergi ve gazetelerde yazıları yayımlanıyor. Bunların yanı sıra New York Eyalet Savcısı Abrams’ın basın sekreterliğini üstlenen Santiago, New York kenti basın bürosunu da yönetmiş.
Soledad Santiago ismiyle bahsi geçen 90’lı yıllar öncesindeki dönemlerin en sükseli işleri kabul edilebilecek çalışmalarda imzası bulunan bu hanımefendi esasında Sabire Aysel Vural isimli bir Türk. Sivas’ın Yellice köyünde doğan babası, 1945 yılında devlet bursuyla İsviçre’ye gidip Zürih’te Teknik Bilimler doktorası yaparken Alman Gertrude Ulrich’le evleniyor. 1947’de ise Sabire Aysel Vural dünyaya geliyor. Vural, altı yaşına geldiğinde aile önce Kanada’ya göç ediyor, ardından ABD’ye…
Sabire Aysel Vural ise 1994 yılında başkanlık seçimlerini izlemek ve yazmak üzere gittiği Meksika’ya yerleşiyor. İlk romanları yayımlandığı dönemde hâlâ bu ülkede yaşamını sürdürmekte olan Vural hakkında o tarihten bu yana başka bir habere rastlamak güç…
91’den Bu Yana Değişen Bir Şey Yok
Evvela yerel siyasete ve hiyerarşiye hâkim olan birisinden iç yapılanmaların detaylarının da gözler önüne serildiği bir ABD politik polisiyesi okumak keyifli. Bu konuda hakkını peşinen teslim etmek lazım, Sabire Aysel Vural’ın dilimize çevrilen tek kitabı olan Dokuz Numaralı Oda’nın.
Vural, kuvvetle muhtemel mesleki tecrübelerinden hareketle bir New York belediye polisiyesi kaleme almış. Olaylar, New York Belediyesi Başkan Yardımcısı Jason Idenberg’in vakitsiz intiharıyla başlıyor ve bu intihara paralel biçimde proje yürütücülüğünü Idenberg’in gerçekleştirdiği acil durumlar için geçici sığınma evlerinden ikisinde ölümle sonuçlanan yangınların çıkması, seçim arifesinde neredeyse bütün gözleri New York Belediyesi’ne dikiyor. Başta, Belediye Basın Bürosu’na yeni atanan Raul Vega’nın gözlerini…
Okur olarak olayları, belediye başkanının idari işler yardımcılığını üstlenen Marie Terranova karakterinin gözünden takip ederiz. Bütün bu takip, Vural’ın başarılı karakter çizimleriyle bir film misali gözlerimizin önünde cereyan eder. Marie, birkaç yıl önce görevi sırasında öldürülen polis memuru kocasının yasını yeni geride bırakmışken politik açıdan güçlü olan yöneticiler ve her açıdan güçsüz kabul edilen göçmenler/evsizler arasında bir sarmala kapılmış bulur kendisini.
Yazıldığı ve okurla buluştuğu yıllardan bu yana çeyrek asırdan fazla zaman geçen Dokuz Numaralı Oda, pek çok açıdan güncelliğini koruyor. Üstelik yerel politikacıların ucu ilçe sınırlarını dahi aşabilen yolsuzlukları, göçmenlerin sorunlarına kulak tıkayabilen gösterişli gazetelerin varlıkları, her şeyin tam merkezinde olduğu halde habersiz olabilen kişileri okurken gözlerinizin önünde canlanabilecek kadar “bizden”.
Kitabın edebi dili, çevirmen Demet Demirkol’un da başarısıyla olsa gerek, oldukça güçlü. Hikâye de bir o kadar akıcı ve peşi sıra devam eden aksiyonlar, dramatik yapının her daim tavanda tutulmasını sağlıyor. Özellikle mahkeme polisiyelerinde dünya çapında bir isim olan John Grisham’ın tarzını andıran olay örgüsü ve bir yerden sonra sürpriz sayılmasa da içinde ters köşe detaylar barındıran “sürpriz son” faslıyla da incelikli düşünülüp inşa edilmiş; baştan sona şekillendirilen karakter yapılarındaki tutarlılığa özen gösterilmiş olduğu aşikâr bir yapıt.
En üzücü olan ise Sabire Aysel Vural’ın benzer tarzdaki diğer kitaplarının hiçbirinin Türkçeye çevrilmemiş olması. Bu da okurda, ilk sezonunu çok sevdiği bir dizinin ikinci sezon onayını alamaması gibi bir his yaratıyor…
2021 Model Candyman, Dokuz Numaralı Oda’da…
Geçtiğimiz aylarda gösterime giren 2021 yapımı Candyman filmindeki sanat galerisi sahnesinde eleştirmen Finley Stephens, filmin ana karakteri Anthony McCoy ile McCoy’un eserinin önünde yaptığı sohbette bir tespitte bulunuyordu. Stephens’a göre, ciddi bir işe sahip olmadan ucuz yolla geçinmeyi kafaya koyan sanatçılar yüzünden yerel belediyeler kentsel dönüşüm projelerinde güç kazanmaktadır. Belli semtleri ucuz olduğu için atölye ve konaklama yeri olarak kullanan sanatçılar sayesinde bu semtlerdeki yaşam kalitesi düşmekte, siyasi idareler de bunu bahane ederek kentsel dönüşüm projelerini gerçekleştirebilmektedir.
Bu düşünce sisteminin neredeyse aynısı, 91’de okurla buluşan Dokuz Numaralı Oda’da da geçiyor. Marie trenden inip tek başına yaşadığı çatı katı dairesine doğru giderken SoHo’yu bir zamanlar sanatçılar tarafından stüdyo tipi dairelere dönüştürülen ufak fabrikalar olan bir semt olarak nitelendiriyor. O dönem hem kiralar ucuz hem de herkese yetecek kadar daire varken günümüze gelindiğinde SoHo’da yaşamaya sadece zenginlerin gücünün yettiğini vurguluyor Marie. Göçmenlerin günde 12 saat düşük ücretle çalıştığı fabrikalar ve atölyelerin olduğu SoHo, Marie’nin dönemine geldiğimizde envai çeşit tasarımcının elinden çıkan ürünlerin sergilendiği butiklerin olduğu, kiraların ateş pahası olarak nitelendirildiği bir semte dönüşmüştür.
Velhasılı kelam yazar, asli görevi olan tarihe ışık tutma vazifesini başarıyla gerçekleştirmiş; SoHo’ya dönük tespitleri çeyrek asır sonra bir Hollywood yapımında da tasdik edilmiştir…