Ezgi Özcan, yükselen Kuzey Polisiyeleri’nin en iyi örneklerinden Trapped dizisini değerlendirdi
15 milyonluk İstanbul’da yaşamak ne demek? Trafikte çile çekmek, kalabalıktan omuz yemeden çıkamamak, hafriyat kamyonlarından şans eseri kurtulmak, her ay ev sahibinin zam salvolarından sıyrılmak, diğer yakada oturanlarla bazen bir sene buluşamamak, yeni açılan metro aktarma istasyonları arasında sürekli yol bulmaya çalışmak… Sadece karmaşa ve defans çabası mı bu kentte yaşamanın karşılığı? Başka katmanları yok mu? Bence var.
Buraya İstanbul için bir parantez açalım. Adı olay parantezi olsun. Şehri bu paranteze aldığımızda ne söyleyebiliriz? O zaman cevabımız ne olur? Benim cevabım belli: İstanbul bize küçük olay yaşamayı unutturan, her gün büyük olaylarla sınandığımız bir kazan. En önemli özelliği hayret duygumuzun içini boşaltıp şaşkınlığımızı elimizden alması. İstanbullular için metrobüs kazası sıradan, trafik ortasında kavga sıradan, taciz sıradan, cinayet sıradan, bomba sıradan, katliam sıradan…
Bizim gibi sıradanlık algısı bozulmuş insanlar için, daha küçük bir yerde yaşayan daha az sayıda insanın hayatını tahayyül etmek çok güç. Dönüp bakmaya iki saniyemizi bile harcamadığımız ayrıntılar, durup hissetmeye tenezzül bile etmediğimiz duygular, üstünden atlamayı alışkanlık haline getirdiğimiz olaylar, başka bir yerde başka etkiler yaratıyor.
İzlanda’nın en yüksek bütçeli dizisi
Mesela polisiye dediğimizde asla aklımıza gelmeyecek olan İzlanda’da… 2015 yılı rakamlarına göre 330 bin 823 nüfuslu ülke, İstanbul’un neredeyse 50’de 1’i kadar. Bu hesaba göre düşününce, İzlanda halkı birbiriyle karşılaşabiliyor ve karışabileceği bir olay yaratabiliyorsa yine de iyi demekten insan kendini alamıyor. Kaldı ki polisiye bir hikâyenin yaşanacağı ortam olarak İzlanda’yı düşünmek… Yok, zorluyorum, yine olmuyor.
Neyse ki Trapped‘ın yaratıcısı Baltasar Karmakur, bizim gibi düşünmemiş ve İzlanda televizyon tarihinin en yüksek bütçeli yapımına imza atmış. Ülkenin kuzeyindeki Siglufjörður adlı küçük liman kasabasında geçen bir polisiye hikâyeyi çok kaliteli ve izlenesi on bölümde bizlere anlatmış.
Siglufjörður, İzlanda’daki herhangi bir yerleşim biriminden beklendiği gibi bembeyaz, karla kaplı bir yer. Herkesin birbirini tanıdığı, kapıların bile kilitlenmediği bu küçük yerden sorumlu Andri adında bir polis şefi vardır. Andri, eşinin ailesinin üst katında yaşamakta olan iki çocuk babası bir adamdır. Karısıyla boşanmak üzere olmalarına rağmen parmağından alyansı çıkarmamış, onun gittiği yerden döneceği günü beklemektedir. O dönene kadar da çocuklarıyla kayınvalidesi ve kayınpederi ilgilenmektedir.
Bu ailenin geçmişinde çok büyük bir acı vardır. Evin genç kızı yıllar önce, erkek arkadaşıyla terk edilmiş bir depoda baş başa vakit geçirirken çıkan ani bir yangın sonucu hayatını kaybetmiştir. Erkek arkadaşı Hjörtur bu yangından sağ kurtulmayı başarmıştır. Ancak kasaba, böyle acı ve büyük olaylara alışık değildir. Herkes, genç kızın ölümünden Hjörtur’ü sorumlu tutmuş, onu katil olarak kabul etmiştir. Hjörtur, kız arkadaşını yakarak öldürmekten suçlu bulunmuş ve hapis yatmıştır. Hapisten çıktıktan sonra, bu küçük yerin keskin hafızasından kaçıp uluslarası seferler yapan bir feribotta çalışmaya başlamıştır.
Tesadüf odur ki Hjörtur’ün çalıştığı feribot, Danimarka’dan gelip Siglufjörður Limanı’na yanaşmaktadır. Feribot demir atmak üzereyken, balıkçıların ağına bütün uzuvları kesilmiş bir erkek bedeni takılır. Bu haber anında kasabanın polis şefi Andri’ye ulaşır. Ceset, feribottan denize atılmış gibi görünmektedir. Andri hemen önlem olarak yolcuların inmesini engeller. Bu cesedin hikâyesi ve kime ait olduğu anlaşılana kadar, feribot limanda demirleyecektir.
İklim gereği bol miktarda kar yağmasından başka neredeyse hiçbir sıradışı olayın olmadığı bu küçük yer için, cesedin bulunması çok büyük bir haberdir. Dalga dalga, kasabadaki herkes denizde bir erkek cesedi bulunduğunu öğrenir. Öğrenenlerin yüzündeki şaşkınlık ve dehşet ifadesi görülmeye değerdir.
Andri, karakolda kendinden başka iki polis memuruyla çalışmaktadır: Ásgeir ve Hinrika… Onlar da cinayet haberini alınca afallar. Nihayetinde bu ekip ateşli silahları bile olmayan ve buna şimdiye kadar zaten ihtiyaç duymayan üç polisten oluşmaktadır.
Hiçbir uzvu yerinde olmadığı için ne bir parmak izi ne de başka bir ipucunu üstünde barındıran ceset, Andri için tam bir muammadır. Bu cinayeti çözmek için yeterli yetkisi yoktur. Mecburen emniyet teşkilatıyla irtibata geçmek durumundadır. O nedenle hemen üstlerine durumu bildirir. Merkezden bunun için özel bir ekip gelecektir.
Cinayet haberinin yankıları devam ederken, kasabanın belediye başkanı Hrafn’ın başka bir faaliyet içerisinde olduğunu görürüz: Çinli bir şirket, kasabaya uluslararası bir liman projesi için taliptir. Bu büyük proje için de halkın arazilerini şirkete satmaya gönüllü olması gerekmektedir. Ancak herkes bu satış işine ikna olmuş görünmemektedir. Şirketi temsil eden yetkili, para ve zaman kaybetmek istemediğini defalarca Başkan Hrafn’a ifade eder. Başkan ve ekonomik hayatın liman projesiyle beraber canlanacağını düşünen birkaç burjuva ise liman projesinin gerçekleşmesini mutlaka istemektedir. İfadelerinden anlarız ki bu işin hayata geçmesi için birçok şeyi göze almış durumdadırlar. Adam öldürmeyi bile…
Ancak durumun birden çok şüphelisi var gibi görünmektedir: Yıllar sonra kasabaya dönen mimli Hjörtur, Andri’nin isteklerine uymamak için her türlü zorluğu çıkaran feribotun kaptanı, feribotun içinde bulunan bir insan kaçakçısı… Andri bunca durumla baş etmeye çalışırken dört gözle emniyet teşkilatından gelecek desteği beklemektedir.
Bu esnada doğa oyununu oynar. Çıkan bir kar fırtınası kasabaya giden bütün yolları kapatır. Hiçbir ulaşım aracı hiçbir şekilde ne kasabaya girebilmekte ne de kasabadan çıkabilmektedir. Halk da fırtına yüzünden evlerine kapanmak zorunda kalmıştır. Tabii ki polis şefi Andri de…
Kar fırtınası bir süre sonra diner ancak kasabaya giriş çıkışlar hâlâ gerçekleştirilememektedir. Andri, Hinrika ve Ásgeir için önlerinde çözülmesi gereken koca bir gizem vardır. Öldürülen adam ve katili kimdir?
Koca bir çığa dönüşüyor
Polisiye bir hikâyenin sadece İngiltere’nin puslu ve sisli ortamına değil, İzlanda’nın buzlu ve karanlık ortamına da çok yakışacağının göstergesidir Trapped. Görünüşte olağandışı hiçbir şeyin olmadığı sakin bir yerleşim biriminin, nasıl olağanüstülükleri içinde barındırdığını anlatır.
Yerden neredeyse hiç kalkmayan karların altına gömülü sırları, küçük olayların arkasına gizlenmeyi başarmış büyük yozlaşmışlıkları ve günahları hiç acele etmeden tane tane bize izletir. Seyirci olarak biz ne İzlanda’nın evreninden mahrum kalırız ne insanlara ait ayrıntılardan ne de cinayetin çözümüne giden yoldaki taşlardan…
Kar fırtınası yüzünden artık herkes bu kasabaya tıkılı kalmıştır. Yıllardır saklanan her ne varsa açığa çıkmak zorundadır. Başka çare yoktur. Çünkü artık ne gerçeklerin ne de insanların kaçabilecek bir yeri kalmıştır.
Başlarda ağır gelen temposuyla pek bir şey vaat etmiyor gibi görünse de sahne sahne vaat kırıntılarını biriktirip önce bir kartopuna sonra da koca bir çığa dönüştürmeyi başarır Trapped. Bir ceset kaç gizemin ipucu olabilir? Kaç gizem birbirinin üstünü örtebilir? Bu örtüleri kaldırmaya kim cesaret edebilir? Peki, İzlanda’nın soğuğu buna ne kadar izin verir?
Hayret duygunuzu yeniden hatırlamak isterseniz eğer… Büyük dünyaların ve kalabalıkların içinde serseme döndüyseniz… Başka sıradanlıkları da merak ediyorsanız… Trapped tam size göre.
Ezgi Özcan’ın bu incelemesi 221B’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.