Klaus Theweleit, gaddarlığın anlamını sorguluyor.
Arkasında nasıl bir mesele, nasıl bir sosyallik, nasıl “güdüler” var? Belirli ideolojik şekillenmelerin etkisi ne, internetin etkisi ne, “erkekliğin” etkisi ne?
“Tamamen normal erkekler” ile “vahşi katliamcılar”ı birbirinden ayıran baraj kapakları bir kez yıkılmaya görsün, gaddarca şiddetin nasıl olağanlaşabileceğine de dikkat çekiyor yazar.
Guantánamo örneğine de bakarak kurumsal, resmi yapıların bu gaddarlığın üretimindeki olmazsa olmaz payına dikkat çekiyor. Zamanın ruhunun ve “insan”ın -bilhassa “erkeğin”- tekinsiz yanına ışık tutan bir kitap.
“Kahkahalar atarak öldüren katillerde ölü ile canlı arasındaki ayrımın yeterli ya da hiç gelişmediği varsayımını ifade ederken, özne-nesne ayrımının da bir o kadar zayıf olduğunu ekleyebiliriz. (…) Birçok katilin hem öldürme fiili esnasında hem de kendi ‘otoritelerinin’ görmesi için onu tekrar canlandırırken hissettikleri rahatlama; onların kahkahalarının, kendi bedenlerinin bütün hale gelmesine eşlik eden bir hisle, bizzat kendi doğumlarına eşlik eden bir patlamayla, ait oldukları grup içinde kendi tam-erkek benliklerinin doğum sancılarıyla ilgili olduğu varsayımını pekiştirir.”
Norveç’te bir gençlik kampını basarak yetmiş yedi insanı öldüren Breivik’ten neonazilere, Endonezya’daki paramiliter örgütlere, Ruanda’daki çetelere, IŞİD’e, cihatçılara… Dünyanın dört köşesinde, farklı saiklerle, gaddarca öldüren ve gaddarlığını mahsus (propaganda için) teşhir edenleri görüyoruz. Gaddarca öldürmekten zevk alıyor görünen ve bu hazzı bilhassa sergileyen katiller…