Suç tarihinin en trajik hikâyelerinden biri de moda dünyasının ikonik ismi Gianni Versace’nin Miami’deki malikânesinin kapısı önünde -zincirleme cinayet maratonuna çıkan- psikopat hayranı Andrew Cunanan tarafından katledilmesidir. 15 Temmuz 1997’de gerçekleşen bu korkunç olay, film ve dizilere ilham vermiş ve yıllar süren tartışmalara neden olmuştur.
Versace cinayeti sonrasında kaçıp girdiği lüks bir villada gizlenen Andrew Cunanan’ın cinayetten birkaç hafta sonra intihar etmesiyle cevapsız kalan sorularla birlikte katilin duygu durumunu ve onu deliliğe götüren bunalımının nedenlerini sorgulayan analizler yapılmıştır.
Suçbilimci psikologlar için katilin eğilimi, niyeti, aklından geçenler ve onu suç işlemeye yönelten motifler son derecede önemlidir, zira benzer psikopat fikirler çoğu zaman benzer sonuçlar doğurur ve özellikle suç önleyici erken uyarı sistemlerin geliştirilmesi onların işidir.
Suçbilim uzmanı psikiyatr-yazar Dr. Joel Norris’in katillerin zihinlerinden geçenleri incelediği yapıtlarında, cinsel deneyim sonrasındaki ruhsal kargaşa ve hormonların değişiminden bahseder. Pek çok kişide şehvet körlüğünün yerini pişmanlıkla karışık derin bir karamsarlığın baskınlaştığını, geleceğe yönelik kaygı ve korkuların zirve yaptığını ayrıntısıyla anlatır. Partnerinden uzaklaşma ve ortama yabancılaşmayla birlikte -daha derinlerde- üzüntü, suçluluk ve hayal kırıklığı öğeleri taşıyan bu ilginç psikolojik durum “Cinsel Doyum Sonrası Bunalımı/Post Orgasm Depression (POD)” olarak adlandırılmıştır.
Cinsel birleşme sonrasında yaşanan mutsuzluklar yalnızca erkeklere mahsus bir psikolojik duruma işaret etmese de sendromun yoğun tezahürüne erkek seri katillerde sıkça rastlanır, zira eylemlerini gerçekleştirdikten sonra bir tür ruhsal yıkıma giren psikopat seri katiller için bir insanı öldürmek onunla cinsel ilişki kurmakla eşdeğerdir.
Dini otoritelerin sert ve katı olduğu tutucu toplumlarda, bastırılmış cinselliğin sapkın tezahürler göstermesi yaygın olmakla birlikte ahlak kuralları ve vicdana şartlanmanın etkisiyle cinsel içgüdüler öfke patlamalarına, şiddet ve saldırganlığa dönüşebilir.
1982-98 yılları arasında ABD’nin Washington eyaletinin batısındaki Seattle’da en az 48 kadını, tecavüz ettikten sonra elleriyle boğarak öldüren Green Nehri Katili Gary Ridgway dindar ve muhafazakâr görüntüsünün arkasında fahişelere saplantılı, hasta bir kişilik barındırmaktaydı.
Seattle’ın karanlık dönemi yıllar boyunca sürmüş ve Green Nehri Katili’nin yakalanması için kurulan özel polis ekibi -üç kez yeniden yapılanmasına rağmen- başarılı olamamıştı. Öldürdüğü kadınların cesetlerini ortadan kaldırmak için çaba göstermeden onları büyük bir aldırmazlıkla çöpe atmasının, Green Nehri Katili’nin kurbanlarını değersiz bir varlık olarak görmesinden kaynaklandığı belirlenmiş; aşırı muhafazakâr ve dindar, fahişelerden nefret eden bir kişilik olduğu düşünülse de şüpheli profili tam olarak tespit edilememişti. İpuçları yetersizdi ve görgü tanıkları çelişkili ifadeler vermişti.
2001 yılında, katilin kimliğini bulmaya çalışan Dedektif Dave Reichert, sonuçlanamaz hale gelip tıkanan dosyayı son kez kontrol etmek için yeniden gündemine aldı, bütün kanıtları ve maktullerden alınan DNA örneklerini gözaltına alınan şüphelilerle karşılaştırdı. Nihayet ilk cinayetten 20 yıl sonra Gary Ridgway’e ulaştı ve onu tutukladı.
Green Nehri Katili Ridgway, 5 Kasım 2003’teki duruşmasında -savcılıkla anlaşma imzalayarak- kırk sekiz kadını öldürdüğünü itiraf etti. Bu itiraf onu idamdan kurtardı. Ömür boyu hapis cezasına çarptırılan Gary Ridgway’in profili -uzmanlar tarafından- tipik bir psikopat cani olarak çizildi; kurbanlarıyla asla empati kurmayan, onları değersiz, yaşamalarını gereksiz bulan ve katledilmelerinde beis görmeyen berbat bir karakterdi.
Mahkemedeki ifadesinde, “Kurbanlarımı fahişelerden seçtim çünkü onlardan nefret ediyordum ve onlara seks karşılığında ödeme yapmak istemiyordum,” demiştir. “Müşteri bekleyen fahişeleri kamyonetime almak çok kolaydı; kimini evimde, kimini kamyonette, kiminiyse olay yerinde öldürdüm. İşimi kolayca halledebileceğimi ve sonrasında yakalanmayacağımı biliyordum.”
Bir kamyon fabrikasında işçi olan Gary Ridgway önce kurbanlarıyla cinsel açlığını gideriyor, orgazm sonrası duyduğu pişmanlık ve suçluluk hissi kendi nefsine duyduğu tiksintiden kaynaklanan şiddetli bir öfke patlamasına dönüşüyordu. Nefret ettiği isimsiz kadınları boğarak öldürüyor, ceset parçalarını rasgele oraya buraya atıyordu.
İşlediği suçları tüyler ürpertici bir soğukkanlılıkla anlatan Ridgeway’in duruşmalarında en dikkat çeken husus, eylemlerinden suçluluk ya da pişmanlık duymadığını söylediği halde her cinayetinden sonra ağladığının ve gece boyunca dua ettiğinin ortaya çıkmasıdır. Gary Ridgway aslında öldürdüğü kişi için değil, kendisi için ağlıyor, kendi günahlarının affı için dua ediyordu.
Kimi insan vicdan, merhamet ve empatiden yoksun doğar ve bu yoksunluk kötü yetiştirilişle birleşirse kaçınılmaz olarak kötü mahsuller biçilir. Suç tarihinin tanık olduğu en korkunç canilerden Henry Lee Lucas (1936-2001) henüz çocukken belden aşağısı olmayan babasının, fahişelik yapan annesinin aşağılamalarına dayanamayarak intihar etmesine tanık oldu. Kardeşiyle şakalaşırken yaralanan gözüne tıbbi müdahale yaptırmaktan bile imtina eden annesi yüzünden sakat kaldı.
Bu hasta ruhlu kadın, oğluna uyguladığı fiziksel işkencelerin yanı sıra -yalnızca can sıkıntısını giderebilmek adına- onu kız elbiseleri giydirip okula göndermek suretiyle eğlenirdi. Küçük Henry yediği dayaklar sonrasında çoğunlukla baygın düşer, bir köpeğin bile kalmaya dayanamayacağı sefil odasında kusarak uyanır, sabahlara kadar ağlardı.
Henry ilk cinayetini on dördündeyken işledi, 1953’te on yedi yaşındaki bir kızı boğarak öldürdü ancak polis, cinayetin failini bulamadı. 1954’te hırsızlıktan altı yıl hapis cezası alan Lucas hapisten çıkar çıkmaz yetmiş dört yaşındaki annesini bıçaklayarak öldürdü. İkinci derecede cinayetten kırk yıl hüküm giydi, ancak üst mahkeme bu kararı bozdu. Akli ehliyeti bulunmadığı gerekçesiyle akıl hastanesinde on yıl yattıktan sonra çıktı.
1979’da, tecavüz suçlarından bir kez daha hapis yatıp çıktıktan sonra, Florida’da fakirlere yemek dağıtan bir aşevinde Ottis Toole ile tanıştı. 1947 doğumlu Toole, babasının ve üvey babasının tecavüzüne uğramış, ilk cinayetini henüz on dört yaşında işlemiş ve tıpkı Lucas gibi insanlara tecavüz etmek ve öldürmekten zevk alan bir cani haline gelmişti.
Annesi, babası, karısı ve zihinsel engelli iki yeğeniyle aynı evde yaşayan Ottis Toole, babasının eve tekinsiz adamlar getirmesi ve onlarla eşcinsel ilişki kurması, hatta bu arkadaşlarının kendi karısıyla seks yapmalarını izlemesinin dahi normal karşılandığı bir evde büyümüştü. Henry, arkadaşı Ottis’in evine taşınınca yatak odasında Toole’un karısına yer kalmadı ve zavallı kadın komşularla yaşaması için evden kapı dışarı edildi. Ottis Toole’un engelli yeğenleri de iki ahbap çavuşun seks oyuncağı olarak sefil yaşamlarına bir süre daha aynı çatı altında devam ettiler.
Ottis Toole’un Henry Lee Lucas’la yollarının kesişmesinden sonra katliamlarını birlikte sürdürdüler. İki çocukla birlikte yollara düşen bu kana susamış ikili, otoyollarda seyahat edip avlanarak -tüyler ürpertici bir zalimlikle- insanları öldürüyorlardı. Aynı zamanda bir ölüsevici olan Toole çoğunlukla cesetlere tecavüz ediyordu. Öldürmekten artakalan zamanlarında Lucas’la Toole cinsel olarak birlikte olsalar da ortaklıklarının temel nedeni cinayete olan tutkularıydı.
Lucas ve Toole ortak iş tuttukları dört yıl boyunca çoğu kadın, 108 kişiyi öldürdüler. 1983’te tutuklandıklarında toplam 360 cinayet üstlenmişlerdi. İçlerinde hem öldürme hem de ölme tutkusunu bir arada taşıyan her iki cani de mahkemede ölüm cezasına çarptırılmayı talep ettiler.
Ottis Toole pek çok intihar teşebbüsünün ardından idam edilmeyi beklerken 1996’da sirozdan ölmüş, cezası ömür boyu hapse çevrilen Henry Lee Lucas ise 2001 yılında hapishanedeki hücresinde kendini öldürüp rezil hayatına veda etmiştir.
Dr. Joel Norris öldürme eylemi sonrası depresyonu, şehvet cinayeti safhalarından biri olarak tanımlar. Ona göre seri katillerin önemli bölümü, cinayet sonrasında bir tür hayal kırıklığı yaşar. Öldürme eylemi tam olarak tatmin etmemiş, fanteziler istediği gibi gerçekleşmemiştir.
En soğukkanlı katil bile korkunç eylemi sonrasında geç kalmış dehşet, pişmanlık ve suçluluk duygusuna kapılır ve çoğunlukla o kadar yoğun bir çaresizlik yaşar ki bu durum onu intihara kadar sürükleyebilir. Seri katilin içinde öldürme tutkusuyla güçlü bir intihar eğilimi de bulunur. Şehvet katilleri cinayet işlerken kendi yok oluşlarını hayal ederler ve her cinayette ölüme daha büyük bir tutkuyla bağlanırlar.
Norris’e göre ölme arzusu, öldürme isteğinin kardeşidir. Yakalanmalarının ardından bunalıma girerek intihar eden pek çok seri katil vardır: Joe Ball, Herb Baumeister, Dallen Bounds, Charlie Brandt, Adolfo Constanzo ve Antonis Daglis bunlardan yalnızca birkaçıdır. Doyuma ulaşılmış, haz kaynakları tükenmiş, peşinden büyük bir tutku ve coşkuyla koştuğu cinsel heyecan arayışlarını tekrarlamak şimdi artık imkânsız hale gelmiş ve anlamı olmayan hayatlarını sonlandırmaktan başka çare kalmamıştır.
Cinayet sonrası depresyon sonucunda intihar eden seri katillerden tipik bir örnek, Gary Evans (1954–1998) çocukluk döneminin suç üzerindeki etkisini göstermesi bakımından sarsıcıdır. Erkek ve kadın toplam beş kişiyi karmaşık cinsel arzularını gidermek için öldüren New York doğumlu mücevher hırsızı ve seri katil Evans, polis nezaretinden firarlarıyla nam salmıştı.
Yukarı New York’ta akıl hastası bir anneyle uyuşturucu bağımlısı bir babanın tek çocuğu olarak dünyaya gelen Gary Evans -kendi ifadesine göre- henüz sekiz yaşındayken babasının tecavüzüne uğramıştı. Annesi defalarca intihar girişiminde bulunmuş, bir defasında kafasına dayadığı silahı ateşlerken ıskalayıp kocasını omuzundan vurmuştu.
Gary’nin anne ve babası 1968’de boşandılar, annesi dört kez daha evlendi. Oğlu on yedisine geldiğinde, onun yerle yeksan ettiği kişiliğini tamamen bitirmişti. Gary Evans, 1991’de ağır suçlar işlemeye başladı, cinsel eğilimleri de ruh hali kadar ileri derecede bozulmuştu. Travestilik eğilimi erkeklik isteğiyle çelişiyor, cinsel arzularını tatmin edebilmek için kadın kılığında sokaklara çıkıp kandırdığı kişileri cinsel ilişki sonrasında öldürmek için avlanıyordu.
1993’te tutuklanan Gary Evans kendinden o kadar tiksiniyordu ki, bir yıl sonra tüm cinayetlerini üstlenip hüküm giyen polis muhbiri Jeffrey Williams’ın mahkemede suçlu bulunmasıyla birlikte kanıt yetersizliğinden serbest kalmasına rağmen köprüden atlayarak intihar etmiştir.
Seri katillerin kendini öldürmeye eğilimli olmaları şaşırtıcı değildir. Yakın çevreleri ve aileleri tarafından değersiz kişiler oldukları hissettirilerek yetiştirilen bu tür insanlar, aslında kendilerinden nefret ederler. Şehvet katilinin aşağılık kompleksi o kadar uç seviyededir ki, kurbanın canını alarak kendini değerli kıldığını ve önemli bir varlık haline geldiğini düşünür.
Katilin öldürme ve ölme eyleminin arkasındaki ana fikir, başkalarının gözündeki değerini -kendi canı dahil can alacak kadar- yücelteceğini sanması ve cesaretini bu yolla kanıtlayacağını düşünmesidir. Öldürür çünkü kurbanın gözünde tanrısal seviyeye ulaşacağını, kudreti sınırsız bir insan olacağını ve en nihayetinde bu dehşet verici eylemin sonunda ıstırabının yatışacağını düşünür.
Oysa bu durum yalnızca bir sanrıdır. Bir seri katilin duygusal ihtiyaçlarını tatmin etmesinin imkânı yoktur. İntiharla sonlanan bir diğer olay zincirinin faili, Güney Afrikalı pedofil Gert van Rooyen, 1988-1989 arasında uyuşturucu bağımlısı sevgilisi Joey Haarhoff’ın yardımıyla, 11–14 yaşları arasında değişen altı çocuğu kandırarak kaçırıp işkenceyle öldürmüştür.
Gençlik yıllarından beri hırsızlıktan darp ve tecavüze kadar çeşitli suçlardan sabıkası olan Rooyen, 1979’da işlediği taciz suçlarından yargılanıp hapse girmiş ancak üç yıl sonra tahliye edilmiştir. Son alıkoyma ve cinayetleriyle önceki suçları da ortaya çıkıp haklarında yakalama kararı verildiğinde Gert van Rooyen yanına cinayet ortağını alarak şehir dışına çıkmış ve orada Joey Haarhoff’un başına bir kurşun sıktıktan sonra kendini vurup öldürmüştür.
Güney Afrikalı suç makinesinin intiharının ardından açılan dava celseleri aylarca sürse de gizemini koruyan birçok mesele aydınlatılamamış ve bütün aramalara rağmen kayıp çocukların cesetleri bulunamamıştır. Duruşmalarda ifadesine başvurulan erkek kardeşine göre, Gert bütünüyle vicdansız bir insan değildi. Yüksek başarı potansiyeline, azim ve çalışkanlığına rağmen sıradanlığa mahkûm, tatminsiz bir hayat yaşamış, toplumsal beklentileri karşılanmamış ve evliliğindeki sorunlar zihninde derin bir travmaya yol açmıştı.
Çocukların ortadan kaybolduğu her vaka sonrasında bunalım geçiren Rooyan, uzun süredir “panik atak” hastasıydı ve özellikle 45 yaşından sonra defalarca baygınlık geçirip hastaneye kaldırılmış, birçok kez intihara kalkışmış, kendini öldürmesine müdahale edilmemesi için doktoruna yalvarmıştı. Metresi ve işbirlikçisi Joey Haarhoff ise yaşadıkları hayata ancak yüksek dozda uyuşturucu alarak katlanıyordu.
Cinsel doyum sonrasında nasıl psikolojik yıkım yaşanabiliyorsa cinayet sonrasının dibe çeken çöküntüsü de benzer etkiyle bir katili cinnet durumuna sürükleyip kolayca intihara kadar götürebilir. Zirve yolundaki gözü dönmüşlük ve sarhoşluk sona erdiğinde uçurumdan aşağı düşen kişinin durulma evresine geçmesi kolay olmaz, zira başkalarının gözündeki değerini yapay yollarla yükseltme çabasının boşuna olduğunu ve kendini tanrı gibi görme/sunma algısının ise yalnızca vücut kimyasallarının yarattığı geçici bir illüzyon olduğunu anlamaya başlamıştır.