Büyük Uyku | Raymond Chandler

9 dakikalık okuma

Raymond Chandler 1932’de, kırk dört yaşındayken, buhran sırasında petrol şirketi yöneticisi olarak işini kaybettikten sonra dedektif kurgu yazarı olmaya karar verdi. İlk kısa öyküsü ‘Blackmailers Don’t Shoot (Şantajcılar Ateş Etmez)’, 1933’te popüler bir dergi olan Black Mask’ a yayımlandı. İlk romanı ‘Büyük Uyku’yu 1939’da yazdı. ‘Playback’ hariç hepsi sinemaya uyarlandı, hatta bazıları birkaç kez. Ölmeden önceki yıl, Amerika’nın Gizem Yazarları’nın başkanı seçildi. Raymond Chandler’ın mekanları malikaneler, saraylar, şatolar değil hayatın nabzının attığı her yerdir, başta da sokaklar. Chandler’a göre romanın dikkati gerçek dünyaya odaklı olmalıdır. ‘Hammett, cinayeti Venedik vazosundan çıkardı ve sokağa attı.’ der bir yazısında. Kendisi de bu sokaktan yürüyecek ve 1959’daki ölümüne dek sözünü, polisiye roman türüne ve edebiyata değerli birer katkı sayacağımız yedi romanla söyleyecektir.

Aklıma Marlowe’un tam tersi olan Poirot geldi. ‘Titiz’ Hercule Poirot’u da severim ama açıkçası Marlowe ile kıyaslayamam. Agatha Christie’nin bu düzen tutkunu, aşırı titiz dedektifi olayları sakin sakin çözmesiyle tanınır, ha bir de bıyıklarıyla… Herkesi bir araya toplayıp katili açıkladığı sahnelerde genelde hep aynı şeyi söyleriz; ‘Ah ben bunu nasıl düşünemedim!’ Agatha Christie tartışmasız büyük yazardır ama kaçak oynar. Okurdan ipuçları saklar. Bazen kendimi salak yerine konmuş hissettiğim de olmuştur. Yine de Poirot’u severim ama Marlowe kadar değil. Bu ukala ve kalbur üstü dedektif benim hard-boiled dedektiflerimin yanına bile yaklaşamaz. Ayy gözümün önünde Poirot’u birine tokat atarken canlandırdım da bir gülme geldi. O otursun koltuğunda gri hücrelerini çalıştırsın ancak.

Raymond Chandler’in özel dedektifiyle ilk tanışma kitabıdır ‘Büyük Uyku’. Philip Marlowe, üzümlü kekim. Nüktedan, sıkı içici ve sert dedektif görünüşünün altında oldukça derin düşünceli, felsefik, satranç ve şiirden haz alan biridir. Fiziksel olarak zarar görmekten sakınmadığı gibi kolay kolay da meseleleri çözmek için şiddete başvurmaz. Ahlaki olarak doğruluğu seçtiğinden Büyük Uyku’daki Carmen Sternwood gibi türün ‘femme fatale’ karakterlerinin oyununa gelmez. (FemmeFatale ‘felakete neden olan kadın’ anlamına gelir ve genelde ilişkiye girdiği erkeklerin başına çorap ören güzel ve çekici kadınlar için kullanılır. Bu da başka bir yazının konusu olsun bence. Ve hayır, genelde sarışın oluyorlar, kızıl değiller.) Sadece Büyük Uyku’da da değil tabii, birçok romanında suçluların peşinden koşturan bu ilkeli, maceraperest ve romantik dedektifimiz boşanma davalarına asla bakmaz. Bu nedenle Dashiel Hammett’in ‘hard boiled’ dedektiflerinin yanında biraz naif kaçabilir Marlowe ayakları. Diğer dedektiflerin aksine suçlularla ya da mafyayla anlaşmaz, konuşması gerekiyorsa da muhabbetini kısa ve sert tutar. Es kaza bu insanlara bir güzellik yapacaksa bunu ya yanlışlıkla ya da başka çaresi olmadığından yapar. Kirli bir dünyada yaşadığından bu kirin üzerine yapışmasından her zaman çok korkar.

Her tipik Amerikan polisiyesi dedektiflerinin olduğu gibi Marlowe’un da bir bürosu vardır.B ürosunda otururken kapısı ya da telefonu çalar ve müşterisi onunla saati 25 dolar artı masraflar karşılığında anlaşır. Çekmecesinde her daim içkisi ve iki kadehi vardır. İkinci kadeh çoğunlukla kadınlara ikram edilir.

Büyük Uyku’nun film versiyonuyla ilgili bir hikaye var ama ne derece doğru bilmiyorum. İddiaya göre, kitabı uyarlamaya çalışırken senaristler (William Faulkner & Leigh Brackett) karakterlerden birini kimin öldürdüğünü çözememişler. Raymond Chandler’ı aramışlar. Bir süre düşünen Chandler kitaptaki bu kişinin katilini tanımlamayı tamamen unuttuğunu ve bunu kimin yaptığı hakkında hiçbir fikri olmadığını itiraf etmiş. Kitabı okuyan hiç kimse bu kusurdan bahsetmediğinden çekimler olduğu gibi yapılmış. Hadi beyin fırtınası yapalım, sizce kimin katili anlaşılamamış? İşte Büyük Uyku’da olan şey de tam olarak bu. Olay örgüsü aşırı karmaşık ve Chandler’ın kervanı yolda düzdüğü oldukça açık. Hala bir suç klasiği çünkü Philip Marlowe kitapları olay örgüsüyle ilgili değil, hepsi her zaman karakter ve atmosferle ilgili. Birçok yönden Rüzgar Gibi Geçti’ye benziyor Büyük Uyku. Irkçılık, cinsiyetçilik ve hafiften kadına yönelik şiddet var. Zaman periyodu göz önüne alındığında, o zamanda ve mekanda geçen bir hikayeyi bunlar olmadan nasıl anlatabileceğinizi de hayal etmek zor. Her şey hikayenin doğal bir parçası gibi görünüyor ve o kadar gerçek ki neredeyse rahatsız edici değil. Gelelim kitaba…

Philip Marlowe, petrol zengini emekli General Sternwood’un evine davet edilir. General katıldığı bir at yarışında kaza geçirip sakat kalmış, eşini de kaybettikten sonra iki kızıyla yaşamına devam etmektedir. Küçük kızı Carmen üzerinden kendisine şantaj yapılmaktadır ve General bu durumdan fazlaca rahatsızdır. Daha önce de şantaja maruz kalmış, Joe Brody isminde birine Carmen’i rahat bırakması için beş bin dolar ödemiştir. Şimdi ise Arthur Gwynn Geiger, kartvizitinin arkasına yazdığı bir tehdit notu ile imzalı üç senedi Generale yollar. Senetlerdeki imza Carmen’e aittir. (Yazının başında bahsettiğim Femme Fatale’nin kusursuz bir örneğidir kendisi)

Generalin büyük kızı Vivian’ ın kocası Rusty Regan’da, evliliğin birinci ayı dolmadan ortadan kaybolmuştur. ABD’de kaçak yaşayan, eski bir subay olan Regan hakkında, bir zamanlar kaçak içki satıcısı olduğu ve yeraltı dünyasının en önemli kişilerinden Eddie Mars’ın sevgilisiyle kaçtığı dedikoduları dışında hiçbir bilgi yoktur. Şantaj işleri ile damadın kayboluşu arasında da önemli bağlantılar olma ihtimali vardır. Marlowe, aileye şantaj yapan Geiger’i, Generalin ve ailesinin başından def etme işini kabul eder. Böylece adım adım çözüme yaklaşırken, aşk, mafyatik ilişkiler, pornografi, cinayet ve delilikle iç içe geçmiş bir öykünün baş kahramanı olur. Ama bir şartı vardır .Günde 25 dolar ve artı masraflar…

Kitabın filmini izlemedim. Hem daha önce de dediğim gibi film izlemeyi sevmiyorum hem de aklımdaki Philip Marlowe’u oynayabilecek, bana bu hissiyatı verebilecek bir aktör yok. Seksen üç yıl önce yazılmış bu romanın beni ve diğer okurları halen bu denli etkilemesi acayip. Tanışmadıysanız Philip Marlowe ile muhakkak tanışın. Ama unutmayın; saati 25 dolar artı masraflar…

Selin Bak

1981 yılında Trabzon’da doğdu. Atatürk Üniversitesi’ nde Hemşirelik okudu. Polisiye merakı gençlik yıllarında (hala çok genç, ortaokul yılları diyelim) Agatha Christie ile başladı. Galiba yapmak isteyip de yapamadıklarını okumak (cinayeti çözmek değil işlemek kısmından bahsediliyor) kendisine garip bir tatmin duygusu vermiş olacak polisiye dışında başka bir tür okuyamaz oldu. En
sevdiği yazarların Türk yazarlar olduğunu her zaman gururla söyler. Çok polisiye okur, çok polisiye dizi ve film izler, fazlaca cinayet kurguları yapar. Aslında çok da yazar ama çaktırmaz. Bu biyografiyi yazarken hayatında enteresan bir şey olmadığını fark eden Selin, hemşirelik yapmaya ve Trabzon’da yaşamaya devam ediyor, şimdilik...

Önceki Hikaye

17 Haziran’da Seyirciyle Buluşacak Olan Mezarlık Film Serisinin Fragmanı ve Afişi Yayınlandı

Sonraki Hikaye

Adalet Mücadelesi: "Gömdüğümüz Hayat"

En Son Yazılar