221B Dergi’ye yazmaya başladığımdan beri yazdığım yazarlar ortada; Donna Leon, Raymond Chandler, Henning Mankell, Colin Dexter, Tuna Kiremitçi, Çağatay Yaşmut… Beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz ama bu isimler kendini kanıtlamış isimlerdir. İlyas Barut’u da yazıyorsam bir sebebi var.
1969 Bandırma doğumlu yazar İlyas Barut 2001 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi Sinema- TV bölümünden mezun olmuş. ‘Bil ki Hayat Virane’ kendisinin ilk kitabı. Beni tanıyanlar Türk Polisiyesi’nin vazgeçilmezim olduğunu bilirler. Bu kitap var ya bu kitap, son zamanlarda okuduğum yerli, yabancı tüm kitaplar arasında kesinlikle ilk beşin içindeydi. O zaman ve mekan anlatımları, o insan tasvirleri, olay yeri betimlemeleri, hele hele ruh hali tasvirleri… Kitabın kahramanının içtiği içkinin kokusunu aldım, dolaştığı sahilde denizin iyot kokusunu resmen içime çektim.
Kahramanımız malulen emekli bir cinayet masası polisi. Aslında gerçek adı meçhul ama kitapta, genç yazar arkadaşı onu Nusret Çakmak diye isimlendirmiş. Nasıl yani? Şöyle ki; kitaba başlarken aslında kahramanımızın yazdığı kitabı okuyarak başlıyoruz. Kimliği meçhul emekli polisimiz bir arkadaşının da gazıyla başından geçen bir olayı yazmaya heveslendiriliyor. İşte bu genç yazarla yazdıkları sayfalarda kendisini Nusret Çakmak olarak okuyoruz. Bazen Nusret Çakmak’ı alkolik ve küfürbaz biri olarak kendi yazdığı sayfalardan, alkolik olmayan ve tam bir beyefendi olan Nusret Çakmak’ı da genç yazarımızın kaleminden tanıyoruz. Ben küfürbaz ve alkolik olan Nusret’i daha çok sevdim. Yazımın devamında ben de kendisini bu isimle anacağım. Kim bu Nusret Çakmak?
Nusret daha önce de dediğim gibi emekli bir cinayet masası polisi. Erken emekli olmak zorunda kalmış. Çünkü eşi, Nusret’in beylik tabancasıyla intihar etmiş. Kaldıramamış Nusret’in işine olan bağlılığını ve evini ihmal etmesini. Tabii aslında altta yatan rahatsızlığı buna neden olmuş. Nusret, eşinin manikdepresif olduğunu biliyor elbette ama melankolik hallerini ve intihara meylini anlayamamış. Bundan dolayı da hep kendini suçlamış. Suçlayan sadece kendisi de değil. Kızı ve oğlu da annelerinin intiharından hep Nusret’i suçlamış. Babalarıyla görüşmeyi kesmişler. Eşini kaybeden Nusret bir de çocuklarını kaybetmiş. Teselliyi içkide bulmuş. Ayık gezmek ona bunları hatırlattığından zihnini hep votkaya boğmuş. Elbette bunların neticesinde işine daha fazla devam edememiş ve emekli olmak durumunda kalmış. Ama nasıl babacan, nasıl tatlı bir adam anlatamam size.
Nusret’in arkadaşı Ziya’nın kızı, kendini evinin penceresinden boşluğa bırakarak intihar ediyor. Ama babası Ziya inanmıyor papatya gibi kızının intihar ettiğine. Nusret’ten yardım istiyor olayı araştırmak için. Çünkü kızının peşinde olan bir gençten şüpheleniyor. Balıkçı Memet denilen bu gencin, içip içip kızının evinin sokağında naralar attığından ve kızının ‘Bu çocuk beni öldüresiye seviyor’ dediğinden haberdar. Kızının arkadaşı Okşan’dan aldığı bu bilgileri Nusret’e veriyor. Memet denilen bu gençte tüm ayaklar var; içki, uyuşturucu, ne ararsanız. Tam bir criminal tip gibi görünüyor babanın gözüne. Nusret her ne kadar kızın öldürüldüğüne inanmasa da arkadaşının hatırına kabul ediyor. Emniyete gidip Gülden’in dosyasını inceliyor. Şüphelenilen Memet’in kızın öldürüldüğü zaman askerde olduğu ortaya çıkıyor. Hatta Memet’in komutanının beyanını da dosyada görüyor. Önce rahmetli Gülden’in arkadaşı Okşan’la görüşüp her şeyi bir de onun ağzından dinliyor. Ressam kızımız Okşan’a hafiften yeşilleniyor bizim votkacı Nusret’imiz ama asla belli etmiyor çünkü kendi de hislerinin gerçekliğini kabul etmiyor. Bulunan Balıkçı Memet, Gülden’i çok sevdiğini, evet içip öyle bir tatsızlık yaptığını ama asla Gülden’e zarar vermediğini söylüyor. Nusret inanıyor bu çocuğa çünkü zaten o tarihte askerde olduğu da kabak gibi ortada.
Nusret Gülden’in evine göz atmaya gidiyor. Kitaplıktaki kitapların arasında Gülden’e el yazısıyla yazılmış bazı aşk mektupları buluyor. El yazısı ona tanıdık geliyor. Evinde eski evrakların arasından çıkardığı eski bir mektuptakiyle yazı bire bir uyuşuyor. El yazısının sahibi bir arkadaşının kardeşi olan Hikmet’e ait çıkıyor. Hikmet Gülden’le bir ilişkisini olduğunu utana sıkıla kabul ediyor. Hatta Hikmet Balıkçı Memet’ten de haberdar çünkü Gülden’in onu kardeşi gibi gördüğünü söylüyor. Çalıştığı fabrikada işçilerin sendikalaşma faaliyetleriyle ilgili belgesel çekmek isterken Gülden’le tanıştıklarını anlatıyor. Gülden’in fabrikaya gelip işçilerle görüştüğünü hatta patronların bundan hiç hoşnut olmadıklarından bahsediyor. Tabii bu konuşmanın sonunda Nusret yönünü fabrikaya çeviriyor. Fabrikanın sahibi Önder’de Nusret’in çocukluk arkadaşı. Bandırma küçük yer zaten, herkes birbirini tanıyor. Önder ise büyük işlerle uğraştıklarını böyle küçük şeylerle ilgilenemeyeceklerini söylüyor. Nusret araştırmalarına devam edince Balıkçı Memet’in Bilecik’te askerlik yaptığı dönemdeki komutanının hemşehrisi olduğunu ve ona zırt pırt hava değişimi izni verdiğini öğreniyor. Elbette Nusret yönünü Bilecik’e çeviriyor. Bu ziyaretinden sonra elindeki yumağın düğümleri birer birer çözülmeye başlıyor. Tabii ki hepsi Nusret’in dikkati ve ne kadar alkole boğmuş olsa da zehir gibi aklı sayesinde oluyor.
Balıkçı Memet Gülden’i gerçekten öldüresiye mi seviyordu? Yoksa fabrikada huzurun kaçmasına sebep olan sendikal faaliyetler yüzünden patronlar mı Gülden’e zarar verdi? Ya da en basiti, Hikmet’in her ne kadar ayrı yaşıyor olsa da eşi, Gülden’i öğrenip ortadan mı kaldırdı? Belki de Gülden gerçekten intihar etti. Belki de geçmişinde kimsenin bilmediği ve bilinmesini istemediği sırların ağırlığı altında ezilmişti. Bu sırları bulmak da Nusret’e kalıyor.
Polisiye sevin ya da sevmeyin, bu kitabı seveceğinize eminim. Hele Nusret’e bayılacaksınız. İnsan kendisiyle vakit geçirince biraz sigara, içki kokuyor ama olsun. İlk roman olduğuna hayretler ede ede okuyacağınız, melankolik ama eğlenceli, usta işi bir roman Bil ki Hayat Virane.