Suç ve Bela Öyküleri | İnceleme

/
13 dakikalık okuma

Suç ve Bela Öyküleri kitabının yazarı Emel Aslan, Antalya’nın sıcak kumlarında doğdu, ODTÜ’de Çevre Mühendisliği öğrenimi gördü. Ankara’nın soğuk sokaklarında farklı işlerde koşturduktan sonra kurumsal dünyaya veda edip serbest çevirmenlik ve yazı işlerine bulaştı. Bir dönem Ankara’da  Mahalle Baskısı dergisini kurup editörlük yaptı, yazılar yazdı. ODTÜ Yayıncılık için çeşitli kitapları Türkçe’ye kazandırdı. ONK Ajansı’nda tiyatro oyunları çevirip yazmaya başladı.

Sonra bir gün, Türkiye’nin ilk polisiye e-dergisi Dedektif ile karşılaştı ve suç, gizem ve gerilim öyküleri yazmaya başladı. Dedektif Dergi ve Herdem Kitap / Polisiye Serisi için editörlük yapmaya başladı, karanlık hikayelerin ustası oldu. Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’ne (POYABİR) üye oldu, ve ülkenin önde gelen polisiye yazarlarıyla birlikte birçok kolektif öykü seçkisinde yer aldı. İlk kişisel kitabı Suç ve Bela Öyküleri, 2023 yılında İthaki Yayınları etiketiyle raflardaki yerini aldı. Hikayeleri, denemeleri ve incelemeleri Dedektif Dergi’de ve çeşitli öykü seçkilerinde düzenli olarak yayımlanıyor. Türkçeye kazandırdığı tiyatro oyunları sahnelerde hayat bulmaya devam ediyor. Yazmaya, çevirmeye ve düzeltmeye devam etmeyi kafasına koymuş, kelimelerle dans etmeyi sürdürüyor.

İçerisinde bazı kolektif kitaplarda daha önce yayımlanmış ama gözden geçirilmiş halleriyle bu kitapta da kendine yer bulmuş olan öykülerle beraber, dokuz birbirinden şaşırtıcı, gizemli, sürpriz sonlu ve ziyadesiyle belalı öyküler bulunan Suç ve Bela Öyküleri, son zamanlarda okuduğum en iyi kitaplardan. Muazzam kurgular, şahane temiz bir anlatım, beni en çok etkileyen de doğru Türkçe kullanımı… Bayıldım! Kim söylemişti şimdi çıkartamadım; “Öykü yazmak çetin cevizdir.” diye. O sınırlı sayfa sayısıyla bu denli iyi bir iş çıkartmak gerçekten takdire şayan.

suç ve bela öyküleri

Her öykünün başında, öykünün içeriğine cuk diye oturan dizelerin yerleştirilmiş olması da çok hoşuma gitti. Her biri sevilen yazarların kıymetli eserlerinden alınan bu dizelerle yazar, okuyacağımız öykü ile ilgili, öykünün bize hissettirecekleriyle ilgili ufak spoiler veriyor. İlk okuduğunuzda anlamlandıramayacağınız ama öyküyü bitirince ‘Haa, vay anasını!’ diyeceğinize eminim. Bunları bulmak ve öykülere serpiştirmek de bir hayli çaba gerektirmiştir.

Gelelim kitaba…

Suç ve Bela Öyküleri

İlk öykü ‘Balkon’ a Edip Cansever’in bir sözüyle başlıyoruz. Kahramanımız Alper bizi psikiyatrın muayenehanesinde karşılıyor. Dr. Nermin’le olan terapisine kulak misafiri oluyoruz. Hep aynı, rahatsız edici, çocukluğuyla ilgili rüyayı gören Alper’in bilinçaltına attıklarını anımsamasıyla devam eden öykü, bomba gibi finaliyle beni dumur ediyor.

İkinci öykü ‘Bıraksaydım da Ölseydi’  Çehov’dan bir dizeyle açılıyor. Birbirinden nefret eden bir çiftle tanışıyoruz. Adam boşanmaya çalışmış, kurtulamamış. Kendisini öldürmeye çalışmış, becerememiş. Rezil olduğunu düşünüp artık kendisinden bile nefret etmeye başlayan adam tek kurtuluşun karısını öldürmek olduğuna karar veriyor ve bir değil, iki değil, garanti olsun diye üç şahane plan yapıyor. Ama her defasında o mendebur kadın kurtuluyor. Adam en sonunda kervanı yolda düzüyor ve plansız hareket ediyor. Peki bu hareketin sonucunda ne oluyor? Gülsem mi ağlasam mı bilemediğim bir final, çok lezzetli bir hikaye.

Suç ve Bela Öyküleri kitabındaki üçüncü öykü ‘Odadaki Fil’ e önce Freud’un bir alıntısıyla başlıyoruz. Zeynep ve Zafer adındaki, birbirini pek seven çiftle tanışıyoruz. Zeynep artık tedavinin çözüm olmadığı bir hastalıkla savaşıyor. Daha doğrusu savaşmayı bırakıyor artık. Eşi Zafer ile dağ evine, son günlerini huzur ve dinginlik içinde geçirmek istiyor. Uzun zamandır arkadaşları olan Gamze, Betül ve Soner’i de hafta sonunu geçirmek, aslında kendileriyle vedalaşmak için dağ evine davet ediyor. Herkes geliyor. Beş eski arkadaş çeşit çeşit yemekler ve su gibi akan içkilerle geceyi karşılıyor. Zeynep’in vedalaşması çok duygusal sahnelere dönüşüyor, diyeceğimi düşünürseniz acayip yanılırsınız. Yine şaşırtıcı bir finalle yazar bu öyküsüyle de beni oldukça memnun ediyor.

Dördüncü öykü tam bomba. En sevdiğim öykü olan ‘Sentez’ ise Goethe’nin Genç Werther’in Acıları’ndan bir dizeyle başlıyor. Dokuz yaşında annesini kaybeden, babasıyla büyüyen bir delikanlı, öykünün kahramanı. Annesinin kaybıyla suskunluğa gömülen çocuk, hep çocuk kalmıyor, büyüyor. Ama suskunluğu ve silik karakteri de onunla büyüyor. Babasının hastalığı ile hayatı daha da zorlaşıyor. İletişim sorunları yaşayan genç bir günlük tutmaya başlıyor. Yazmaya başlamasıyla hayattaki gayesinin belki de yazmak olduğunu düşünüyor. Yazdıklarını çeşitli yayınevlerine gönderiyor ama red cevabı alıyor. E bu hayattaki gayesi yazmak da değilse ne? Bunu anlamasıyla beraber, hem onu suskunluğa iten hayattan hem de kendinden intikamını alıyor.

Şahaneydi! Yazdıklarına ne mi oluyor? Minik bir tüyo; Yayınevleri onun yazdıklarını basabilmek için yarışa giriyor.

Beşinci öykü ‘Sürpriz’ ise Albert Camus ile açılışı yapıyor. Bir erkeğin sevdiği kadın için neler yaptığını okuyoruz. Görür görmez aşık olduğu kadın için sürpriz bir gece hazırlayan kahramanımızla biz de kadının evinde, kadının hazırlanan bu sürprize nasıl mutlu olacağını hayal ediyoruz. Kadınının eve gelmesiyle biz okurları da acayip bir sürpriz bekliyor.

Altıncı öykü ‘Neden?’. İtiraf ediyorum bu öyküde ağlamamak için kendimi zor tuttum. Ailesi ve kabilesi saldırıya uğrayan, eşi ve çocuklarını kaybeden, kim olduğunu bilmediği insanlar tarafından, niye kaçırıldığını dahi bilmeyen Zoi’nin gerçekleri anlama çabasını okuyoruz. Kim bunlar? Ailesi arkadaşları nerede? Neden hapis hayatı yaşıyor? Kurtulabilecek mi?

suç ve bela öyküleri

Bu öykünün giriş dizelerini yazar sonda vermeyi tercih etmiş. En doğrusu da buymuş, okuyunca anlıyorsunuz. Öyküyü okuduktan sonra ise bir süre kendinize gelemiyorsunuz, hatta kendinizi sorguluyorsunuz.

Yedinci öykü ise ‘Suç ve Bela’. Yine giriş dizeleriyle hafiften ne okuyacağımızı kulağımıza fısıldayan yazar, bizi küçük Murat ile tanıştırıyor. Murat mahallenin küçük polis hafiyesi. Hayvanları kurtaran, gofret çalan arkadaşlarını kulaklarından yakalayan bir Kızıl Bela. Ben demiyorum, kendisi söylüyor ‘Kızıl Bela’yım’ diye. Bir akşam odasındayken duyduğu bir çığlığa kayıtsız kalamıyor. Annesinin kendisine diktiği süper kahraman pelerinini de sırtına geçirip, ikinci kattaki evlerinden sokağa atlıyor. İki tane yarmanın ufacık, civciv gibi bir kızı sıkıştırdığını görüyor. Eline geçirdiği kürekle adamlara vuruyor. Kızı kurtarıyor. Gidecek yeri olmayan kızı, çocuk aklıyla odasında misafir ediyor. Civciv Kız artık Kızıl Bela Murat’ın yoldaşı oluyor. Okuldan geldiği bir gün annesini odasında Civciv Kız ile birlikte bulan Murat, Kuvvet Yurdakul’un giriş dizeleriyle başlayan öykünün finalinde beni yine şaşkına uğratıyor.

Suç ve Bela Öyküleri‘nin sekizinci öyküsü ‘Oyuna Davet’ ise Şems-i Tebrizi’nin şu çok sevdiğim dizeleriyle başlıyor. “Düzenim bozulur, hayatım alt üst olur diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?” Bu öyküde, hayatının dibini görmüş bir adamı okuyoruz. Eşinden boşanmış, çocuğunu özleyen, maddi sıkıntılar çeken ve nihayetinde işten atılan bir adam olan Osman. Hani hep deriz ya, ‘Bundan kötü ne olabilir?’ diye işte Osman hepsini yaşıyor. Hayatında hiçbir şey yolunda gitmeyen Osman’a bir gün bir zarf geliyor. Üzerinde Oyuna Davet yazan zarfa önce dikkat etmese de tıpkı yukarıda yazdığım gibi, daha başıma ne gelebilir diyerek kayıtsız kalamıyor. Zarftan kendi adına yazılmış bir notla gelmesini istedikleri bir adres çıkıyor. Adrese giden Osman kendisini kanlı bir oyunun içinde buluyor. Buradan çıkabilmenin elbette yolları var. Acaba Osman’ı nasıl bir son bekliyor?

Dokuzuncu ve son öykü ‘Mükemmel’ Jung’un dizeleriyle başlıyor. İlk öyküdeki Psikiyatr Dr. Nermin bu defa Sevda adındaki bir kadınla seansta. Hatta Sevda’ya psikiyatrı öneren de ilk öyküdeki Alper. Sevda ailesinin tüm fertlerini kaybediyor ama en ufak bir üzüntü belirtisi olmayınca Alper, Dr. Nermin’den yardım almasını öneriyor. Sevda ve Dr. Nermin’in bu terapi seansında, çocukluğumuzda yaşadıklarımızın oluştuğumuz insan olmamızdaki etkileri anlatılıyor.

Suç ve Bela Öyküleri‘ndeki tüm öykülerin şahane olmasının dışında bir ortak özellikleri daha var; Kara kediler. Yazar patili dostlarımızı her bir öyküye öyle hoş yerleştirmiş ki, bayıldım. Her öyküsüyle beni kendine hayran bırakan yazar Emel Aslan’ın Suç ve Bela Öyküleri, suç edebiyatı sevenleri oldukça tatmin edecektir.

Suç ve Bela Öyküleri, Emel Aslan, İthaki Yayınları, 126 sf.

Selin Bak

1981 yılında Trabzon’da doğdu. Atatürk Üniversitesi’ nde Hemşirelik okudu. Polisiye merakı gençlik yıllarında (hala çok genç, ortaokul yılları diyelim) Agatha Christie ile başladı. Galiba yapmak isteyip de yapamadıklarını okumak (cinayeti çözmek değil işlemek kısmından bahsediliyor) kendisine garip bir tatmin duygusu vermiş olacak polisiye dışında başka bir tür okuyamaz oldu. En
sevdiği yazarların Türk yazarlar olduğunu her zaman gururla söyler. Çok polisiye okur, çok polisiye dizi ve film izler, fazlaca cinayet kurguları yapar. Aslında çok da yazar ama çaktırmaz. Bu biyografiyi yazarken hayatında enteresan bir şey olmadığını fark eden Selin, hemşirelik yapmaya ve Trabzon’da yaşamaya devam ediyor, şimdilik...

time
Önceki Hikaye

BBC First Dizisi 'Time' 2. Sezonuyla Ekranlara Dönüyor

Sonraki Hikaye

Gülce Başer’in Polisiye Roman Üçlemesi Nihal Gürsoy Serisi Yeni Baskılarıyla Raflarda

En Son Yazılar