Doruk Tatar’dan modern polisiyenin babası Edgar Allan Poe’nun Çalınan Mektup macerası üzerine
Edgar Allan Poe’nun aynı zamanda popüler edebiyatla özdeşleşen modern polisiye edebiyatının mucidi olması, bu edebi türün ortaya çıktığı andan itibaren yüksek (ciddi) ve popüler (eğlencelik) edebiyatlar arasında ayrımı zorlamasına neden olmuştur. Modern polisiye edebiyatın ilk örneklerini veren Poe, kendinden sonra gelen polisiye yazarlarını özellikle de Conan Doyle ve Agatha Christie’yi derinden etkiler. Bu etkinin en barizlerinden biri, hikâyedeki anlatıcının konumudur. Poe’nun diğer polisiye öykülerindeki gibi, bu yazıda üzerinde duracağım Çalınan Mektup da Dupin’in, ismini hiçbir zaman öğrenemediğimiz ortağının ağzından aktarılır. Bu açıdan bakıldığında Doyle’un Watson’ı ile Christie’nin Hastings’i tarafından temsil edilen anlatıcı geleneğinin de ilk uygulayıcısıdır Poe.
Üzerine çokça teorik çalışma üretilen bir hikâye
Poe, yazdığı polisiye eserlerle sadece edebiyat alanında öne sürülen bu ayrımı ve hiyerarşiyi zorlamakla kalmaz, aynı zamanda edebiyatla teoriyi de bir arada düşünmek için geniş bir alan sunar. Çalınan Mektup çokça teorik çalışma yapılmış hikâyelerden biridir. 20. yüzyıldaki edebiyat ve eleştirel teoriyi takip edenlerin aşina olduğu iki metin ön plana çıkar. Bunlar, Jacques Lacan’ın Çalınan Mektup üzerine verdiği seminerle Jacques Derrida’nın psikanalize ve Lacan’ın, Poe’yu psikanaliz bazlı okumasına karşı kaleme aldığı eleştirel makalesidir.
Çalınan Mektup, Dupin’den yardım istemeye gelen Paris Polis Şefi ile açılır. Polis şefi, ismini vermek istemediği ama devletin en üst düzeyinde bulunan bir kadın (biz Kraliçe diyelim) tarafından görevlendirildiğini söyler. Kraliçe için çok önemli bir mektubu Bakan D. çalmıştır ve Kral’a mektubun içeriğini açıklama tehdidiyle Kraliçe’ye şantaj yapmaktadır. Olay şöyle vuku bulur: Kraliçe, eline geçen mektubu okurken Kral ve Bakan D.’nin odasına girmesiyle mektubu telaşla şifoniyerin üzerine bırakır. Kral’ın gözünden kaçan mektubu, Bakan D. fark eder ve Kral’ın durumu anlamasından korktuğu için müdahale edemeyen Kraliçe’nin gözlerinin önünde alıp cebine atar.
Buraya kadar ilginç olan, bütün dedektiflik hikâyelerinin merkezinde bulunan gizemin niteliğidir. Mektubun çalınma anına dair bir bilinmez yoktur. Mektubu kimin, nasıl ve niçin çaldığı tespit edilmiştir. Çalınan Mektupta gizem, mektubun içeriği de değildir. Mektubun içeriğinin ortaya çıkması durumunda yaratacağı sonuçları bilmek hikâye için kâfidir.
Hikâyenin gizemi, Bakan D.’nin evinin polis tarafından günlerce ayrıntılı bir şekilde aranmasına rağmen mektubun nasıl olup da bulunamadığıdır. Dupin’e, bu gizemi çözüp mektubu gayrimeşru bir şekilde mülkiyetinde bulunduran Bakan D.’den tekrar çalıp sahibesine teslim etme görevi verilir. İşte, tam da bu yüzden Çalınan Mektup, Poe’nun diğer polisiye eserlerinden bir ölçüde farklıdır çünkü dedektifimiz Dupin, bir hakikati ortaya çıkartan ya da bir gizemi aydınlatan aktörden ziyade kurulu düzeni tehlikeye atacak bir ifşanın önüne geçmeye çalışır. Yani tehdit altındaki devlet düzenini ve hiyerarşisini (ve bir ölçüde de aile kurumunu) yeniden tesis etmeye uğraşan bir faildir. Bu açıdan Dupin, dedektiften ziyade bir devlet görevlisi hatta bir ölçüde istihbarat memuru gibi davranır.
Kim, neyi, ne kadar biliyor?
Peki, bir dedektif olan Dupin’in görev tanımına uymasa da Çalınan Mektuptaki mevzuya dahil olma saikleri nedir? Para, bunlardan biridir. Çalınan mektubu bulma görevini getiren polis şefi, hizmetinin karşılığında ödeme yapmayı teklif ettiğinde Dupin bunu memnuniyetle kabul eder. Fakat bunun ötesinde Dupin, kendisine teklif edilen görevi kabul ederek Ortaçağ edebiyatının önemli figürlerinden biri olan şövalye rolünü de üstlenir. En nihayetinde ortada, onuru ve saygınlığı tehlikede olan bir kadın vardır. Dupin, devletin en üst kademesindeki bu kadının, prenses olmasa da Kraliçe’nin haysiyetini kurtaracak kişi olarak belirir. Dupin, hikâyenin sonunda arkadaşına, hanımefendinin partizanı olarak görevini yaptığını itiraf eder.
Poe’nun hikâyesinde mektup bir paradoksu barındırır, o da şudur: Mektubun sahibine verdiği güç, mektup kullanıldığında yani içerik ifşa edildiğinde yok olur. Diğer bir deyişle mektubun gücü mutlak olmaktan ziyade, belirli bir bilgi ekonomisi içinde belirlenir; sırrın içeriğinden ziyade sırrı kimin bildiğinin bilgisi, kimin ne kadar bildiği meselesidir. Mesela Bakan D., polisin mektubun onda olduğunun yanı sıra mektubu bulmak için nasıl bir metot kullanacağını bilir. Dupin ise Bakan D.’nin polisin nasıl çalıştığı konusunda akıl yürüterek mektubu nereye ve nasıl saklayacağını tahmin eder. Burada Dupin’in polislere nazaran avantajı, Bakan D.’nin bilgisini ve akıl yürütme tarzını, soruşturmanın bir parçası haline getirmektir. Belki de bilgi ekonomisinin oluşturduğu bu oyun çekici gelmiştir Dupin’e.
Polis şefi, Bakan D.’nin evinde mektubu aramalarını tarif ederken, evi parsellere ayırdıklarını, her bir parseli numaralandırdıklarını ve böylece hiçbir bölgeyi gözden kaçırmadıklarını iddia eder. Polis aramasındaki bu metodik tutum, hikâyenin geneli açısından da önemlidir. Dupin, polisin kendince etkili ve metodik çalışma şeklini tiye alarak, polis şefinin zekâsının bir okul çocuğununki kadar olmadığını iddia eder. Dupin’in bu durumu açıklamak için anlattığı anekdot son derece ilginçtir ve bize bilgi ekonomisinin nasıl işlediğine dair önemli ipuçları verir.
Çocukluk yıllarından bir arkadaşının tek mi çift mi oyununda bütün okulu yendiğinden dem vuran Dupin, bu durumun şanstan ziyade çok basit bir mantık içerdiğini öne sürer. Buna göre bu çocuk, karşısındakini nasıl düşündüğünü ve düşüneceğini hesaplayarak bütün oyunları kazanır. Eğer rakibi düz mantıklı biriyse elde tuttuğu nesne sayısını her defasında tek ve çift arasında değiştirir. Fakat rakip daha komplike düşünen biriyse bu sefer sözkonusu çocuğun bunu hesaplayıp diğer seçeneğe gideceğini çözer ve aynı seçenekle devam eder. Tabii karşısındakinin böyle düşüneceğini de hesaba katacak kadar zeki olan çocuk, oyunu yine kazanır. Dupin, bu anekdot ile gizemi nasıl çözeceğinin ipuçlarını verir.
Poe vs Arthur Conan Doyle
Poe’nun hikâyesinin Conan Doyle’un Bohemya’da Skandalıyla benzerlikleri dikkat çekicidir. Doyle’un macerasının konusu, Irene Adler’in kraliyet ailesine, fotoğraflarla yaptığı şantajdır. Sherlock Holmes’ün amacı ise Dupin’inkine benzer şekilde, şantaj malzemesini Adler’in elinden almaktır. Adler’i ziyareti sırasında Doktor Watson’dan yakınlarda küçük bir yangın çıkarmasını rica eden Sherlock’un varsayımı, Adler’in kadınlık içgüdüsü ile olası bir tehlike anında evdeki en değer verdiği şeye yöneleceğidir.
Holmes’ün metodu, Dupin’inkiyle büyük bir benzerlik gösterir. Çalınan Mektupta Dupin’in daha önce ödeme yaptığı bir adam, deli taklidi yaparak Bakan’ın evi önünde kalabalığa kurusıkı bir tüfekle ateş eder. Bakan dikkatini bu yöne çevirdiği anda mektubun yerini daha önce tespit etmiş olan Dupin, mektubu kendi yazdığı bir notla değiştirir. Sherlock da Dupin gibi planın ilk ayağından başarıyla çıkar. Lakin Dupin’in aksine hikâyenin sonunda Sherlock, Adler tarafından mağlup edilir.
Aslında Adler yangın tehdidini ilk hissettiği anda Sherlock’un öngördüğü şekilde şantaj nesnelerini sakladığı yere bir bakış fırlatır. Sherlock, bu bakışı görür ve dolayısıyla fotoğrafların yerini tespit eder. Fakat bu sefer Adler de Sherlock’un kendi bakışlarını izlediğini ve dolayısıyla fotoğrafların yerini öğrendiğini anlar. Sherlock’un neyi bilip neyi bilmediğini hesaba katarak Adler, bilgi ekonomisinde avantaj elde eder. İşte, Sherlock’un öngöremediği, Dupin’in ise hesaba kattığı değişken tam da budur: Gizemi çözmenin ötesinde, onu rakibin bilgisi olmadan yapmak. Bu da dedektiften çok, gizli ajanın çalışma şekline tekabül eder.
Lacan ve Derrida’nın hikâyeye yaklaşımı
Ünlü Fransız düşünür ve psikanalist Jacques Lacan, Poe’nun hikâyesini yorumlarken saklama kavramına odaklanır. Polisin hangi metotlarla çalıştığını bilen Bakan D. objeyi gözün görmeyeceği bir deliğe ya da gizli bir bölmeye saklamaktansa mektubun görünüşünü değiştirerek (buruşturur, kirletir, yırtar) önemsiz bir kâğıt parçası gibi dikkat çekmeyecek bir yerde bırakır. Aslında mektubu genelgeçer anlamıyla saklamayarak saklamış olur. Lacan’ın kendi tabiriyle, Bakan’ın mektubu saklama şekli, onu sembolik düzendeki yerini değiştirerek gerçekleşir. Yani mektubu ortalıkta basit bir kâğıt parçası gibi bırakarak polisin aradığı çok önemli, sahibinin gözü gibi saklayacağı bir nesne olmaktan çıkarır. Buradan hareketle Lacan, gizemli mektubun metin içinde işgal ettiği sembolik pozisyondan dolayı kimsenin malı olamayacağını öne sürer; mektup ancak geçici olarak elde tutulabilir. Bunun nedeni, mektubun kendini aşkın bir bilgi ekonomisinin parçası olmasıdır. Daha önce bahsettiğimiz gibi, Bakan D. için mektubun gücünün kaynağı Kraliçe üzerindeki etkisidir ve Kral’a ifşa edilene kadardır.
Lacan, Çalınan Mektup‘u ve mektubun belirleyici gücünü bilgi ekonomisinin şekillendiği iki sahne üzerinden analiz eder. Bunlardan ilki, mektubun Kraliçe’den çalındığı andır. Her şeyden habersiz Kral bir yanda, Kral’dan mektubu saklayan Kraliçe diğer bir taraftayken bütün bu mizanseni gören, iki tarafın da bilgi ve bilgisizliğini çözümleyebilen bir Bakan D. vardır. Sahnedeki aktörlerin pozisyonları üzerindeki hâkimiyeti Bakan D.’ye mektubu kazandırır. Fakat ikinci sahnede işler değişir. Bakan D. kendisini ilk sahnede Kraliçe’nin işgal ettiği pozisyonda bulur, Kral’ın pozisyonu ise durumdan bihaber olan polistir. Bakan D., mektubu polisten saklarken Dupin polisin cehaletini ve Bakan D.’nin polis karşısındaki bilgisel üstünlüğünü anlayarak mektubun yerini tespit eder ve sonunda mektubu ele geçirir. Kısaca söylemek gerekirse öykünün iki sahnesinde de karakterlerin pozisyonlarını mektup belirler.
Jacques Derrida ise Lacan’ın bu analizine ciddi eleştirilerde bulunur. Bunlardan biri, psikanalizin her baktığı yerde psikanaliz görmesidir. Derrida’ya göre Lacan, Poe’nun metninin içeriğine, daha doğrusu ne anlattığına bakarak eserin edebi yönünü yani anlatım şeklini arka plana iter. Poe’nun Çalınan Mektup‘u öncelikle edebi bir eserdir ve bu nedenle metni yorumlarken merkeze psikanalizden ziyade edebiyat kavramı yerleştirilmelidir. Derrida’nın başka bir iddiası ise Lacan’ınkine benzer biçimde, mektubun anlamı içeriğinden değil de sahnelerde aldığı pozisyonlardan gelir. Bu tespit, Poe’nun sözkonusu metninin şeklini ve estetiğini anlamak için yardımcıdır.
Lacan ve Derrida arasında cereyan eden polemik, edebiyat ve edebi eleştiriye dair de kayda değer içgörüler sunar. Bunlardan biri edebiyattaki yüzey ve derinlik tartışmasıdır. D.A. Miller, Roman ve Polis başlıklı kitabında, pek çok romandaki yazar/anlatıcının bir polis ya da istihbaratçı gibi karakterlerini izlediğini, onların iç dünyalarına girdiğini ve buradan bilgi ürettiğini ileri sürer. Bu tarz bir yazar/anlatıcı, roman türünün kurucu geleneklerinden biri olmakla beraber özellikle 19. yüzyılda baskındır.
Öte yandan, iki dünya savaşı arasında olgunlaşan modernist edebiyat buna tepki olarak geliştirdiği yüzey anlatısını sunar. Bu geleneğin temsilcilerinden biri olarak edebiyat üzerine teorik fikirler üreten ve aynı zamanda dedektiflik romanları da yazan Alain Robbe-Grillet de derinlikten ziyade yüzeyi savunur. Robbe-Grillet’in saf yüzeyin teorisi olarak adlandırdığı çerçeveye göre roman sanatı, yüzeydeki nesnelerin geometrik ve tekrarlayan tasvirleri üzerinden karakterlerin iç dünyasını yansıtmalıdır. Okuyucu ise görünenin tekerrür eden tasvirlerindeki ayrıntılara dikkat edip alakasız görünen parçaları birleştirerek daha derin anlamlara ulaşmalıdır.
Kendinden sonrakileri etkileyen bir eser
Sonuç olarak Çalınan Mektupta romanın şekli gibi soruşturma da derinliğe inmektense yüzeyde seyreder. Daha öykünün ilk kısımlarında Dupin, polis şefine gizemlerin bazen aslında çok basit ve bariz açıklamaları olduğunu söyleyerek Çalınan Mektup boyunca hâkim olan yüzeyselliği konusunda bir ipucu bırakır. Buna ek olarak, Kraliçe’den çalınırken de Bakan D. tarafından polisten saklanırken de mektup ortalıktadır. Öyle ki mektuba dair bilgimiz hiçbir zaman başka bir boyuta geçemez, derinleşemez, yüzeyde kalır. Bu açıdan, Poe’nun Çalınan Mektup‘u kendisinden sonra gelen polisiye/dedektiflik öykülerini içerik olarak etkileyen bir eser olmanın ötesinde, modern edebiyatın sır, bilgi, derinlik ve yüzey temalarına yaklaşımında da belirleyici bir rol oynar.
Doruk Tatar’ın bu yazısı 221B’nin 9. sayısında yayımlanmıştır.