şahsiyet

“Şahsiyet”: İki Yalnız İnsanın Hikâyesi

/
19 dakikalık okuma

Son dönemin en iyi ve özgün işlerinden Şahsiyet dizisinin arkasında Hakan Günday-Onur Saylak işbirliği var. Puhu TV için çekilen Ay Yapım imzalı dizi, unutmak ve hatırlamak kavramlarından yola çıkıyor. Şahsiyet‘i senaristi Hakan Günday ile yönetmeni Onur Saylak anlatıyor…

Alzheimer olduğunu öğrendikten sonra seri cinayetler işlemeye başlayan İstanbul beyefendisi Agâh Beyoğlu’nun ve onu yakalamaya çalışan soğukkanlı ve zeki polis Nevra’nın hikâyelerine odaklanan “Şahsiyet” yerli polisiye diziler açısından çıtayı epey yükseltiyor. Yaşlı, takıntılı, yalnız ve yer yer komik bir seri katil olan Agâh Beyoğlu’nu canlandıran Haluk Bilginer’in performansı bile “Şahsiyet”i izlemeniz için tek başına yeterli ama elbette dahası var… Unutmak ve hatırlamak kavramlarından yola çıkan diziyi, senaristi Hakan Günday ve yönetmeni Onur Saylak’la konuştuk.

Hakan Günday: “İnsan, unutmak ve hatırlamaktan ibaret”

Köprüde Buluşmalar’da “Şahsiyet‘e kadar düşündüğüm ve üzerinde çalıştığım hiçbir hikâye bana dizi yap dememişti,” dediniz. Şahsiyet‘i yazma serüveni nasıl başladı, taslağı olan bir çalışma mıydı yoksa ilk günden beri bir dizi olarak mı kurguladınız?

Daha‘da birlikte çalıştıktan sonra Onur Saylak’la bir dizi yapmak üzerine konuşuyorduk. Ancak biliyorduk ki bir hikâye hangi mecrada anlatılacağına kendi karar verir. Dolayısıyla öyle bir hikâye olmalıydı ki bu, ancak bir dizi olarak anlatılabilmeliydi. Bunun yanında uzun zamandır, unutmak ve hatırlamak kavramları üzerine düşünüyordum. Bu kavramları ayrıntılı biçimde tartışmamızı mümkün kılacak hikâye de aslında kendiliğinden oluştu: Alzheimer hastası bir seri katil.

hakan günday

Evet, en korkulan hastalıklardan biri çünkü insanın geçmişini unutması Agâh’ın da söylediği gibi aslında şahsiyetini kaybetmesi anlamına geliyor. Bir yandan da alzhemier olmamıza gerek kalmadan insanın modern çağda her şeye çok çabuk alıştığı, dramatik olayları bile çabuk unuttuğu yahut unuttuğunu sandığı bir dönemde yaşıyoruz. Unutmak ve hatırlamak anahtar kelimeler bu nedenle.

Kesinlikle. İnsanın, unutmak ve hatırlamaktan ibaret olduğunu düşünüyorum. Ve politikadan ticarete kadar her türlü ilişkinin bu ikisi üzerinden yürütüldüğünü görüyoruz. Bunun için de toplumla uyumlu bir yaşam sürdürmemiz için unutmamız ve hatırlamamız gereken olayların listesi veriliyor bize. Üstelik bu liste sürekli güncelleniyor. Ve esas soru da bu noktada geliyor: Ya o listeye uygun davranmaz ve hatırlanmaması gerekenleri hatırlarsanız? O zaman ne olacak? Bunun cezası nedir? Hepimiz biliyoruz ki bunun cezası, en iyi ihtimalle toplumdan dışlanmak, en kötü ihtimalle de linçtir.

şahsiyet dizi

Agâh Beyoğlu’nun ölümden korkması, yalnız bir yaşamı tercih etmesi, soğukkanlılığı ve tabii mizahi diliyle polisiyenin özgün seri katil karakterlerinden olduğunu söyleyebiliriz. Normalde seri katiller, seyircinin empati kurduğu karakterler değil, cinayetlerini adım adım izlerken bir an önce yakalanması beklenen karakterlerdir. Burada ise Agâh’la empati kuruyor seyirci, hatta onu fazla sempatik buluyor.

Agâh Beyoğlu bütün insanlar gibi zaaflardan ve çelişkilerden örülü. Her açıdan hızla değişmekte olan bir şehir ve ülkede uyum sorunu yaşayan, bu yüzden de kendini yalnız hisseden biri. Çevresinde olup bitenlere anlam veremedikçe öfkelenmiş, öfkelendikçe de içine kapanmış biri. Çoğu insan, gündelik hayatın rahatsızlık verici yönlerini görmezden gelip bir alışkanlıklar silsilesi içinde yaşarken Agâh Beyoğlu hiçbir şeye alışamamış olmanın verdiği rahatsızlık duygusuyla gündelik hayatın karşısında dehşete düşüyor. Ve bunun sonucunda, kurgu bir karakterin, gerçek hayatta bizim artık umursamadığımız şeyleri hâlâ umursadığını görmek belki de empatiyi mümkün kılıyor.

cansu dere metin akdülger

Nevra da sosyal ilişkilerinde kalıpların içinde hareket etmeyen, biraz mesafeli, “soğuk”, işini iyi yapan, zeki, inatçı bir kadın dedektif. Yerli ekranda gördüğümüz ana dedektif karakterlerin arasından cinsiyetiyle olduğu kadar bu yönleriyle de ayrılıyor.

Aslında Şahsiyet, iki yalnız insanın hikâyesi. Nevra da en az Agâh Beyoğlu kadar yalnız. Bunun yanında, bazılarımız geçmişten kaçmaya çalışır, bazılarımız da geçmişe dönmek ister. Nevra ise bugününü, sanki dünü yokmuş gibi yaşıyor. Dolayısıyla Agâh Beyoğlu ne kadar geçmişte yaşıyorsa Nevra da bir o kadar geçmişinden uzak. Ve bu zıtlık, hikâye süresince unutmak ve hatırlamak kavramlarını tartışmak adına gerekliydi.

6 bölüm boyunca Nevra’nın neden böyle bir insan olduğunu ya da neden polis olduğunu çok az anlayabildik, veriler sınırlı paylaşıldı. Polisiye eserler açısından bu da risk olarak kabul edilir genelde… Şahsiyet‘le ilgili birkaç eleştiride de bunu yazanlar oldu, ne dersiniz bu eleştirilere?

Şahsiyet, plastik iyiler ve plastik kötülerin henüz ilk bölümde bir satranç tahtasındaki beyaz ve siyah taşlar gibi, şüphe bırakmayacak biçimde tanımlandığı bir dizi olsaydı Nevra hakkında bugüne kadar verilmiş bilgiler elbet yetersiz kalırdı. Ancak böyle bir dizi yazmak ilgimi çekmiyor. Çünkü bence bir dizi karakteri 6 bölümde tamamen çözülecekse zaten o dizinin 6 bölüm sonunda bitmesi gerekir. En azından bana ilham veren, beni etkileyen hikâyeler böyle. Bu yüzden bir karakteri gerçekten anlamak için bir romanı son sayfasına kadar okuyor, bir diziyi de son bölümüne kadar izliyorum.

ŞAHSİYET 7. BÖLÜM

Özellikle 5. ve 6. bölümde temponun yükseldiğini ve soluksuz izlendiğini söyleyebiliriz. Polisiye bir yandan da düğümleri doğru atıp işin sonunda boşluk bırakmadan tüm düğümleri çözmek ve tüm bunları heyecanı artıran, belki de zorlayıcı bir tempoda anlatabilmek anlamına geliyor. Romanlarınızda da bu tempoyu çok doğru kuruyorsunuz, Şahsiyet‘te de. Nasıl sağlıyorsunuz bu ritmi?

Özellikle bir ritim tutturmaya çalışmayarak sağlıyor olabilirim. Tek yaptığım, yazıya yani hikâyeye güvenmek. Çünkü anlattığınız hikâye ne olursa olsun hayattan farklı değil. Bu hayatta sebep ve sonuçlar her yerde. Düğümler ve çözümler, gündelik hayatın sıradan birer parçası. Dolayısıyla hikâyede de kurduğunuz her cümle, bir diğerinin sebebi. Bilimkurgu bile olsa anlattığınız hikâye, gerçek hayata yaklaştıkça heyecanlanır. Çünkü hayatın kendi kurgusu zaten heyecanlıdır.

Şahsiyet, Türkiye’de üretilen polisiye dizi ve filmler arasında senaryosu, temposu, karakterleri, özgün dili, görüntü yönetmenliği, yönetmenliği, oyunculukları, müzik seçimleriyle çıtayı çok yükseltti. Polisiye türündeki dizi ya da filmleri izliyorsanız genel olarak bu türdeki eserler ve özel olarak Şahsiyet‘in türün içindeki yerine dair ne düşünürsünüz?

Şahsiyet, benim açımdan öncelikle insana dair temel kavramlar hakkında sorular sormamı sağlayan bir hikâye. Dolayısıyla polisiye türünün içindeki yerine dair net bir fikrim yok. Nasıl bugüne kadar yazmış olduğum romanların hangi türe ait olduklarını bilmiyorsam Şahsiyet‘in de türünü bilmiyorum. Bir yandan da şöyle demek mümkün: Eğer bir hikâye, insan denen varlığı sorguluyorsa o hikâyenin türü şudur: İnsani.

şahsiyet dizisi

Diyaloglar gerçekçi ve özgün, mizah unsuru da yüksek bir iş yazıyorsunuz. Agâh’ın bazı cümleleri tek başına efsaneleşmeye doğru gidiyor. Neye dikkat ediyorsunuz diyalogları yazarken?

Aslında hiçbir şeye dikkat etmiyorum. Sadece yazıyorum. Ancak şunu diyebilirim, eğer diğerlerine oranla daha öne çıkan bir cümle varsa bu da öncesinde 100 başka cümle yazıldığı içindir.

Dizi yazmak yazarlık serüveninize neler kattı, hangi açıdan zorladı sizi? Bölümler yayınlandığı andan itibaren izleyenler yorumları, beğeni ve eleştirilerini sosyal medyadan ya da siteler üzerinden paylaşıyor, takip ediyor musunuz?

Henüz internet yokken anlık düşünce ya da duygularımı tanımadığım insanlarla paylaşmak için gazetelere ilan vermiyordum. Dolayısıyla bugün artık sırf bedava oldu diye böylesi paylaşımlarda bulunmak için bir sebep görmüyorum. Sonuç olarak, sosyal medyada herhangi bir hesabım yok. Bunun yanında profesyonel olarak yazmaya başladığınız an, önünüzde bir patronlar kuyruğu oluşur. Bu kuyruğun içinde dönemin popüler anlatım biçimleri de olur, izleyenlerin yorumları da para da… Ancak eğer patronunuzu, anlattığınız hikâye olarak belirlerseniz sadece onu dinlerseniz. En zorlu patron, anlattığınız hikâyedir. Çünkü çalışmanızda daima bir eksik bulur. Ama en çok da ondan öğrenirsiniz. Bu da size yeter. Başka patrona yer kalmaz.

Şahsiyet‘te güncel pek çok tartışmaya dair de göndermeler var. Gazetecilik, kadın cinayetleri, ötekileştirme gibi sizin romanlarınızdan aşina olduğumuz bu durum, TV ya da dijital için yapılan dizilerde sık karşılaşılan bir şey değil artık, özellikle son yıllarda. Bunu neden önemsiyorsunuz?

Çünkü beni ne rahatsız ediyorsa onu yazıyorum. Ve bunu 18 yıldır yapıyorum dolayısıyla yazıyla başka ne yapılır bilmiyorum. Yazı benim için öylesine mucizevi bir araç ki beni rahatsız etmeyen konuları anlatmanın büyük bir israf olacağını düşünüyorum.

Bundan sonra dizi yazmayı düşünüyor musunuz yahut polisiye bir roman?

Yazmakla ilgili en heyecan verici şey, bırakın bir daha ne yazacağınızı düşünmek, bir daha yazıp yazmayacağınızı bile bilmemek.

Onur Saylak

Onur Saylak: “İyi bir suç filmi yapmak istiyorum”

Şahsiyet serüveni nasıl başladı sizin açınızdan? Ne kadar süredir bu proje üzerinde çalışıyordunuz?

Daha filminin serüveninden sonra Hakan’la bana, bir dizi yapar mısınız diye soruldu. Açıkçası dizi yapmak gibi bir fikrimiz yoktu; süreleri, çalışma koşulları, RTÜK kuralları gibi nedenlerle. Bu yeni yayın platformlarıyla birlikte bir nebze rahatlamış görünen bu koşullar, anlatmak isteyeceğimiz bir hikâyenin oluşumu, Ay Yapım ve Kerem Çatay’ın bize sağladığı özgür çalışma ortamı sayesinde bu proje ortaya çıktı.

Yazar Hakan Günday ve Görüntü Yönetmeni Feza Çaldıran ile kısa filminiz Orman, ilk uzun metrajlı filminiz Daha ve şimdi Şahsiyet‘te birlikte çalışıyorsunuz. Bu ekip nasıl bir araya geldi, yeni projelere nasıl karar veriyorsunuz?

Bu ekip sadece bu kadar değil aslında. Işıkta Engin Altıntaş, kurguda Ali Aga, sanat yönetiminde Dilek-Aykut Ayaztuna, seste Hasan Can Erol ve Cemre Kutluay… Bir dil yaratmak görsel mecrada hiç de kolay değil. Zamana ihtiyacınız var. Birbirini anlayan, tamamlayan ekipler bu süreyi kısaltabiliyor galiba. Hakan’la oluşturduğumuz senaryoları hemen ekibimizle paylaşıyoruz. Herkes kendi alanında çalışmalara başlıyor. Üzerine uzun konuşmalar ve tartışmalardan sonra üretime geçiyoruz.

müjde ar

Daha‘nın senaryosunda olduğu gibi Şahsiyet‘te de senaryoya dair katkılarınız, önerileriniz oluyor mu?

Hakan’la uzun bir mesaiden sonra ne anlatmak istediğimizi keşfediyor, sonrasında hikâyesi üzerine kafa yoruyor, ardından senaryolaştırma aşamasına geçiyoruz. Her bir detayı beraber tasarlıyor ve bundan da büyük keyif alıyoruz.

Polisiye dizi/filmlerde atmosferi çekici kılmak, mekân seçimleri, renkler… Hepsi bir bütün oluşturmak için çok önemli. Şahsiyet tüm bunların altından başarıyla kalkıyor ve Türkiye’de polisiye türünde yapılan işler arasından sıyrılıp çıtayı epey yükseltiyor.

Öz-biçim ilişkisi üzerine kafa patlatınca o hikâyenin nasıl bir görsel dili olması gerektiğine dair fikir oluşuyor sanırım. Filmin kamera kullanımı, renkler, mizansen algısı gibi konular, hikâyeden ve yönetmen olarak ne anlatmak istediğinizden doğan şeyler.

şahsiyet çekimleri

Episode Dergi’de Şahsiyet‘in müziklerinde imzası olan Güntaç Özdemir ve Sertaç Özgümüş’le yaptığımız röportajda dizide kullanılan şarkı seçimlerinin sizden ve Hakan Günday’dan geldiğini söylemişlerdi.

Evet, doğru; müzikle o kadar iç içeyiz ki… Müziksiz duramıyoruz. O yüzden müzisyenleri sürekli dürtüyoruz.

221B-15

Dizi yönetmek nasıl, yönetmenlik serüveniniz açısından neler kattı, hangi açıdan zorladı sizi?

Dizi yönetmek için kısaca “çek çek bitmiyor” denebilir. Şaka bir yana zamanla yarış biraz yıpratıcı, içerikten taviz vermeden kısa sürelerde bölümleri tamamlamak için çok çaba harcıyoruz. Yorucu ama keyifli.

221B röportajlarının klasik sorusuyla bitirelim: Polisiye okuyor musunuz, izliyor musunuz?

Suç filmlerini severim açıkçası. Kuzuların Sessizliği, Gözlerindeki Sır, Çin Mahallesi, Gizemli Nehir, Yeraltı Peygamberi, Fargo, Rezervuar Köpekleri, Köpeklerin Günü… İyi bir suç filmi yapmak da istiyorum. Konuşuyoruz üzerine.

Röportajlar, 221B Dergi’nin 15. sayısında yayımlanmıştır…

Özlem Özdemir

1984 doğumlu. İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü mezunu, aynı bölümde yüksek lisans yaparken eğitim yayıncılığı alanında çalışmaya başladı, iki yıl sonra kültür yayıncılığı alanına geçti. Bilim ve Gelecek dergisinde Yazı İşleri Müdürü, Esen Kitap'ta Genel Yayın Yönetmeni olarak çalıştı. SoL gazetesinin bilim eki BilimsoL'a ve kitap ekine katkı sundu. Mylos Yayın Grubu'nun kurucularından. Episode ve 221B'nin yayın yönetmeni.

ayaz
Önceki Hikaye

Işın Beril Tetik İmzalı "Ayaz" Raflarda

balkondaki adam
Sonraki Hikaye

Martin Beck Serisinde 3. Kitap: Balkondaki Adam

En Son Yazılar