Bütün hikâyesi tek cilt altında toplanan Otel Pasifik, senaryosundaki bazı zaaflar sebebiyle potansiyelini tam anlamıyla açığa çıkartamasa da çizimleriyle harika bir eser
Her sabah poğaça aldığınız börekçideki kasiyer… Akşamları kapı kapı gezip çöp toplayan kapıcınız… Aynı ofiste beraber çalıştığınız iş arkadaşınız… Her gün görüp selam verdiğiniz veya sohbet ettiğiniz bu kimselerle ilgili fikriniz “Kendi halinde, efendi biri…” belki de. Ama bir gün geliyor o sessiz sakin insanlardan birinin önceki gece, ekmek bıçağını karşısındakinin karın boşluğuna sapladığını öğreniyorsunuz.
“Kimseye karışmayan, kendi halinde, düzgün biriydi. Katilin o olduğunu duyunca şoke olduk.” Tanıdık bir açıklama değil mi? Katil olan kişinin davranışları bir anda değişim gösterebilir ama ya duyguları? Başka birinin ruhunu bedeninden sıyırıp alma isteğinin bir anda ortaya çıktığını söylemek biraz zor; dertli bir iç çekişten ters ters bakmaya, tehdit etmekten saldırıda bulunmaya ve en son öldürmeye kadar açılan kanlı yelpazenin rüzgârı, yavaş yavaş kasırgaya dönüşüyor çünkü. Kontrol edemediğimiz egolarımız, duygularımız, dürtülerimiz siyaha boyanmış bir fırçanın değmesiyle berraklığını kaybeden su damlası gibi ruhumuzu karartıyor ve bu çizgi roman, işte o fırçanın ne olduğu üzerine kafa yoruyor.
Arkabahçe etiketli kitabın senaryosunda zaaflar var
Joel Rose ve Amos Poe tarafından yazılıp Tayyar Özkan tarafından çizilen, ülkemizdeki en büyük çizgi roman yayıncılarından Arkabahçe Yayıncılık’ın yayımladığı Otel Pasifik, Don Cooper isimli bir otel işletmecisinin kara deliğe doğru çekilen hayatını anlatıyor. Çizgi romana ismini veren otelimiz, Amerika’nın ufak bir kasabasında, müşteri sıkıntısı çekmeyen güzel bir ticarethane. Daha doğrusu ticarethaneydi. Hikâyenin başında, oteli mezbahaya çeviren bir psikopatın 17 kişiyi katledişine tanık oluyoruz. Sağ kurtulan iki kişiden biri, ağır yaralı Don ve onun kuzeni Libby. 5 haftalık tedavi sürecinden sonra ayağa kalkan Don’un aklında hep aynı soru var: “Neden?” Etrafındaki herkes, katilin bir Vietnam gazisi olduğunu ve savaş zamanında kafayı sıyırmış birinin böyle bir saldırıda bulunmasının normal olduğunu söylüyor ona ama bu, ana karakterimiz için yeterli bir sebep değil. “Ben de Vietnam gazisiyim,” diyor Don. Adamın bu saldırıyı yapma sebebini düşünmeden edemiyor ve katilin en son görüştüğü kızın peşine düşüp ülkeyi şehir şehir gezmeye başlıyor. Her şehirde edindiği ipuçlarıyla gerçekler de gün yüzüne çıkıyor yavaş yavaş.
Otel Pasifik çizgi romanının kesinlikle ilgi çekici bir konuya sahip olduğunu düşünüyorum ve arka kapaktaki, “Bir insanı cinayet işlemeye iten şey nedir?” sorusu da katillerin psikolojisi üzerinden güzel cevaplanıyor. Çizgi romanımızın senaryosu, kontrol edemediği duygularının dürtü ve saplantıya dönüşmesiyle cinayet işlemeye başlayan insanları anlatıyor ama burada ufak bir sıkıntı var; senaristler de farkında olmadan bir cinayet işliyorlar: Ana karakterin motivasyonunu daha bebekken öldürüyorlar.
Don’a şehir şehir gezecek, türlü belaya bulaşacak, badireler atlatacak, kendisine değer veren tek kişiyi umursamayacak hatta birilerinin ölümüne sebep olduğunda bir çamaşır makinesi kadar duygu belirtisi gösterip hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam etmesini sağlayacak motivasyonun kaynağı nedir? Bu sorunun altı boş değil ama kısmen dolu.
Sürpriz içermese de sürükleyiciliğini kaybetmiyor
Otel işletmeciliğinden dedektifliğe evrilen karakterimiz inatla “Ben de savaşa gittim, savaş travması insanı öldürmeye itmez. Eğer adam cinayet işliyorsa demek ki bu işin arkasında başka bir şey var,” diyor. Haklı olabilir mi? Olabilir ama nasıl emin olabilir ki? İnsanlar her savaşta aynı olayları mı yaşıyorlar, kendi karakterlerinin, hayatlarının hiç mi etkisi yok? Katilin de savaş gazisi olması sebebiyle kurbanın onunla empati kurması, onu anlaması veya anlamaya çalışması anlaşılabilir. Hatta onu en son gören kişiyle konuşmak istemesi de mantık sınırları içerisinde ama hikâye ilerledikçe Don, birkaç kişiyle konuşmaktan çok daha ileri gidiyor.
Bir şehir bir ipucu, diğer şehir diğer ipucu şeklinde ilerleyen hikâyenin herhangi bir sürpriz veya gizem içermemesine karşın sürükleyiciliğini kaybetmemesi, bazı ufak mantık hatalarını görmezden gelmenizi sağlayabilir. Ama bu süreçte senaryonun ana karakterin motivasyonu dışında bir günahı daha var ki o da kurgusu.
Senaryo, Don’un gizemli bir kadının peşinden bıraktığı ipuçlarını toplama sürecini hiçbir ayrıntı ve duyguyu atlamadan gayet güzel, ilmik ilmik işlerken bazı olayların, ki bunlar önemli olaylar, birkaç panelde hemen anlatılıp çok önemsiz bir ayrıntıymış gibi gösterilmesi, hikâyenin bazı yerlerinde dengesizlik oluşturuyor ve okuma zevkiniz az da olsa sekteye uğruyor.
Don’un aklındaki soruya cevap ararken kendisinin de giderek saplantılı ve dengesiz hale gelmesi çok güzel bir ayrıntı aslında; sadece bu durum, biraz daha karakterin altı doldurularak anlatılsaydı elimizde bir başyapıt tutardık.
Çeviri de, baskı da iyi
Çeviri ve baskıya gelecek olursak; öncelikle şunu belirtmek istiyorum, yayımladığı çizgi romanın adını (!) çevirmeyip kapağına olduğu gibi İngilizce basan yayınevlerinin olduğu ülkemizde Arkabahçe’nin diyaloglar dışında panel içindeki diğer belli başlı yazıları da çevirmesi, hem yaptığı işe hem de okuyucusuna saygısı olduğunu gösterir. Çeviri genel olarak güzel, özellikle sayfa altlarına eklenen çevirmenin notları çok yararlı olmuş. Ufak tefek yazım hataları dışında çeviride takıldığım bir nokta da sayfa 22’deki motif kelimesi. Şimdi, çizimlerde arka planlarda kalan ufak yazılar bize çevirinin İngilizceden yapıldığını gösteriyor. Öyleyse 22. sayfada katilin saldırıyı yapma sebebiyle ilgili geçen sohbette “…ama dediğim gibi bir motif yoktu, adam sadece kafayı sıyırmış,” cümlesindeki motif kelimesinin orijinalinde motive yazıyordu büyük ihtimalle ve bana kalırsa çevirinin motivasyonu yoktu şeklinde yapılması daha uygun olurdu. Çünkü motif kelimesi kullanıldığında, “Katilin bir deseni yoktu, adam deli işte!” anlamı çıkıyor. (Biraz dedektiflik yapmayacaksak 221B’de ne işimiz var?)
Baskıyla ilgili olarak öncelikle varyant kapak konusuna değineyim: Özellikle ABD’de yayımlanan çizgi romanlarda aynı eserin farklı çizerler tarafından hazırlanmış kapaklarla piyasaya sürülmesi, okuyucuya çizgi romanı kapağına göre seçme şansı tanıyan güzel bir pazarlama stratejisi.
Sadece çizerlerle değil, temalarıyla da değişiklik gösterebiliyor kapaklar; film temalı, hip-hop albüm temalı, rock albüm temalı gibi… Benzer güzelliği Arkabahçe de Otel Pasifik‘i iki varyant kapakla piyasaya sürerek yaptı. Bu kapaklar, sınırlı sayıda üretildi ve sadece çizgi roman dükkânlarında bulunabiliyorlar.
Tayyar Özkan’dan ders niteliğinde bir çizgi roman
Çizimlere dair birçok sıfat kullanabilirim ama hepsini bir başlık altında toplayacak olursam o da şu olacak: Mükemmel. Çizgi roman piyasasındaki milli gururlarımızdan, Caveman’in yaratıcısı Tayyar Özkan, siyah beyaz bu çizgi romanın 288 sayfasında da şov yapıyor. Özellikle detaycılığına hayran kaldım. Boks maçının, New York’un ve uçsuz bucaksız arazilerin olduğu tam sayfa panellerde en ufak ayrıntıları bile atlamayan çizerin emeği, gerçekten takdir edilesi. Sayfalara ilk baktığımda aklıma Teksas, Tommiks, Diabolik gelmişti; yani çizimler İtalyan ekolüne yakın diyebilirim. Kalemini geliştirmek isteyen ve kaynak arayan çizerlere rahatlıkla tavsiye edebileceğim, ders kitabı gibi bir çizgi roman bu.
Bütün hikâyesi tek cilt altında toplanan Otel Pasifik, aslında iyi ve önemli bir konuya dikkat çekiyor ama senaryosundaki bazı zaaflar sebebiyle potansiyelini tam anlamıyla açığa çıkartamıyor. Bunun yanında her karede gözleri bayram ettiren çizimleri de başlı başına etiket fiyatına değer. Bu da bizi Ian Fleming mi, John le Carré mi, Batman mi, Superman mi kadar tarihi bir soruya yönlendiriyor: Hikâye mi, çizim mi?
Barlas Omay’ın bu incelemesi 221B’nin 10. sayısında yayımlanmıştır.