Bütün dünya sinemasında polisiye kurgulu filmler, sinemanın ilk gününden beri başat rol oynarlar. Bunun nedeni ise polisiye romanın çağdaşlık denen olgunun en içten yazınsal anlatımı olmasıdır. Bu yönüyle de bir anlamda sıkı ilişkiler içinde bulunduğu sinema hatta caz ile ilişkisi anlaşılabilir çünkü polisiye roman da bu iki sanat dalı gibi kökeni ve yayılma tarzıyla bir halk ürünüdür ve yine onlar gibi sıradan, basmakalıp olanı kullanmayı ve yenilikçi yaratıcılıkla uzlaştırmayı bilir. Türk sineması da polisiye kurguyu esas alan senaryoları 1940’lı yıllardan beri sürekli kullanmış ve beyazperdeye ilginç eserleri yansıtmayı bilmiştir.
Bu filmleri kronolojik sırayla anlatmadan önce belli bir hususu belirtmekte yarar görüyoruz; belirtmek istediğimiz konu, polisiye kurguyu doğru bir şekilde tanımlamaktır. Sinemamızda melodram dediğimiz inanılmaz tesadüflerin başrolde olduğu, kötülerin çok kötü, iyilerin çok iyi olduğu ve seyirciyi ağlatmayı amaçlayan yapımlar özellikle ilk yıllarda yaygındır. Melodram filmlerinin çoğunda suç özellikle de cinayet başat öğedir ancak suç öğesinin olması bu filmleri polisiye kurgulu yapmaz.
Bir yapıtın polisiye kurgulu olabilmesi için artık genel kabul gören polisiye kurgu tanımına uyması gerekir. Polisiye eser “muamma içeren suçun öyküsü”dür. Yani tek başına suç, yapıtı polisiye yapmaz; suçla birlikte onun içinde bir muamma, bir giz öğesi olması gerekir. Yani bir adam herhangi bir nedenle suç işleyip adam öldürebilir, bunun hikâyesi çok etkili bir filme konu olabilir ama katil baştan belliyse ve suç hiçbir muamma öğesi içermiyorsa söz konusu film polisiye kurgulu değildir. Türkiye’deki polisiye kurgulu ilk filmleri incelerken kriterimiz bu tanım olacaktır. Bu yazımızda 1940-1970 arası dönemdeki filmleri konu edeceğiz; söz konusu filmler bizim tespit ettiklerimizdir, daha ayrıntılı bir araştırmada başka polisiye kurgulu filmlerin de bulunması olasıdır.
1940’lar İlk Film
Bu kabulle sinemamızın ilk polisiye filmi olarak 1940’ta Ha-Ka film şirketi adına Faruk Genç’in rejisörlüğünde çekilen Suavi Tedü ve Nevzat Okçugil’in başrollerini oynadığı Yılmaz Ali filmini saptadık. Yılmaz Ali; dönemin tanınmış gazetecisi ve popüler roman yazarı Vâlâ Nureddin’in (Vâ-Nû) 1930’lu yıllarda birçok macerasını kaleme aldığı ve İstanbul Emniyet Örgütünde görevli farz ettiği bir dedektiftir.
Yılmaz Ali maceraları o günlerde geniş kitlelerce keyifle okunan bir dizidir. Senaryonun konusu da suçsuz bir kişiye yıkılmak istenen bir cinayetin Yılmaz Ali tarafından cinayetteki giz aydınlatılarak asıl suçlunun cezasını görmesi şeklinde gelişir.
1950’ler
Bizim saptadığımız ikinci polisiye kurgulu film ise yine dönemin ünlü yazarlarından Aka Gündüz’ün eserinden uyarlanan Allah Kerim filmidir. Yazarın kitap olarak basılmayan, Son Telgraf gazetesinde tefrika olarak kalmış yapıtı polisiye kurguludur, filmi Erman Kardeşler film şirketi çekmiştir. 1950’de çekilen filmin rejisörü Semih Evin, başrol oyuncuları Sezer Sezin ve Kenan Artun’dur.
1951’de üç polisiye film çekildiğini görüyoruz. Bu filmlerin hepsi de polisiye edebiyatın bir alt türü olan casus romanlarından uyarlamadır. İlki gerçek bir olaydan uyarlanmıştır. II. Dünya Savaşı’nda Ankara’daki İngiliz büyükelçisinin oda uşağı olan Çiçero adlı bir kişinin Almanlar adına casusluk yapmasının hikâyesi olup İnci film adına Mehmet Muhtar’ın rejisörlüğünde çekilmiştir. Ankara Casusu Çiçero isimli filmin başrol oyuncuları Vedat Örfi Bengü, Berrin Aydan ve Atıf Kaptan’dır.
Aynı yıl çekilen ikinci film ise dönemin en popüler yazarı Esat Mahmut Karakurt’un eserinden uyarlanmıştır. Ankara Ekspresi isimli filmin konusu yine II. Dünya Savaşı’nda İstanbul’daki Alman casusluk örgütü başı Hilda ile onunla mücadele eden yakışıklı Türk istihbarat subayı Seyfi Hüget’in ilişkileri ve sonunda aşkına yenilen Hilda’nın koskoca casus örgütünü teslim etmesinin anlatılmasıdır. Atlas Film’in çevirdiği ve o günlerde çok iyi hasılat yapan bu filmin rejisörü Aydın Arakon, başoyuncuları ise Turan Seyfioğlu ve Zeynep Sırmalı’dır.
Yılın son casus filmi ise Kemal Film’in çektiği ve rejisörlüğünü Lütfi Ö. Akad’ın yaptığı Atatürk’ün Casusu İngiliz Kemal Lawrense Karşı filmidir. Filmde ilk başrollerinden birini oynayan Ayhan Işık ile Gülistan Güzey başroldedirler.1952’de diş hekimiyken filmciliğe soyunan Arşavir Alyanak senaryosunu kendi yazdığı Onu Ben Öldürdüm filminin rejisörlüğünü de üstlendi. Başrol oyuncuları Muzaffer Tema ve Mine Coşkun’du. Film, Vâlâ Nureddin’in (Vâ-Nû) aynı isimli romanından esinlenerek çevrilmişti.
Aynı yıl Esat Mahmut Karakurt’un bir diğer polisiye kurgulu yapıtı Son Gece, Işık Film adına Sami Ayanoğlu’nun rejisörlüğünde filme alındı. Senaryoyu Esat Mahmut Karakurt rejisörle birlikte yazmıştı; başrollerde ise dönemin iki önemli tiyatro oyuncusu Talat Artemel ve Gül Gülgün oynuyordu.
1953’te Türk sinemasının en ilginç filmlerinden biri, Ali Rıza Seyfi’nin romanından uygulanan Drakula İstanbul’da çevrildi. Polisiye kurgu yanında ülkemizde çevrilen ilk vampir filmi olan bu yapıtı And Film çevirmişti; rejisörü Mehmet Muhtar’dı. Drakula’yı Atıf Kaptan; onunla uğraşan Avukat Azmi’yi Bülent Oran; Azmi’nin karısını o sırada Türkiye’de gösteriler yapan Viyanalı bir dansöz Annie Ball; Drakula’nın kurbanı Şadan’ı Ayfer Feray oynamıştır. Senaryosunu, geleceğin ünlü polisiye kahramanı Murat Davman’ı yaratacak Ümit Deniz kaleme almıştı.
Film, döneminde iyi hasılat yapmıştı ama çok zor koşullar altında çekilmişti. Örneğin filmin finalindeki mezarlık sahnesinde gerekli olan sis için kendileri görünmeden 30-40 kişi sürekli sigara içip dumanını üflemişlerdi. Bütün bu zorluklara karşın film, Türk sinema tarihçilerinden çok olumlu eleştiriler almıştır.
1994-2011 yılları arasında çıkan Sinema dergisinin Aralık 1998 sayısındaki bilgilere göre Temmuz 1998’de ABD, Maryland’de yapılan korku filmleri festivalinde Drakula İstanbul’da filmi İngilizce alt yazılı olarak gösterilmiş; eleştirmenler tarafından çok beğenilip ayakta alkışlanmış ve program dışına çıkılarak tekrar gösterilmiştir.
1954’te Peyami Safa’nın Server Bedi adı altında yazdığı Türk popüler polis edebiyatının en tanınan figürü Cingöz Recai’nin bir macerası, Beyaz Cehennem yayımlandı. Aynı yıl Aydabir Yayınları’ndan yayımlanan ve Fransızcaya da çevrilen kitaptan Acar Film tarafından uyarlanan eserin rejisörü Metin Erksan’dı. Bir eroincinin esrarengiz ölümünü ve katilini araştıran Cingöz Recai hem katili bulacak hem de eroincinin sakladığı parayı bulup afiyetle yiyecektir. Filmin başrol oyuncularıysa Turan Seyfioğlu ve şöhret merdivenlerini yeni tırmanan Neriman Köksal idi.
1955 yılında ise Halide Edip Adıvar’ın yazdığı tek polisiye roman olan Yolpalas Cinayeti yine Metin Erksan’ın rejisörlüğünde beyazperdeye uyarlandı. Başrolde Uğur Başaran ve Altan Hanoğlu vardı.
1958’de bir Türk-Alman ortak yapımı polisiye film çekildi. Bugün seyredilince 1958 İstanbul’unu bütün naifliğiyle gösteren bu filmin senaryosunu yazıp başrolünü oynayan ve rejisörlüğünü yapan ve o dönemlerde epey şöhretli bir aktör olan Avusturya kökenli Carl Möhner’di.
İstanbul Macerası (Inshalla, Razzia am Bosporus) filminde Almanya’ya eroin kaçıran bir şebekenin gizemli reisini yaklamak için Türk ve Alman polisinin işbirliği anlatılıyordu. Alman Müfettiş Peter Hartwig rolünü Carl Möhner oynarken, Türk komiseri Orhan Günşiray, eroin şebekesi reisi rolünü de Sadri Alışık üstlenmişti.
1960’lar
Türk sinemasının ilk dönemindeki polisiye kurgulu filmler arasında söz konusu edeceğimiz son dört tanesi ise 1960’lı yılların en çok sevilen ve okunan polisiye roman yazarı Ümit Deniz’in kahramanı Murat Davman’ın öykülerinden uyarlanmıştır.
Murat Davman kendi anlatımıyla 1.85 boyundadır, kilosu değişir; ilk polisiye romanlarda 85 kilodur, sonra herhalde Ümit Deniz’ in artan kilolarına paralel olarak 90, 95 ve son romanında 100 kilo olur ama “vücudunda bir gram yağ yoktur.”
Çok sevimlidir, kadınlar ona bayılır, diline “ASPAVA” sözcüğünü pelesenk etmiştir. Bu sözcük, “Allah Sıhhat, Para, Aşk Versin. Amin” cümlesindeki kelimelerin baş harflerinden türetilmiştir.
Her öyküde başroldeki kadınla mesela kendine yardım eden MİT ajanı güzel kızla muhakkak aşk yaşar; kadınlar onun çapkınlık ününü bilmelerine karşın bir türlü cazibesinden kurtulamazlar. Bazen hızını alamaz, Yakut Gözlü Kedi isimli romanda olduğu gibi evin iki kızı ve üstlerine de halalarını kendine âşık edip sıradan geçirir(!).
Öykülerin başkahramanı olan kadınlarla aşk yapmak Murat Davman’a herhalde yeterli gelmemektedir ki her kitapta öykünün ikinci derecede kahramanı olan ama başkahramanların sosyal sınıfından olmayan, daha aşağı tabakadan kadınlarla da muhakkak sevda ilişkisine girer ama nedense bu garibanlar çoğu öyküde hainler tarafından öldürülür(!).
Murat Davman’ın her macerasında başı bin türlü derde girer; çoğu kez kafasına ağır bir cisimle vurulup bayıltılır ve ayılınca kendini “sucuk gibi” eli ayağı bağlı bulur. Kafası kendi deyimiyle “epeyi kalın” olduğundan bu vartaları şu veya bu şekilde atlatır. Öykülerinde âşık olduğu ve kendine âşık olan kadınlardan kısa bir süre sonra kurtulmak yaşamının en büyük sorunudur.
İlk Murat Davman filmi Ölüm Perdesi, 1960 yılında Duru Film tarafından çevrilmiştir. Murat Davman rolünü Orhan Günşiray oynamıştır. Senaryoyu Bülent Oran’la Attilâ İlhan yazmıştır. Filmin yönetmeni Atıf Yılmaz, kadın başrol oyuncusu Leyla Sayar’dır.
1961’de çevrilen Sessiz Harb’de ise Murat Davman rolünü Müşfik Kenter üstlenmiş, rejisörlüğü Lütfi Ö. Akad yapmış, senaryoyu ise Ümit Deniz ile Bülent Oral beraber yazmışlardır. Başkadın oyuncu Peri Han’dır.
1963’te yine Orhan Günşiray’ın Murat Davman olduğu Ezrailin Habercisi filmini Atıf Yılmaz yönetmiş, senaryosunu ise ünlü edebiyatçımız Kemal Tahir yazmıştır. Lolita isimli rolü ise Pervin Par üstlenmiştir.
1966’da çevrilen son Murat Davman filmi Yakut Gözlü Kedi’de ise Cüneyt Arkın başroldedir. Akın Film’in çektiği filmin rejisörü Nejat Saydam ve başaktrisi Selda Alkor’dur.
Ümit Deniz’in Murat Davman filmleri, döneminde çok sevilmiş, özellikle Orhan Günşiray’ın canlandırdığı Murat Davman tipi bir şehir efsanesi olarak çok ünlenmiştir.
Sinemamızın bu incelememizde süre olarak nihai sınır kabul ettiğimiz 1970’li yıllardan sonra da polisiye kurgulu filmler çektiği muhakkaktır ancak 1970’li yıllardaki seks filmleri furyasından sonraki dönemde iz bırakan ve unutulmayan polisiye filmlere pek rastlanmaz.
Türk polisiye edebiyatının 1995’lerden sonra Ahmet Ümit, Celil Oker ve Osman Aysu ile farklı kulvardaki hızlı gelişmesine filmciliğimizin ayak uydurabildiğini söylemek de pek olası değildir. Örneğin geçen yıl çevrilen Cingöz Recai filminin inanılmaz derecede başarısız olması ve yukarıda söz konusu ettiğimiz filmlerden açık ara kötü olması bunun bir kanıtıdır.
221B’nin 22. sayısında yayımlanmıştır.