“Öncelikle konunun özgün olmasına dikkat ederim ama konu dünyayı sarsacak kadar iyi olsa bile, eğer giriş bölümündeki o merakı okura geçiremezseniz çuvalladınız demektir,” diyor Çağatay Yaşmut. Başkomiser Galip Polisiyeleri’ne son olarak Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü? ismiyle bir de öykü kitabı ekleyen Yaşmut, öykü yazmanın roman yazmaktan daha zorlu olduğunu vurguluyor: “Öykü çetin ceviz. Daha yoğun emek istiyor.”
Başkomiser Galip polisiyeleriyle tanınan Çağatay Yaşmut, 221B’nin ilk sayılarında öykü yazmaya karar verdi, ilk sayıdan beri dergimizi takip eden okurlarımız bu öyküleri çok iyi hatırlıyordur. İşte bu öykülerin daha uzun versiyonları bir kitapta toplandı ve Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü? ismiyle yayımlandı. Polisiye öykü kitaplarının çok sınırlı olduğu dilimizde tüm polisiyeseverlere mutlaka öneriyoruz. Çağatay Yaşmut’la hem kitabını hem de polisiye dünyasını konuştuk.
Okurlarımız öykülerini, romanlarını elbette biliyor. Ekonometri ve felsefe okudun ve uzun yıllar finans alanında çalıştın. Polisiyeyle okur olarak ne zaman tanıştın?
Polisiyeyle tanışıklığım ortaokul sıralarına kadar gider. O zamanlar babam bana okumam için Agatha Christie romanları alırdı. Onları hatmederdim. Şimdilerde raflarda göremediğimiz pek çok macerası vardı bende: Mesela Şatodaki Hayalet, Karakolda Cinayet gibi.
Lise yıllarında birçok yazarı kendim keşfetmeye başladım. Robert Ludlum, Arthur Hailey, Stephan King, Peter Straub o yıllar elimden düşüremediğim yazarlardı. Morris West’in Kertenkele’sini hiç unutamam. Peter Benchley’den Jaws‘ı ve Shelley Katz’ın Alligator‘unu okuduktan sonra bir süre evde tek başıma kalamamıştım. Yine macera romanları yazan George Simpson ve Neil Burger’ın aksiyon dolu romanlarını heyecanla okurdum. Bunların yanında meşhur SAS serisini ve Mayk Hammer’ları elimden düşürmezdim.
Yazmaya ne zaman karar verdin ve ilk denemelerinden bugüne hep polisiye türünde mi çalıştın?
İyi bir okurun çok çalışıp sabredince günün birinde yazar olabileceğine inanıyorum. 2001 ekonomik krizi nedeniyle iş hayatına zorunlu olarak ara verince, yazmak için boş zamana kavuşmuş oldum. Birkaç yazı atölyesine giderek bu işin altından kalkıp kalkamayacağıma baktım ve üstesinden gelebileceğimi anlayınca işin peşini bırakmamaya karar verdim. O zamanlar bile kafayı polisiyeyle bozmuştum. Hâlâ düzelmedi!
Henüz tanışmamış olanlar için Başkomiser Galip’i biraz anlatmanı istesem…
Tanımayanlar Başkomiser Galip’i öyle üstün yetenekleri olan, beynindeki gri hücreleri çalıştıran, çok zeki, adeta bir tümevarım makinesi, entelektüel bir insan olarak düşünüyorlarsa hayal kırıklığına uğrayacaklar.
Başkomiser Galip, sıradan cinayetlerin sıradan polisi. Biraz maço, biraz depresif, Kadıköy sevdalısı, yalnız bir adam. Belki bu yüzden sahici duruyor. 40 yaşlarında. Kumral, seyrek saçlı, mavi gözlü. Yakışıklı sayılır. İşine çok bağlı. Ekibini korur ve iyi yönetir. Kitap okumaz. Sinemaya gitmez. Tiyatronun yanından bile geçmez. Müzik dinlemez. Televizyon seyretmez. Sigarayı adeta yutar. Şiddetten kaçmaz, zaman zaman sorgularda sert tavırlar sergileyebilir. Bu konuda eleştiri aldığı için biraz iyi polisi oynamaya kalksa da genlerinde naiflik olmadığı için bu rolü fazla sürdüremedi. Kadınlara düşkündür ama bir türlü hayatının kadınını bulamadı.
Başkomiser Galip hikâyeleri: “Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü?”
Ve aslında romanlarının kahramanıyken şimdi “Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü?” kitabıyla tekrar karşımızda Başkomiser Galip. Öykü yazmaya nasıl karar verdin?
Uzun zamandan beri yeni romanım üzerinde çalışırken, belki biraz da sıkıldığım için romana biraz ara verip 221B’de, yine başkahramanı Galip olan polisiye öyküler yazmaya başladım. Fakat öykülere kendimi öyle kaptırdım ki romanı unutup peş peşe yedi uzun öykü yazdım. Böylece hem romanla arama mesafe koyarak yazdıklarımı başka bir gözle kontrol etme şansı buldum hem de öykü yazmanın o güzel tadını almış oldum. Yalnız şunu da belirtmek isterim: 221B’de yayımlanan öyküler, derginin sayfa sınırlamasından dolayı, kitaptakilerin kısaltılmış halleridir.
Yeni bir Başkomiser Galip romanı bekleyen okurların “Doktor Ceyda’yı Kim Öldürdü?”ye dair yorumları ne oldu?
Galip’i takip eden okurlar, 221B ve dedektifdergi’de yayımlanan öyküleri çok beğendiler. Ben de olumlu tepkilerden cesaretlenerek öykülerin evrilmiş halini bir kitapta topladım. Şu anda güzel yorumlar alıyorum kitapla ilgili…
Polisiye öykü yazmanın roman yazmaktan farklı zorlukları olduğunu düşünüyorum, hem atmosferi kurmak hem de iyi bir kurgu yapmak için daha sınırlı bir alan, ancak polisiye okurunu da yazarını da geliştirdiği açık. Sen ne düşünüyorsun bu anlamda?
Bence de öykü çetin ceviz! Daha yoğun emek istiyor. Öykü yazarken karakterlerden olay örgüsüne, mekânların tasvirinden kullandığınız dile kadar birçok şey sizi sınırlayabilir. Ayrıca suçu anlatmak, suça muamma ve gizem katarak soruşturmayı başarıyla sonuçlandırmak romana göre daha zordur. Polisiyenin kurucu babaları bu zorlukların üstesinden gelmeyi bildikleri için hâlâ milyonlarca kişi tarafından okunuyor. Fakat Altın Çağ polisiyesinin egemen olduğu iki dünya savaşı arasındaki dönemden itibaren, Agatha Christie ve takipçileri sayesinde öyküler yerini romana kaptırdı ve günümüze kadar da böyle sürerek geldi.
Türkiye’de polisiye romanların yayımlanma sıklığı arttı ancak polisiye öykü kategorisinde birkaç yazarın yapıtlarını görüyoruz, sence bunun nedeni okurların öykü kitaplarına daha mesafeli durması mı yoksa polisiye yazarların öykü yazmayı çok tercih etmemesi mi? Öykü kategorisindeki oran artacak mı sence önümüzdeki dönemde?
Bence ikisi de. Talebin olmadığı yerde arz da olmaz. Bu yüzden, öykücülerimizin çoğu artık roman yazıyor. Öyküye dair bu ilgisizlik sadece polisiyede değil, tüm edebiyat yapıtlarında var. Bu durum, metinlerini daha ayrıntılı, yarattıkları karakterleri daha derinlikli yazmak isteyen yazarları romana yöneltiyor. Kolay kolay da değişeceğe benzemiyor.
“Girişte merakı okura geçiremezseniz çuvalladınız”
Yazarken en dikkat ettiğin ya da seni en çok zorlayan şeyler neler?
Öncelikle konunun özgün olmasına dikkat ederim. Ama konu dünyayı sarsacak kadar iyi olsa bile, eğer giriş bölümündeki o merakı okura geçiremezseniz çuvalladınız demektir.
Sahnelere görsellik vermeye gayret ederim. Bunun için betimlemeler ve ayrıntılar önemlidir. Yazılanların zihinlerde canlanması gerekir. Karakterlere de epeyce kafa yorarım. Karakterin sahici olması; yani değişmesi, sempati duyulması, motivasyonunun düşmemesi gerekir. Ayrıca kuvvetli çatışmalar ve yüksek ritimli bir anlatım önemlidir.
Genelde bir romana ya da bir öyküye başlamadan önce bu hazırlıklarla epeyce zaman harcadığım için yazım esnasında üstesinden gelemeyeceğim sorunlarla karşılaşmam. Tüm metni planlı programlı yazarım. Önce konuyu bulurum. Sonra madde madde olay akışını çıkartırım. Karakterlere kafa yorarım ve tek tek sahneleri kurarım. Geriye sadece yazmak kalır. Oturur yazarım. Tek endişem; farkına varmadan bir mantık hatasına düşmektir. Böyle hatalar, polisiye okurunun gözünden kaçmaz.
“Genç yazar adayları, her gün mutlaka 1 sayfa yazsınlar”
Yazma ritüelin var mı, mekân, saat gibi? Genç yazarlara önerilerini de almak isterim.
Genelde sabahtan öğlene kadar yazıyorum. O gün ne yazacağımı bir önceki günden belirlediğim için hiç ilham beklemeden -ayrıca ilhama da inanmam- 3-4 saat çalışırım. Genelde bu zaman zarfında iki sayfa çıkartırım fakat bazen üç sayfayı zorladığım da olur. Günün geri kalan zamanında diğer işlerle meşgul olurken yazdığım sahneleri kafamda evirir çeviririm.
Ertesi gün, yazdıklarımın düzeltmelerini yaptıktan sonra yeni sahneleri yazmaya geçerim. Böyle böyle romanın sonuna gelirim. Genelde kötü bir metin ortaya çıkar. Bundan sonra romanla arama mesafe koyup başka bir gözle yazdıklarımı değerlendirmek için bir ay romana dokunmam. Bir ay sonra metnin başına oturur ve romanı yeniden yazarım. Genç yazarlara önerimse, her gün mutlaka 1 sayfa yazmaları. Bu çok zor bir şey değil. Disiplin, sabır ve çalışma işi.
Çalışkan bir yazar ve tutkulu bir okur olduğunu biliyorum, okurlarımız için favori yazarlarını, karakterlerini sıralar mısın?
Elimden geldiğince bütün yerli polisiyeleri okumaya gayret ediyorum. Hepsi ayrı keyif veriyor. Her birinin lezzeti başka. Yabancılardansa Lawrence Block, Donna Leon, Petros Markaris, Georges Simenon, Peter Robinson, Henning Mankell, Sue Grafton, Jeremiah Healy, Mario Simmel ve tabii ki Agatha Christie, okumaktan keyif aldığım yazarlar. En çok sevdiğim üç kahramansa Remzi Ünal, Matthew Scudder ve Komiser Haritos.
“Polisiyeye gösterilen ilgi, umut verici”
Türkiye’de polisiye edebiyat alanındaki gelişmelere dair yorumların nedir?
İstatistiksel verilere göre, ülkemizde son yıllarda kitap okunma sayısında belirgin bir artış olduğu gözleniyor. Şaka gibi… Özellikle İstanbul Kitap Fuarı, Avrupa’da en çok ziyaret edilen fuar unvanını aldı. Bu bağlamda, dünyada bir endüstri olmasına karşın, ülkemizde hep ikinci sınıf muamelesi gören ve az okunan polisiye edebiyatı da buna paralel olarak yükselişe geçti.
Son yıllarda yerli polisiye yazarların ve nitelikli eserlerin sayısında artış var. Dünya Kitap, her yıl en başarılı polisiye romana, Altın Sayfa Polisiye Roman Ödülü veriyor. Yayınevlerinin çoğu polisiye romana yöneldi. 221B, yayın hayatına başladı ve ikinci yılını doldurdu; okurların beğenisini toplayarak geniş bir okura hitap etti. Bazı üniversitelerimizin Türk Dili ve Edebiyatı bölümlerinde polisiye edebiyatı dersi okutuluyor. Bu yıl üçüncüsü Pera Palas’ta yapılan Kara Hafta etkinliği, dünyadan ve ülkemizden pek çok ünlü polisiye yazarını buluşturdu. Böyle etkinlikler, ülkemizdeki polisiye edebiyatın tanınmasına katkı sağlıyor. Gazetelerin kitap eklerinde ve edebiyat dergilerinde eskisine göre daha çok polisiye yazara yer veriliyor, daha çok polisiye yapıt tanıtılıyor. Sevin Okyay’ın sunduğu Cinayet Masası radyo programı tam gaz devam ediyor ve en çok dinlenen programlar arasında.
Geçen yıl, yaklaşık 65 polisiye yazarını aynı çatı altına toplayan Türkiye Polisiye Yazarları birliği kuruldu ve dernekleşme yolunda. Bu gelişmeler, dünyadaki emsallerimizle kıyasladığımızda hâlâ yeterli olmasa da tüm bunları umut verici buluyorum. Okurlarımızın yerli polisiyelerin iyi olmadığına dair yerleşmiş bir önyargısı var. Bu önyargının yıkılması için yayınevine de yazara da büyük sorumluluk düşüyor. Yazarlar, daha çok çalışıp daha çok yapıt üretmeli, yayınevleriyse kitaplarının arkasında sağlam durmalı, dağıtımları ve tanıtımları iyi yapmalı.
Film senaryosu alanında da çalışmalar yaptığını biliyorum, bu alanda gelişmeler var mı? Sence neden yerli polisiyeler, yurtdışındaki oranlara göre çok daha az uyarlanıyor ekrana?
Bir ara senaryo çalışmaları yapmıştım ama bunun zaman ve emek kaybı olduğunu fark edince bu hayalden çabucak vazgeçtim. Eğer sipariş üzerine senaryo yazmıyorsanız, bence senaryo yazmanın suya yazmaktan hiçbir farkı yok.
Piyasada herkes senaryo doktoru olduğu için yazdıklarınıza karışan, müdahale eden çok oluyor. Halbuki roman yazarken editörümden başka kimse bana karışamaz. Yerli polisiyelerin yabancılara göre ekrana ya da beyazperdeye çok daha az uyarlandığına katılıyorum. Bugüne kadar birkaç istisna dışında hep başarısız örnekler seyrettiğimiz için seyirci polisiye sinemaya ve dizilere yüz vermiyor. Yapımcılar da gişe kaygıları nedeniyle polisiye uyarlamalar yerine zorlama komedi filmleri çekmeyi daha cazip buluyor.
Önümüzdeki dönemde planların ne? Yeni bir roman yazıyorsun bildiğim kadarıyla, okurlarla ne zaman buluşacak ve kısaca nasıl bir roman bekliyor bizi?
Araya bu hikâye kitabı girdiği için üzerinde çalıştığım romanı bitirmem biraz gecikti. Şu sıralar tüm vaktimi romana harcıyorum. Dosyayı birkaç ay sonra yayınevime teslim edeceğim. Ne zaman yayımlanacağına yayınevim karar verecek. Tahminimce İstanbul Kitap Fuarı’na yetişecektir. Konusunu söylemeyeyim, sürpriz olsun. Dosyayı teslim edince yeni romana başlayacağım. Kurgusu bitti bile. Ardından yeni bir hikâye kitabı sırada. Hikâyelerin de kurguları hazır.
221B Dergi’nin 13. sayısında yayımlanmıştır…