Endeavour

Endeavour Üzerine: Cinayet Operada Gizlidir

/
15 dakikalık okuma

Oxford’un ince bir gizemle örülü, entelektüel cinayetlerine transfer olmak isteyenler için Endeavour biçilmiş kaftan. Ezgi Özcan’ın kaleminden. 10. sayıda…

TRT 3 frekansının sevdalısı bir babayla büyümenin en güzel tarafı, Kral TV şarkılarıyla sınırlı kalabilecek çocuk kulağımın bambaşka müzikleri de tanımasıdır. Cazdan klasiğe, rocktan gospele kadar gündelik hayatımızda ulaşamayacağımız türlerin buluşma noktası TRT 3’e, o yaşlarda pek bir anlam veremedim, kabul. Neticede hayatımın Yonca Evcimik, Mustafa Sandal, Mirkelam zamanıydı. Yine de babamın bitmek bilmeyen “Bunları da dinleyin canım!” inadı çocuk ruhuma çok minnoş çentikler attı.

“Bayburt Bayburt olalı böyle zulüm görmedi” fıkrasını bilenler bilir… Klasik müzik, opera, bale ülkemizde zulüm olarak görülen, eğitim seviyesinden, toplumsal sınıflardan bağımsız olarak dalga geçilen sanat dalları arasında. Hani çocuk ruhumdaki minnoş çentikler var ya… Bu sanat dallarının müptelası olmasam da dalga geçmeme hep mani oldu. Yaşım büyüdükçe de özellikle klasik müzikle aramdaki mesafenin kapanmasını, klasik müziğin gündelik hayatıma entegre olmasını sağladı. Çalışırken, yürürken, düşünürken, ev işi yaparken bir yandan aryalar, suitler, noktürnler hep açık kaldı. Bu entegrasyonun gündelik hayatımdan dizi hayatıma sıçramasıysa operayı gündelik hayatından eksik etmeyen Oxfordlu polis memuru Morse sayesinde oldu.

81PSWfgIUEL._SL1500_Endeavour… Her sezonu 1.5 saatlik dörder bölümden oluşan Endeavour, ilginç ve entelektüel yapısıyla izlediğiniz her saniye zekânızı daha da keskinleştirdiğini hissettirmekle kalmıyor, 60’lı yılların Oxford’unu da etkileyici bir atmosferle anlatmayı başarıyor.

Az rastlanır bir zekâ: Dedektif Morse

Hikâyemiz Oxford Şehir Emniyeti’ne Dedektif Thursday tarafından tayin ettirilmiş tecrübesiz polis memuru Morse’u anlatmakta. Morse’un tecrübesizliği, başlarına yeni gelen müdür Mr. Bright’ın hemen ilgisini çeker. Çünkü temel polis işlerini yaparak gerekli çaylaklık sürecinden geçmemiş birinin dedektif yardımcısı olabilmesi gerçekten çok tuhaftır. Ancak Dedektif Thursday, Morse’un gerçekten az rastlanır bir zekâsı ve yeteneği olduğunu, onu özellikle yanına aldırdığını söyler. Mr. Bright’a göre birinin ne kadar üstün özelliği olursa olsun, her şey kitabına uygun olmalıdır. Bundan sonra gözü sürekli Morse’un üzerindedir. En ufak hatasında cinayet masasından alınıp polis memurluğuna geri gönderilecektir.

Dedektif Morse rolünde Shaun Evans'ı izliyoruz...

Dedektif Thursday tabii ki Morse’un yanından gönderilmesini hiç istememektedir. Morse davaların, gizemlerin, bulmacaların çözülmesinde ne kadar yetenekliyse sosyal ilişkiler açısından o kadar yeteneksizdir. Onun için sadece vakalar, ipuçları, cinayet denklemleri vardır. Birlikte çalıştığı insanlara nasıl yaklaşması gerektiğiyle ilgili kafa yormaz. Bu yüzden etrafındakiler onu kibirli ve soğuk bulmaktadır. Tabii ki bu kibirli görüntüye bir de Morse’un Oxford’da okumuş olmasını eklediğimizde bütün resim tamamlanmaktadır. Selam sana ukala Altın Çocuk.

Tek başına, küçük bir apartman dairesinde yaşayan, akşamları opera dinleyip viskisini yudumlarken kitabını okuyan bir genç adamdır Morse. Duygularına değil, daha çok zihninin ihtiyaçlarına kafa yoran biridir. Üniversitede okuyup hayatına daha başka şekilde devam etmek yerine, cinayet çözen bir dedektif olmayı tercih etmiştir. Kadınlarla da arasının pek iyi olduğu söylenemez. Daha doğrusu etrafında arasının iyi ya da kötü olabileceği herhangi bir kadın yoktur zaten.

Morse, modern Sherlock’un başka bir varyasyonu gibi dursa da aslında ondan çok daha farklıdır. Zeki olduğunun farkındadır ama zekâsıyla böbürlenmez. Gösteriş peşinde değildir. Sherlock gibi duygularını reddetmez, sadece onlarla nasıl iletişim kuracağını bilmemektedir. Diğer yandan naif ve utangaçtır. Ve vicdani sorumluluğunu çok ciddiye alır.

Morse’u etrafındaki bütün polislerden, dedektiflerden farklı kılan en büyük özelliği, bir vakayı çözerken ilk akla gelen ihtimallere hiç prim vermemesi. Karşılaştığı ipuçlarının başka bağlamlara ait olduğunu düşünebilecek kadar geniş bir çerçeveden bakıyor. Elde ettiği ipuçlarıyla, duyanlara çok uçuk gelecek teoriler ortaya atıyor. Genellikle Thursday hariç herkes onunla, “Daha neler!” diyerek dalga geçiyor. Hatta Mr. Bright çok seferinde, “Bu çocuk hepten delirdi galiba!” tarzı tepkileriyle Morse’u görevden almaya çalışıyor ama nafile… Gösterişsiz bir inatla Morse, merak ettiği ayrıntıların peşinden koşmaya devam ediyor.

Othello’dan Aida’ya bir cinayetler bilmecesi

1. sezon 2. bölüm… Bölümün adı: Fugue. Fugue ne demek? “Başlangıçta sunulan bir konu (bir müzikal tema) farklı aralıklarda tekrarlanır ve bu durum eser boyunca sıklıkla devam eder.” Yasaklı Vikipedia’dan VPN sayesinde faydalandıktan sonra konumuza Morse’dan devam edelim. Oxford kasabasının klasik müzik korolarından birinde şarkı söylerken görüyoruz kendisini. Bir polis, hem de klasik müzik korosunda… Yerel gazeteler bu pozu kaçırmıyor tabii.

Morse’un iş arkadaşları, gazetede çıkan fotoğrafıyla dalga geçerken bir cinayet haberi gelir. Genç yaşlarında evli bir kadın, hurdaya çıkarılacak vagonlardan birinde ölü bulunmuştur. Cinayet masası ekibi, adli tıp doktoruyla beraber hemen olay yerine intikal eder. Kadın boğularak öldürülmüştür. Ağzına da bir mendil tıkılmıştır. Mendilin ucuna D harfi işlenmiştir. Evli olan kadının kocasını aldattığı ortaya çıkar. Kıskançlık cinayeti ihtimali üzerinde durulmaktadır. Ancak Morse bu yorumdan tatmin olmaz. Cinayet mahalline tekrar gider. Ve vagonun içine yazılmış İtalyanca bir cümle görür: “Un bacio ancora.”

Morse’a bu cümle bir yerlerden tanıdık gelmektedir. Hemen evine gider. Evdeki opera plaklarını döker. Verdi’nin Othello‘sunu çıkarıp şarkı sözlerine bakmaya başlar. Vagonda yazılı sözü burada görür. Hemen Thursday’e koşar. Durumu anlatır. Un bacio ancora, “Bir öpücük daha” demektir. Othello, karısı Desdemona’yı bir askere mendil verdiği için kıskanıp boğar. Boğarken ettiği son söz, “Un bacio ancora”dır. Vagonda boğularak öldürülen kadının ağzındaki mendile, Desdemona’nın D’si işlenmiştir. En azından Morse’un iddiası bu yöndedir.

Bu teori Thursday’e çok mesnetsiz gelmese de diğer iş arkadaşları Morse’u alaya alır. Nedir yani, katilin opera tutkunu olacak hali yoktur ya!

Daha bu cinayetin kanı soğumamışken, ikinci cinayetin haberi gelir. 60 yaşlarında, yalnız yaşayan bir kadın ölmüştür. Görünüşte cinayet gibi durmamaktadır ama Morse yine kimsenin dikkat etmediği ayrıntılara eğilir. Kadın öldüğünde sehpanın üzerinde iki fincan çay vardır. Birisi içilmiştir. Diğerinin sahibiyse bilinmemektedir. Kadının yeğeni de teyzesinin uzun yıllar Hindistan’da yaşadığını ve önemli bir bitkibilimci olduğunu söyler. Morse daha da şüphelenir. İçilen çayı adli tıbba gönderir. Çayın içinden Hindistan ve Çin’de astım tedavisi için kullanılan, yüksek dozda alındığında ölüme yol açan datura bitkisi çıkar.

Morse’un kafasında hemen şimşekler çakar: Lakme! Delibes’in operasındaki Hint prensesi Lakme, datura bitkisinin yapraklarını yiyerek intihar etmektedir. Bu iki etmiştir!

Yaşlı kadının muhtemel katilini ararken evinin adresine ulaşırlar. Burası uzun zaman önce terk edilmiş küçük bir çiftlik evidir. İçerisi ahır gibi darmadağınık ve pistir. Mekânı araştırırlarken atmış sigortaları açarlar. Aniden evin içinden müzik yükselmeye başlar. Açık kalmış pikaptan arya sesi gelmektedir. Morse şarkıyı hemen tanır: Verdi’nin Aida Operası‘ndaki, Radames karakterinin final aryasıdır. Radames bu aryayı diri diri gömülmeden önce söylemektedir. Thursday ve Morse hemen durumu anlar! Mekânda üzerinde duvar örülmüş, diri diri ölüme terk edilmiş bir ceset bulurlar. Artık bütün emniyet teşkilatı Morse’un teorisinin doğru olduğunu anlamıştır.

Oxford Emniyeti son cinayetle uğraşırken yerel gazetede çalışan kadın gazeteciye Rusça bir operanın notaları postayla gelir. Gazeteci hemen Thursday ve Morse’a haber verir. Ellerindekinin neye işaret olduğunu anlamaya çalışırlarken, küçük bir kızın kaçırıldığı bilgisi gelir. Zaten gelen Rusça opera da Rimsky Korsakov’un Kardan Kız Masalı‘dır. Operanın finalinde kardan kız, günbatımında erimektedir. Küçük kızdan geriye bir tek kırmızı ayakkabısı kalmıştır. Ayakkabının ucunaysa bir bilmece bırakılmıştır. Morse bu bilmeceyi çözerse küçük kızı kurtarabilecektir.

endeavour_S1_E1_episode_iconEndeavour’daki senaryo tekniği ve yaratılan atmosfer kusursuz

Colin Dexter’ın romanından uyarlanmış, 1987-2000 yılları arasında İngiltere’de 33 bölüm yayınlanmış Inspector Morse adlı polisiye dramanın öncesini anlatır Endeavour. Morse’un mesleğe nasıl giriş yaptığının ve adım adım dedektifliğe nasıl ulaştığının hikâyesidir.

Ekran macerasına 2012’de başlayan Endeavour dizisinde genç Morse rolünde Shaun Evans’ı, Dedektif Thursday rolündeyse tecrübeli oyuncu Roger Allam’ı izleriz. Shaun Evans, hayata dair kafası karışık, bu karışıklığı yalnız başına yaşayarak çözmeyi tercih eden genç adamı başarıyla canlandırmakta. Roger Allam ise 60’ların İngiltere’sinde yaşamamış olsanız bile, “İngiliz aile babası tam da budur bence!” diyebileceğiniz bir performans sergiliyor.

221B_10_webYoluna koca bir savaş çıkmış olmasına rağmen evlenip iki çocuk yapmış, karısını hâlâ çok seven, kulağı kesikliğini de zaman zaman iki yumruk çakarak gösteren Thursday’e, Morse’a gösterdiği İngiliz tarzı mesafeli şefkatten dolayı sempati duymamanız imkânsız. Morse ise insanlarla kurduğu beceriksiz iletişimle, zeki bakışlarıyla, naif gülümsemesiyle, ince zevkleri ve bir türlü kuramadığı hayat düzeniyle Thursday’in yanında tamamlayıcı işlev görüyor. Bu iki adamın birbirine ne kadar ihtiyaç duyduğunu izledikçe daha da iyi anlıyorsunuz.

Endeavour dizisinin senaryo tekniği, seyircinin başkahramanlarla ilgili özdeşleşim yaşamasını amaçlamıyor. Birbirini tetikleyen karmaşık cinayet vakaları her zaman ön planda tutuluyor. Gelişigüzelmiş gibi görünen olayların hepsi mutlaka bir şekilde birbirine bağlanıyor. Karakterlerin özel hayatlarına ve kendilerine dair özellikler daha geri planda tutuluyor. Dönem İngiltere’sine dair ayrıntılar, hikâyenin içine çok güzel bir şekilde yedirilmiş. Gerek sanat yönetimi gerek ışık kullanımı gerekse yaratılan atmosfer, size asla bugünü hissettirmiyor.

Londra’nın hareketli polisiye atmosferinden Oxford’un ince bir gizemle örülü, entelektüel cinayetlerine transfer olmak isteyenler için Endeavour biçilmiş kaftan.

Ezgi Özcan’ın bu incelemesi 221B’nin 10. sayısında yayımlanmıştır. 

Ezgi Özcan

5 Ekim 1987'de Adana'da doğdu.
İstanbul Üniversitesi, Türk Dili ve Edebiyatı bölümünden mezun oldu.
Deniz Yıldızı'yla başladığı senaristlik kariyerini Derin Sular ve Aşkın Bedeli adlı günlük dizilerde devam ettirdi. Son dönemde ise Kiralık Aşk, Tatlı İntikam ve Seviyor Sevmiyor isimli haftalık dizilerde profesyonel yazım hayatını sürdürdü.
Episode Dergi'de editör ve yazar; 221B’de “Ekran Dedektifi” adlı polisiye dizileri değerlendirdiği bir köşesi var.

Anna Friel
Önceki Hikaye

Anna Friel: "Umursadığım Tek Şey, Daha İyi Olmak"

Otel Pasifik
Sonraki Hikaye

Otel Pasifik Üzerine Bir İnceleme

En Son Yazılar