‘Persepolis’: Postkolonyal Melankoli

28 dakikalık okuma

Persepolis, Paris’te yaşayan sanatçı Marjane Satrapi’nin gözünden İran devrimini ve sonrasındaki toplumsal değişimleri anlatan otobiyografik bir yapıttır. Yayımlandığı (2000-2004) tarihten itibaren özellikle Batı Avrupa’da büyük ilgiyle karşılanmış hatta animasyon filmi çekilmiştir. Satrapi’nin, ailesinin ve kendisinin özel yaşamını bir grafik romana dönüştürmesi Persepolis’i ister istemez politik bir kimliğe büründürmektedir. Yapıt bu yönüyle “post-kolonyal” edebiyatın önemli bir örneği olarak kabul edilmektedir.

Sanatçı, 1979 İran İslam Devrimi ile devrimin öncesi ve sonrasındaki İran yaşamı anlatmak için çizgi roman sanat türünü kullanmıştır. Bunda kendi mesleği olan ressamlığı kullanmak istemesi son derece doğaldır. Ancak sanatçının kullandığı edebi dil, çizimlerinin önüne geçmiştir. Yapıt; çizgi roman, edebiyat, sosyoloji ve siyaset bilimlerinin kesiştiği, disiplinler arası bir yerde durmaktadır.

Postkolonyal Edebiyat ve Teori

Bu edebiyat türü, sömürge geçmişi olan emperyalist ülkelerde yaşayan batılı düşünürlerin toplumsal travmaları aktardığı yapıtları ile üçüncü dünya ülkelerinden batıya göç eden yazarların kendi kültürel farklılığını ve “ara yerdeliğini” aktardıkları edebi ürünleri kapsamaktadır. Bir açıdan postkolonyal edebiyat; ara yerdelik (melezlik), egzotiklik, kimliksel farklılık, taklitçilik gibi kavramları sorgulayan ve anlatan edebiyat türü olarak da kabul edilebilir.

Eleştirel bir bakış açısı sunan postkolonyal teori ise batılı (emperyalist) ile doğulu (sömürge insanı) arasındaki eşitsiz güç ilişkisini inceler ve doğulunun batılı karşındaki güçsüz konumunu tersine çevirmeyi amaçlar. Edward Said, 1978 yılında yayımladığı Şarkiyatçılık adlı kitabıyla sömürgeci batının, doğu üzerinde kültürel ve ekonomik üstünlük kurma mekanizmalarını anlatarak tartışmanın fitilini ateşlemiştir. Hami Bhabba, Ania Loomba, Gayatri Spivak gibi düşünürlerin yapıtları da postkolonyal teorinin etki alanını ve gücünü artırmıştır. Postkolonyal teorinin merkezinde edebiyatın yer aldığını görmekteyiz. Böylece doğulu yazar, batılı edebiyat biçimini kullanarak kendi kültürel anlatısını oluşturur.

Postmodern sosyal bilimcilerin üzerinde durduğu bir kavram olarak “ara yerdelik” olumlu anlamlar içerebilmektedir. Batılı, yarattığı “ara yerdelik” haliyle doğuluyu “ötekiler” konumunda tutmaya çalışır. Ancak Bhabba gibi postkolonyal düşünürler, ne batılı ne doğulu olma biçimindeki bu “melez” halin aslında iktidar ilişkilerini tersine çevirebileceğini iddia eder.

Mary Pratt, doğulunun batılıyla karşılaştığı ve etkileşimde bulunduğu alanları “temas alanı” olarak tanımlar. Temas alanları asimetrik güç ilişkisini barındırır. Ancak çatışma içermesine rağmen “madun”a karşılık verebilme olanağı yarattığından olumlu alanlardır. Ania Loomba da bu olumlamaya katılır ve doğulunun kendi kültürel öğelerini batılı edebi biçemin içine sokarak batılı kurallara meydan okuduğunu söyler. Ara yerdelik hali her ne kadar doğulu için maduniyet anlatısı olarak belirse de doğulu yazarın direniş gücü haline gelebilmektedir. Bu andan itibaren madun bir politik aktöre dönüşür. Satrapi de batı kökenli bir sanat dalı olan çizgi romana İran kültüründen siyah beyaz minyatür çizgileri ekleyerek “melez bir temas alanı” yaratır. Üstelik bu sanat alanı, kendi yaşam öyküsünün, benliğinin anlatısını da içeren otobiyografisiyle birleşir. Anlatısında Satrapi hem batılı hem doğuludur. Sanatsal üretimleri gibi kendisi de ara yerdedir.

Şah Rejimi ve İslam Devrimi

Marjani ve ailesi, batılı yaşam tarzına sahip, eleştirel düşünmeyi benimsemiş, eğitimli orta-üst sınıfın temsilcileridir. Ailede birçok birey politik olarak aktif ve önemli kimliklere sahiptir. Dedesi Abdi Rıza, Şah tarafından devrilen Bağımsız Kaçar Hanedanlığı’nın çok önemli bir üyesidir ve Şah tarafından hapse atılmıştır. Büyük dede, Avrupa’da eğitim görmüştür. Rıza Şah’ın başbakanlığını yapan büyük dede, daha sonra solcu entelektüellerin safında yer almıştır. Büyük amcası Feridun, İran Azerbaycan’ının bağımsızlığını desteklemiştir. Amcası Anuş, Sovyetler Birliği’nde sürgünde yaşayan rejim karşıtı önemli bir komünisttir.

persepolis

Doğal olarak Satrapi’nin anne ve babası Şah Rıza Pehlevi rejimini sevmemektedirler. Ancak bu hissin tek nedeni aile geçmişi değildir. Yüksek gelirli bir mühendis olan babası ve eğitimli bir kadın olan annesi sol görüşe sahiptir. Onlara göre modern orta sınıfın ihtiyaçlarına cevap veremeyen ve özgürlükleri kısıtlayan bu totaliter iktidarın yıkılması gereklidir. Bu rejimin yerine devrimci Marksist bir rejim gelmelidir. Bu nedenle Satrapi ailesi, birçok nahif komünist gibi büyük bir saflıkla “Devrim”i desteklemektedir.

Satrapi’nin erken çocukluk döneminde, Şah rejiminin baskıları giderek artmaktadır. Göstericilere ateş açılmakta, sinema ve tiyatrolar yakılmakta, faili meçhul cinayetler işlenmektedir. Aile bu durumu endişe ve korku içinde izlemektedir. Şah rejimi, solcuları ve İslamcıları hapse atmakta ve onlara işkence etmektedir. Ancak tüm bu baskılar sonuç vermeyecek, bu yozlaşmış rejim çökecektir.

Şah Rıza Pehlevi’nin ülkeden kaçmasından sonra kutlamalar yapılır. Aile de bu kutlamalara katılır. Amcası Anuş ülkesine döner. Kısa süreli bir bahar havası yaşanır. Ne yazık ki bir süre sonra dinci kötülük hızla egemen olmaya başlar. İslamcılar, ilk önce eski müttefikleri olan solcuları, liberalleri ve komünistleri hapse atar. Sözde devrimin sürekliliğini sağlayacak baskı kurumları hızla oluşturulur. Bunların başında geleni Hizbullah’tır. Humeyni iktidarını korumak

için kurulan bu aygıt; mollalar, topraksız köylüler ve alt sınıf esnaflardan ve mülksüzlerden oluşmaktadır. Bu fanatik grup, batılı davranış ve değerlerin kamusal alanda görünürlüğünü kısıtlar. Kadınların toplum içinde örtünmelerini denetler, erkeklerin batılı gibi giyinmelerini engeller. Kurallara uymayanları ise kırbaç cezası beklemektedir. Rejimin ahlak polisleri olan Devrim Muhafızları ise daha beterdir. Özel hayata müdahale ederler, kamusal alanda istedikleri gibi ceza verip şiddet uygularlar.

Küçük Marjane ise İslami rejimin etkisiyle okulda tanışır. Laik eğitim kaldırılır, kızlar ve erkekler ayrı sınıflarda okutulmaya başlar. Küçük kız öğrenciler bile türban takmak zorunda bırakılır. Çocukların her şeye uyum sağlamayı başaran güçlü doğasıyla küçük Marjane bu duruma alışır. Ancak büyük sevgi duyduğu amcası Anuş’un rejim tarafından infaz edilmesi onu fazlasıyla sarsar. Artık onun küçük dünyası da kâbusa dönmüştür. Bu zor dönemde en büyük desteği ise anneannesinden alır. Her zaman güçlü olmayı başaran anneannesi, güven veren neşeli aurası ile onu kuşatır ve korur.

Satrapi ailesi, yeni rejime iyi kötü alışmaya başlamışken dokuz yıl sürecek İran-Irak Savaşı patlak verir. Humeyni rejimi, İran Ordusu’nun elit subaylarını ya infaz etmiş ya da hapsetmiştir. Ordu, savaşma ve yönetilme kabiliyetini büyük oranda kaybetmiştir. Birçok pilotun hapiste olması nedeniyle savaş uçakları kullanılmaz hale gelmiştir. Bu durumu fırsat bilen Saddam Hüseyin liderliğindeki Baas rejimi, İran’a saldırır. Böylece iki ülkeyi maddi ve manevi olarak yıkıma götürecek aptalca bir savaş başlar. Savaşın ilk yılları, İran Hava Kuvvetleri’nin yetersiz olması nedeniyle çok yıkıcıdır. Irak uçaklarının şehirleri bombalaması büyük sivil kayıplara yol açar. Çok büyük dramlar yaşanır ve bu dramlar küçük Satrapi’nin tanıklığıyla bize anlatılır.

Esir pilotların hapisten çıkarılması ve hava kuvvetlerinin tekrar devreye girmesi halkın moralini düzeltse de ordunun kayıpları sürmektedir. İran Ordusu o kadar ağır kayıplar verir ki, hemen her sokaktan bir şehit çıkmaya başlar. Bu kadar fazla şehidin olması nedeniyle halkın moralinin bozulmaması için şehitlik mertebesi rejim tarafından abartılı bir şekilde kutsanır. Şehitlerin cennette inanılmaz zevklerle tanışacağı dillendirilir, her sokağa bir şehit adı verilmeye başlanır. Bu dönemde, çok sevdiği Yahudi kız arkadaşının ailesiyle birlikte bir bombardımanda ölmesi ise Marjane’yi iyice yıkar. Savaşın etkilerinden boğulmaya başlamıştır.

İran’ın artık bir kız çocuk için yaşanabilecek bir ülke olmadığına karar veren anne ve babası onu Avusturya’da bir Fransız okuluna göndermeye karar verir. Şah dönemindeki okulu da Fransız okulu olduğu için daha kolay uyum sağlayacağı düşünülür. Annesi kızını uğurlarken üzüntüden bayılır. Babası ise onu havaalanında yolcu ederken, “Kim olduğunu ve nereden geldiğini asla unutma,” diye öğüt verir. Marjane, batıya gitmeli ama kim olduğunu unutmamalıdır. Ailesi böylece ona politik bir görev yüklemiştir. Kimliğini unutmamak ve onu başkalarına anlatmak!

Avusturya Acı Vatan

Kasım 1984’te küçük Satrapi, Viyana’ya ulaşır. Ailesinin ekonomik durumu eskisi gibi iyi olmadığından onu annesinin yakın arkadaşı Zozo’nun evine gönderirler. Ancak beklendiği gibi bir sıcak karşılama olmaz. Zozo çok değişmiştir. Onu evinde istemez ve rahibeler tarafından yönetilen bir pansiyona yerleştirir. Marjane küçücük bir odayı Lucia adlı bir kızla paylaşmak zorundadır. İki kız bir süre sonra birbirlerine alışırlar.

persepolis

Marjane, Almanca bilmediğinden zaman zaman sıkıntı yaşar. İlk seferde çok yalnızlık çekse de kısa süre sonra arkadaşlar edinir. Bir marjinal, bir punk, iki öksüz ve bir üçüncü dünya vatandaşından oluşan arkadaş grubunun üyesi olur. Ancak Noel geldiğinde kendisini çok yalnız hisseder. Herkes tatil için bir yere gidecektir. Onun ise gidecek bir yeri yoktur. İmdadına oda arkadaşı Lucia yetişir. Lucia tatil için ailesinin yanına Tirol’a gidecektir. Marjane’ye de yanında gelmesini teklif eder. Tirol’e gittiklerinde aile onu çok sıcak karşılar. Küçük kız, Tirol’de Avusturya’daki en güzel günleri yaşar.

Ancak bu mutluluk kısa sürer. Pansiyona döndüğünde kültürel farklılıktan kaynaklanan basit bir olay yüzünden bir rahibeyle tartışır ve sevimsiz başrahibe tarafından pansiyondan kovulur. Başka yerde kalacak parası da yoktur. Arkadaşı Julie’den yardım ister ve onun yanında kalmaya başlar. Artık düzensiz bir yaşama adım atmıştır.

16 yaşına geldiğinde sosyal çevresi ve alışkanlıkları değişmeye başlar. Boyu uzamıştır ve vücudu değişmiştir. Ergenliğin ve sosyal çevrenin değişmesiyle gece partilerine katılmaya ve esrar kullanmaya başlar. Bu durum onda iç çatışmalar yaratır:

“Onlara o kadar çok ayak uydurmaya çalışırsam kendi kültürümden o kadar uzaklaşmış hissediyordum. Aile ve kökenime ihanet ediyor, oyunu başkasının kurallarıyla oynuyor gibiydim. Annem ve babamdan gelen her telefonda korkaklığımı ve ihanetimi hatırlıyordum. Seslerini duyunca mutlu oluyor ama sonra onlarla konuşmaya utanıyordum. Eğer onlar, her gün Irak uçakları tarafından bombalanırken kızlarının bir punk gibi gezdiğini, başkalarına iyi görünmek için ot içtiğini, iç çamaşırlı erkeklerle aynı ortamda bulunduğunu bilselerdi bir daha asla benim gibi çocukları olsun istemezlerdi. Kendimi o kadar suçlu hissediyordum ki ne zaman TV’de İran ile ilgili haberlerle karşılaşsam kanalı değiştiriyordum. Her şeyi unutmak, geçmişimi yok etmek istiyordum ama vicdanım yakamı bırakmıyordu. Bu gerçekten dayanılmazdı.”

Batıya erişebilme ya da batıdaki toplumlara uyumlu bir yaşam biçimine ulaşma, genellikle doğuda yaşayan eğitimli orta sınıfın isteğidir. Bu nedenle arada kalma ya da “ara yerdelik” genelde orta sınıfa özgü bir kimlik bunalımıdır. Küçük Satrapi de bu duyguyu yaşamaya başlamıştır. Hiçbir zaman batılı toplum tarafından kabul görmeyecektir. Çoğu zaman bir İranlı olarak aşağılanacaktır. Çok sınırlı bir arkadaş çevresi kuracak, yalnızlık duygusunu yenebilmek için uyuşturucu bile kullanmak isteyecektir.

Bir süre sonra annesi ziyarete geleceğini söyler. 20 aydır annesini görmeyen Marjane çok mutlu olur. Havaalanında annesini beklerken onu tanıyamaz. Annesinin saçları beyazlamış ve yaşlanmıştır. Annesinin bu kadar hızlı yıpranması Marjane’yi çok üzer. Ancak Viyana’da onunla birlikte çok güzel günler geçirir. Modern düşünceli bir kadın olan annesi, onun sosyal ortamını fazla yadırgamaz ve kızını yargılamaz. Annesinin ayrılışı ise çok hüzünlü olur.

Marjane bir süre sonra Markus ile tanışır. Birbirlerinden hoşlanırlar ve çıkmaya başlarlar. Başlangıçta çok mutlu olan Marjane, Markus ile ilk cinsel deneyimini de yaşar. Bu arada hayatını sürdürmek için bir kafede çalışır. Hem okul hem dersler derken daha fazla esrar içmeye başlar. Farkında olmadığı çöküşü yavaş yavaş başlamıştır.

1986 yılında ırkçı Kurt Waldheim, cumhurbaşkanı seçilir. 1988’de Avusturya’da yabancılara yönelik saldırılar artmaya başlar. Neonazi gruplar yabancıları sürekli taciz etmektedir. Marjane de bundan nasibini alır. 1988’de okulu bitirir. Ancak onu kötü bir sürpriz daha beklemektedir. 18. yaş gününde, büyük aşkı Markus’u yatakta başka bir kızla yakalar. Bu olay onun için bardağı taşıran son damla olur. Sinirleri iflas eder. Evde kalmaya daha fazla dayanamaz. Haftalarca sokaklarda yatar. Sonunda açlık ve soğuktan hastalanır. Gözlerini açtığında kendini hastane odasında bulur. Zatürre olmuştur. Başarılı bir tedaviden sonra taburcu olacağı gün gelip çatar. Bugün de üç aydır ailesinin onu aradığını öğrenir. Amcası Mesut, Almanya’dan gelmiş, onu aramaktadır. Babasıyla telefonla konuştuktan sonra İran’a dönmeye karar verir.

Dönüş

14 yaşında ayrıldığı İran’a dört yıl sonra geri dönen Marjane, başlangıçta ailesine kavuştuğu için çok mutlu olsa da bir süre sonra sıkılmaya başlar. Çocukluk arkadaşları ona çok yüzeysel gelir. Yaşamdan tek beklentileri süslenmek, eğlenmek ve bir koca bulmaktır. Boş konuşmalar ve dedikodu yapmak dışında bir uğraşlarıysa neredeyse yok gibidir. Avusturya’daki arkadaşlarına göre çok kültürsüzdürler. Daha da kötüsü, savaşı kanıksamışlardır. Şehitlere bile üzülmemektedirler.

Marjane ise artık aynı kız değildir. Varoluşsal kaygılar yaşayan, yaşamı ve toplumu sorgulayan bir insana dönüşmüştür. Bundan sonra hiçbir zaman Ortadoğulu biri gibi olamayacaktır. “Ara yerdelik duygusu” onu burada da yakalamıştır. “Avusturya’da yabancıydım, şimdi kendi ülkemde de yabancıyım. İran’da bir batılı, batıda bir İranlı. Hiçbir kimliğim yoktu. Neden yaşadığımı bile bilmiyordum.” Bir süre sonra ağır bir depresyona girer ve evden çıkmamaya başlar. Ve sonunda intihar etmeye karar verir! Anne ve babasının kısa süreliğine tatile çıkacağı zamanı fırsat bilerek kendini öldürecektir. Ve o gün gelir.

“Bir kadının bileklerini kesmeden önce şarap içtiğini bir filmde görmüştüm. Evde şarap olmadığı için yarım şişe votka içtim. Bıçağı tenime batırmaya kendimi ikna edemedim. Kandan korkan biriydim. Yine de sarhoş olduğum için bileğimi hafifçe çizmeyi becerebilmiştim. Sonrası için de filmde gördüklerimi uyguladım. Sıcak suyla dolu küvete girip kanımın akmasını bekledim. Ama kanım hemen pıhtılaşmıştı. Meyve bıçağı ile kendinizi öldürmenin biraz zor olduğunu söylemeliyim. Kesici silahlar bana göre değilmiş. Başka bir şey bulmalıydım. Bu nedenle tüm antidepresan ilaçlarımı içmeye karar verdim. Sonra uzandım. Bunun güneşi gördüğüm son gün olduğunu söyledim kendi kendime. Annemle babamı düşündüm biraz da. Son gelmişti…”

Ancak Marjane ölmez, üç gün sonra uyanır. Ölmediğine çok şaşırır ve ertesi gün terapistine gider. Terapisti ona, içtiği dozun öldürücü olduğunu ama sanki ilahi bir müdahaleyle hayatta kaldığını söyler. Buradan ölmek için yaratılmadığı sonucu çıkaran Marjane, kendini oyalayacak uğraşlar bulmaya başlar. Bir süre böyle yaşadıktan sonra, bir gece gördüğü ilginç rüya sonucunda hayata tekrar tutunmaya karar verir ve sonunda depresyonu yenmeyi başarır.

persepolis

Üniversite sınavlarına girer ve resim bölümünü kazanır. Üniversite yıllarında kendisi gibi düşünen Rıza ile tanışır. Bir süre çıktıktan sonra, toplum baskısından kurtulmak için evlenirler. Ancak evlilik onlara mutluluk getirmez. Yurtdışına çıkmaya ve sonra boşanmaya karar verirler. Artık İran’da mutlu olamayacağını anlayan Marjane, ailesinin desteğini de alarak Fransa’ya gitmeye karar verir. Bu kez gidişi kalıcı olacaktır…

Son Söz

Persepolis, birçok sanat türü içinde konumlandırılmaktadır. Yapıt hem otobiyografik hem tarihi “postkolonyal grafik roman” olarak tanımlanabilir. Bununla birlikte birçok alt metin içeren sosyopsikolojik bir yapıt olarak da kavranabilir.

Kronolojik akış içinde ise İran İslam Devrimi’nin bir toplumu nasıl geriye götürdüğünü; Siyasal İslam’ın seküler yaşamı nasıl yok ettiğini anlatır. Demokrasi geleneği zayıf olan toplumlarda laik sistemi korumanın neredeyse olanaksız olduğunu vurgular. Laik rejimin yok edilmesinin en çok kadınları etkilemesi kaçınılmazdır. Satrapi, bu travmayı çocukluktan genç kadınlığa kadar yaşar ve bunu okura çok insani, duygusal bir dille aktarmayı başarır.

Persepolis aynı zamanda, savaşın bir ülkeyi nasıl tükettiğinhem bireysel hem toplumsal gözle çarpıcı olarak yansıtan bir kitaptır. Öte yandan yapıt bir aile öyküsüdür. Sanatçı, ailesinin hikâyesini geçmişten bugüne kadar getirerek okurların ilgisine sunar. Karşımızda soylu bir ailenin çöküş dramı vardır.

Yapıt, tüm bunların da ötesinde, doğu toplumunda batılı bir eğitim almış bireyin, özendiği batılı topluma kabul edilmesinin neredeyse olanaksız olduğunu, “ara yerdelik” duygusunun kaçınılmaz olarak varoluşsal krizi tetikleyeceğini sarsıcı biçimde anlatmaktadır.

Persepolis akıcı çizimleri, sıcacık edebi dili ve içerdiği alt metinleri çok güçlü bir kurguyla sunması nedeniyle göz ardı edilemeyecek bir grafik roman. Kuşkusuz bir başyapıt.

Bu yazı, Batuhan Cantürk tarafından kaleme alınmış olup, 221B Dergi’nin 38. sayısında yayımlanmıştır.

Önceki Hikaye

Haftalık Polisiye Seyir Rehberi

Sonraki Hikaye

Söyleşi: Timur Soykan

En Son Yazılar