Bu kez polisiye romanlar, seriler, film ve dizi gibi kurgusal eserlerden birini değil, gerçek bir hayat öyküsünü yazmak istedim. Çünkü bence Assata Shakur’un hayat hikâyesi ABD’deki ırkçılığın, sistematikleşmiş polis şiddetinin, yargı süreçlerinde, mahkeme salonlarında artan eşitsizliğin etkileyici bir örneği. Assata’nın hayatı, polisiye romanlarda o hep okuduğumuz, soruşturmayı kanıtlarla, tanıklarla yürüten polisleri değil; olmayan delilleri yerleştiren, olmayan suçları yaratan, psikolojik ve fiziksel işkence uygulayan polisleri de barındırıyor.
“Siyah erkek kardeşlerim, siyah kız kardeşlerim: Adım Assata Shakur, köle ismim JoAnne Chesimard. Ben bir siyah devrimciyim. Bu da şu demek: Ben kadınlarımıza tecavüz eden, erkeklerimizi hadım eden, bebeklerimizin karnını aç bırakan bütün güçlere savaş açtım. Varlıklarını yoksulluğumuzla büyüten zenginlere, yüzlerimize gülerek bize yalan söyleyen siyasetçilere, onları ve mülkiyetlerini koruyan tüm kalpsiz robotlara karşı savaş açtım. Ben siyah bir devrimciyim ve bu yüzden de Amerika’nın gücünün yetebildiği bütün öfkenin, nefretin ve iftiranın kurbanıyım. Amerika, diğer tüm siyah devrimcilere yaptığı gibi beni de linç etmeye çalışıyor.”
Assata Shakur, kendini kısaca böyle tanıtıyor. 1971-1973 arasında 7 farklı davadan yargılanan ve hiçbirinde suçlu bulunmamasına rağmen yıllarını cezaevinde geçiren siyah bir devrimci. FBI’ın “En Çok Aranan Teröristler Listesi”ne giren ve halen bu listede olan ilk ve tek kadın. Hakkında açılan soruşturmalar, cezaevinde yaşadığı inanılmaz olaylar, sözde kanıtlarla açılan davalar, bu davalarda yaptığı savunmalar…
Assata Shakur, 1947 doğumlu. Eğitime önem veren bir ailede büyümüş. Genç yaşta çocuk sahibi olan annesi hem okumuş hem çalışmış. Bu nedenle Assata, çocukluğunun önemli bir bölümünü anneannesi ve dedesinin yanında geçirmiş. Lise yıllarını ise avukat olan halasının yanında bol bol okuyarak, şiir yazarak, tiyatro oyunlarını izleyip müzeleri gezerek… Bir siyah olarak küçük bir çocukken okulda, mahallede yaşadığı ayrımcılığın, gazetelerden, TV kanallarından gördüğü beyaz yaşamla kendi yaşadıkları arasındaki uçurumun kafasını nasıl karıştırdığını anlatıyor. Bugün hâlâ eğitim sistemiyle, medya yoluyla siyahlara en iyi çözüm olarak sunulan “iyi bir eğitim, iyi bir iş, iyi bir gelire sahip olan siyahlar” hedefini çocukluğundan itibaren reddetmiş, başka hayallerin peşine düşmüş:
“…Çoğu zaman anneannem ve dedem için saygınlık ve onur, mertebe ve para gibi kavramlara bağlıydı. Onların ‘beyazlar kadar iyi’ olmakla kastettiği beyazların elindekilere sahip olabilmekti. Bana okumam gerektiğini, ancak bu şekilde iyi bir ev, iyi bir araba ve güzel kıyafetlere sahip olabileceğimi söylerlerdi. ‘Beyazlar bizi yokluk içinde görmek istemiyor. Bu yüzden eğitimi tamamlamalısın ki hayata tutunan bir birey olabilesin.’ Hayata tutunan bir birey olmak, beni fazla ilgilendirmiyordu. Ben mutlu olmak, mutlu hissetmek istiyordum. Siyah toplumdaki sınıfsal farklar konusundaki bilincimi küçük yaşta kazandım.”
Lise yıllarına kadar özellikle ayrımcılığa dair bu soruları sorarak, bu sorgulamalara net bir cevap bulamayarak; cevap bulamadığı için de bazen savrularak geçirmiş yıllarını. Asıl kırılmayı ise lisenin son yılında yaşıyor. Bu dönemde Columbia Üniversitesi’nde okuyan Afrikalı öğrencilerle yakın arkadaş oluyor. 1964’te öğrenciler arasındaki en ciddi konu Vietnam savaşı. Bu öğrencilerin Vietnam savaşı ya da dünyanın geri kalanıyla ilgili ne kadar bilgili olduğunu görünce medyadan öğrendiklerinin yeterli olmadığını, hatta medyanın en iyi bildiği şeyin ustalıklı yalanlarla halkı kandırmak olduğunu idrak ediyor. ABD’nin Vietnam’da neden bulunduğu sorusuna, “barışı sağlamak için” diye cevap verdiği günü halen utançla andığı tek an olarak anlatıyor. Üniversiteli arkadaşlarının detaylı ve bütünsel değerlendirmeleri, kendi bilgisizliğini de sorgulamasına neden olunca daha fazla ve daha farklı kaynaklardan okumaya başlıyor.
Okudukça hem ABD’nin dünyada neyi temsil ettiğini hem de kendi kökenlerini, siyahların tarihini öğrenmeye başlıyor. Assata’nın lise ve üniversite yıllarını geçirdiği dönem yani 60’lar, ABD’de savaş karşıtlığının, ırkçılık karşıtlığının yükseldiği; muhalif seslerin bir araya gelmeye başladığı; sendikalarda, mahallelerde, üniversite kampüslerinde ülkenin geleceğine dair fikirlerin konuşulduğu yıllar. Ayrıca Kara Panter Partisi’nin de kurulduğu ve sadece siyahları değil, tüm ABD’yi etkisi altına aldığı dönem denilebilir.
Kimdir Bu Kara Panterler?
1960’ların başında ABD’de siyahlar ağır bir eşitsizlik içinde yaşıyordu; özellikle yoksul bırakılan mahalleler, kamusal haklardan, sağlık sisteminden faydalanamayan insanlar, ırkçı bir eğitim sistemi… Tüm bunlar siyahların daha çok itiraz etmesine yol açınca polis şiddeti de eşzamanlı yoğunlaştı, sertleşti. Siyahların yoğunlukla yaşadığı mahallelerde, semtlerde polisler pek çok insana şiddet uyguluyor, pek çok siyah –aynı suçu işleyen beyazlardan farklı olarak- ağır koşullarda ve uzun süre cezaevlerinde yatıyordu.
1965’te siyah hakları savunucusu Malcolm X’in öldürülmesi, bardağı taşıran son damla oldu. Pek çok siyah daha sert, net ve haklarını alabilecekleri bir mücadelenin yollarını düşünmeye, aramaya, bulmaya odaklandı. Bu dönemde Merriot Junior College’de öğrenci olan Huey P. Newton ve Bobby Seale, 15 Ekim 1966’da Kara Panter Özsavunma Partisi’ni kurdu. Partinin 10 maddelik programı Seale ve Huey tarafından kaleme alındı.
1- Özgürlük istiyoruz. Siyah toplumumuzun kaderini tayin edecek güce sahip olmak istiyoruz.
2- Halkımız için tam istihdam istiyoruz.
3- Kapitalistlerin siyah topluluğumuzu soymalarına son verilmesini istiyoruz.
4- İnsanların yaşaması için uygun, düzgün evler istiyoruz.
5- Halkımız için, bu çürümüş Amerikan toplumunun gerçek yüzünü gösterecek bir eğitim istiyoruz. Bize gerçek tarihimizi ve günümüz toplumundaki rolümüzü öğretecek bir eğitim istiyoruz.
6- Bütün siyah erkeklerin askerlikten muaf tutulmasını istiyoruz.
7- Siyah insanların kurban edildiği polis vahşetinin ve cinayetlerin derhal sona erdirilmesini istiyoruz.
8- Federal, eyalet, ilçe ve kent cezaevlerinde tutulan bütün siyah insanlar için özgürlük istiyoruz.
9- Mahkemeye çıkarılan bütün siyahların, ABD Anayasası’nda belirtildiği üzere, ait oldukları siyah topluluktan oluşacak bir jüri tarafından yargılanmalarını istiyoruz.
10- Toprak, ekmek, mesken, eğitim, giyecek, adalet ve barış istiyoruz. Ve başlıca siyasal hedef olarak Birleşmiş Milletler nezaretinde bir plebisit yapılmasını istiyoruz. Bu plebisit, siyah halkın milli kaderlerini tayin etmelerini tespit etmek için siyah topluluğu içinde ve sadece siyahların katılımıyla gerçeklemelidir.
Kara Panter Özsavunma Partisi, hayati bir ihtiyaçtan doğdu. Öncelikle polis şiddetine karşı koymayı, bu şiddeti engellemeyi ve basitçe siyahların polis şiddetiyle öldürülmemesini hedefledi. Zamanla partinin adı Kara Panterler oldu. Ve sadece özsavunmayı gerçekleştirmek için değil; siyahların eğitim, sağlık hizmetlerine ulaşması, yoksul mahallelerdeki ihtiyaçların kolektif bir biçimde karşılanması gibi konulara dair de çözümler üretti.
Kara Panterler, 60’lardaki diğer siyah hareketlerden farklı olarak milliyetçi bir yapı ve yaklaşım da kurmadı. Yani siyahların kurtuluşunun ve özgürleşmesinin sadece siyahlarla ilgili olmadığının farkındaydı. Irkçılığa karşı beyazlar, hispanikler, diğer Afrika hareketleri ve sosyalist yapılarla ilişki kurdu ve birlikte hareket edecek zemini yarattı. Tabii ki bu durum, partinin FBI’ın 1 numaralı hedefine yerleşmesindeki ilk nedenlerden biri oldu. Yaşamsal ihtiyaçlara dair kolektif bilinci ve dayanışmayı her gün yeniden üreten Kara Panterler bununla yetinmedi; sanatsal anlamda yeni bir ekolün oluşmasını sağladı, ABD’ye ve dünyaya dair sözünü söylemekten çekinmedi. Böylece sadece siyahların değil, insanların eşit olduğunu savunan pek çok insanın, partinin, kurumun desteğini aldı. 60’ların sonunda ABD’deki siyahların neredeyse tamamı Kara Panterler’i destekliyordu. Ve Kara Panterler, siyahların sorununun sadece renk, ırk sorunu değil, sınıfsal bir sorun olduğunu anlatmakta epey başarılı oluyordu.
Assata Shakur, Manhattan Bölge Üniversitesi’nden mezun olduktan sonra New York Kent Üniversitesi’nde eğitimine devam ederken Kara Panterler’e üye olmaya karar verdi. Aktif üye olarak daha çok yoksul mahallelerde çocuklara kahvaltı servisinde çalışmak, eğitim atölyeleri yapmak, gazete satışlarında bulunmak, yargılanan Kara Panter üyeleri için bağış toplamak gibi görevler üstlendi. Bu dönemde tek başına yaşadığı evi ve kendisi, FBI’ın yasadışı oluşumu COINTELPRO tarafından takip altına alındı. Telefonu yasadışı dinlendi. Öyle ki bir yıl boyunca faturalarını ödemese de telefonunun kapatılmadığını fark etti. Bir gün evde radyo dinlerken telefonu çaldı. Karşısındaki ses, “Assata, radyonun sesini kapat, seni duyamıyoruz,” diyerek kapattı. Sokakta yürürken takip edildiğinin farkındaydı, evinin önünde, sokakta sürekli aynı beyaz adamları görüyordu.
Bir gün evine giderken bir arkadaşıyla karşılaştı ve arkadaşı, evinde polislerin arama yaptığını, kaçması gerektiğini söyledi. Sabah gazeteleri aldığında ilk sayfada kendi fotoğrafını gördü. İşlemediği bir suçtan aranan azılı bir suçlu olarak…
Yasadışı Devlet Faaliyeti: COINTELPRO
COINTELPRO yani karşı istihbarat programı, ABD’nin kendi vatandaşlarına karşı yürüttüğü yasadışı programın adı. 1956’da, soğuk savaşın en hareketli döneminde başlayan bu program, FBI tarafından yürütülüyordu. II. Dünya Savaşı sonrası tüm dünyada olduğu gibi ABD’de de yükselen sosyalist örgütlenmeleri çökertmek, sosyalist yapıların savaş karşıtları, siyahlar, hispanikler üstünde artan etkisini kırmak ve yok etmek temel kuruluş amacıydı. COINTELPRO, kurulduğu ilk yıllarda, ABD Komünist Partisi’nin faaliyetlerini tespit etmeye ve bozmaya odaklanırken birkaç yıl içinde tüm muhalif hareketleri hedefine aldı. Sosyalist Parti, Kara Panterler, Sosyalist İşçi Partisi, Malcolm X, Martin Luther King, Vietnam savaşı karşıtı tüm yapılar, tüm muhalif hareketler…
COINTELPRO’nun “uzmanlık” alanı, yasadışı dinleme ve takip, bu yapılarda örgütlü olan insanların mesleklerinden atılmasını sağlama, mali denetime sokma, örgütlerin içine sızma, tehdit, baskı, yasadışı silahlı baskınlar, yasadışı infazlar düzenleme, medyaya asılsız haberler yayma, itibarsızlaştırma, davalar ve suçlar için asılsız kanıtlar yerleştirme, yalancı tanıkları organize etme… Tüm bunları yaparak hem insanları yıldırabileceklerinden hem de partileri, örgütleri, dernekleri içeriden çökertebileceklerinden, genel bir korku iklimi yaratabileceklerinden eminler. Maalesef zamanla hedeflerine ulaştılar.
Yüzlerce insan, yüzlerce muhalif ABD’de COINTELPRO’nun yasadışı çalışmalarıyla tutuklandı, arama emirleri çıkarıldı, yıllarca cezaevlerinde yattı. Mumia Ebu-Cemal de bu isimlerden biri. 1981’de Philadelphia’da bir polis memurunu öldürdüğü gerekçesiyle tutuklanan Ebu-Cemal, o tarihten beri cezaevinde, tek kişilik hücrede kalıyor. Avukatları ve pek çok uzman, delillerin yetersiz olduğunu defalarca ispatlamasına rağmen Ebu-Cemal, neredeyse tüm ömrünü tek kişilik bir hücrede geçirdi. Bu yöntemler, uygulamalar, yargılamalar, Türkiye’de yaşayan bizler için maalesef hiç yabancısı olmadığımız şeyler…
COINTELPRO, 1971’de ofislerinin muhalifler tarafından basılması, yasadışı arşivlerine el konularak kamuoyuyla paylaşılması sonucu açığa çıktı. FBI bu faaliyetin yasadışı olduğunu kabul etmek zorunda kaldı.
Assata Shakur da COINTELPRO’nun hedefindeki isimlerden biriydi. Önce banka soygunu nedeniyle hakkında arama kararı çıkartıldı, sonra bir uyuşturucu satıcısını bir barda öldürdüğü gerekçesiyle cinayetten arandı. Bu dönem, Kara Panterler’in pek çok üyesinin bu tip iddialarla arandığı, parti bürolarına baskınların düzenlendiği dönemdi. Zaten çoğunlukla bu dönemdeki COINTELPRO faaliyetleri sonucu Kara Panterler ciddi bir bölünme, etkisizleşme, itibarsızlaşma yaşadı ve 1982’de parti, faaliyetlerine son verdi. Kara Panterler üyesi ve yakın dostu Zayd ile bir arabada paralı otoyoldan giderken polis çevirmesine takıldılar. Zayd orada polis tarafından öldürüldü, Assata vuruldu. Ambulans orada olmasına rağmen arabadan indirilmedi ve ambulansa alınmadı. Arabanın içinde bekletildi. Gözünü açtığında hastanedeydi ve bir polisi öldürmekle suçlanıyordu. Üstelik bir kolunu kaybetmek üzereydi.
Bu yazı, Özlem Özdemir tarafından 221B’nin 27. sayısı için kaleme alınmıştır.