Küvetteki Gelinler adlı tiyatro oyunu üzerine bu yazı, Ece Yassıtepe Ayyıldız tarafından 221B’nin 36. sayısı için kaleme alınmıştır.
Bir ağaç, su dolu üç küvet… Merak uyandıran bir dekor doğrusu, neler olacak sahnede, bizi neler bekliyor? Küvet ve gelinler arasındaki bağı az çok tahmin edebiliyorum çünkü oyunun ne olduğuna dair bilgi edindim ama dekorlar merakımı iyice kamçıladı; bu cinayet diğerlerinden farklı değil elbette ama olay örgüsü nasıl, sahneleme, oyunculuk ve daha da önemlisi küvette oyunculuk nasıl olacak düşüncesi heyecan verici…
Evet, maalesef günümüzde kadın cinayetleri bitmek bilmiyor, oyun neredeyse 100 yıl öncesinden sesleniyor bize ama 100 yıl sonra değişen tek şey zaman, kadın cinayetlerini her gün duymaya, görmeye devam ediyoruz… Nerede öldürülmüş olursa olsun, kadınlar acımasız bir şekilde veda ediyor hayatlarına ve bu bazen sevdikleri, güvendikleri adamlar tarafından gerçekleşebiliyor. Her ölüm canice ama küvette öldürülme, boğularak öldürülme, çırpınarak, son nefesini suyun altında vererek öldürülme fikri beni daha da ürkütüyor, hele de sahnede böyle bir şeyi görmek, böyle bir şeye tanıklık etme düşüncesi… Bugün küvette öldürülen üç gelini görüyoruz sahnede, çaresiz, ölümle burun buruna… Küvet ve gelinler… Küvetteki gelinler… Her şeyden önce küvet fikri ve dekoru bana Peter Weiss’ın Marat-Sade oyununu hatırlatıyor, buz gibi küvette öldürülen Jean-Paul Marat’nın Marat-Sade oyununda da buz gibi küvetin içinde oynandığını hatırlıyorum. Yine soğuk bir küvet macerası bekliyor bizi ve yine ölümle sonuçlanan…
Küvetteki Gelinler oyununda gelin rollerinde Hazal Türesan, Selin Zafertepe ve Naz Göktan karşılıyor bizi, gelinlikleriyle elbette… 1800’lerin sonunda doğmuş üç kadının 1900’lerin başında başlarına gelen korkunç cinayet anlarını yaşıyoruz birebir, anlatıları ve anılarıyla… Sanki bu üç karakter, mezardan çıkıp başlarından geçen olayları anlatıyormuşçasına ilerliyor oyun, roller o derece bütünleşmiş oyuncularla. O kadar inandırıcı ve dramatik… Küvetteki Gelinler oldukça derin bir oyun, üç yazar tarafından kaleme alınmış: Beth Graham, Charlie Tomlinson, Daniela Vlaskalic. Oyunu Türkçeye Beliz Coşar kazandırmış.
Oyunun yönetmeni, oyuncuya her türlü özgürlüğü tanıdığını düşündüğüm usta yönetmen, oyuncu Erdal Beşikçioğlu. Oyunun hareketli, diskovari ve koreografiyle uyumlu ışıkları Yakup Çartık’a ait. Dekor tasarımı için Barış Dinçel’i ve küvetteki dansı, hareketleri gerçekleştirmesini mümkün kılan(!) -imkânsızı başarmak diyebiliriz- Evrim Akyay’ı da ayrıca tebrik etmek gerek.
Oyun, duvaklarını ağaca bırakan üç gelinin hikâyesiyle başlıyor, tek tek bırakıyorlar, aralarında görünmez bir uyum var üç oyuncunun… Gelinler sanki kendi mezarlarına çiçek bırakır gibi duvaklarını ağaca koyuyorlar, sessizce, çaresiz… İşte merakla beklenen an geliyor! Küvet! Seyirci için heyecanla beklenen an gelir çünkü sahnede ilk gördüğü andan beri “sade” seyirci şunu düşünür: Küvette oyun nasıl olacaktır? Baştan söylemem gerekirse üç oyuncunun da ama özellikle Selin Zafertepe’nin küvetteki her hareketinde hop oturup hop kalktım diyebilirim, o kadar hareketli ve canlılar ki başlarına bir şey gelecek diye korkmamak mümkün değil ama bir yandan da bu başarılı koreografi için ayrıca koreografı ve oyuncuları tebrik etmek hatta ayakta alkışlamak yerinde olacak. Ne repliklerde ne hareketlerinde en ufak bir tekleme oldu, bu şahane uyumları göz doldurdu. Her üç kadın oyuncunun hem anlatıcı rolü, hem erkek rolleri hem de gelin rollerinde olmaları onlara epik bir oyunculuk kazandırıyor. Ana rollerde üç gelin olan Bessie, Alice ve Margaret karşımıza çıkarken yan rollerde anlatıcı, sevgilileri John, George ve Henri ile komşu, müfettiş, kondüktör gibi roller de canlandırılmakta.
Ve sahnede duvaklarını ağaca bırakan üç gelin… Üçü de farklı zamanlarda sevdikleri adamın kendilerini boğdukları anı anlatıyor, bu sırada öldürüldükleri küvetin içine dalıp dalıp çıkıyorlar. Sanki o an, boğulma anını, eşiyle yaşadığı mücadele anını yaşıyormuşçasına yansıtıyor üç oyuncu da: Hareketli, nefes nefese, soluk soluğa bir an ile giriş yapıyoruz oyuna. Oyunun vermek istediği mesaj, göstermek istediği aslında en başında net… Sanki eşleri gelinleri boğuyormuş da çaresiz çırpınıyorlar ama sonu maalesef ölümle sonuçlanan bir olay aslında. Daha sonra polis tarafından bulunan üç kadın cesedi… Aslında daha da çoğalıyor oyundaki diyaloglarla, sadece küvette değil, başka yerlerde de öldürülen, boğulan, yok edilen kadınların hikâyesi işte burada bir araya geliyor. Peki, olaylar nasıl cereyan ediyor, bu gelinlerin/kadınların ölümü nasıl gerçekleşiyor? İşte oyunun gizemi, düğüm noktası da burada. Üçüncü sayfa haberinde “bulunan” kadın bedenleri resmediliyor bize üç gelin aracılığıyla. Küvette öldürülen kadını vurgulamak isteyen Margaret (Selin Zafertepe) ise sudan soluk soluğa çıkıp “boğularak” bulunduğunun altını çiziyor oyunun başında.
Nerede bulundukları önemli değil, önemli olan canlı bulunması aslında ama maalesef böyle bir şey mümkün değil… Ölü bedenleri bulunuyor bu kadınların, çaresizce birine inanarak hayata veda ediyorlar, bedenleri cinayete kurban gitmiş halde bulunuyor. Toplum tarafından baskılanan kadınlar yani biz kadınlar, evlilikle toplum içinde bir yer edineceğimizi düşünürken aslında körü körüne âşık olup yanlış bir yola gittiğimizi fark etmeyiz bazen… Bir umutla bir gelecek kuracağımızı düşünürüz ancak o gelecek bizim değil… “Artık yaşın geçiyor/geçti” zihniyetinden kurtulmak için toplum tarafından evlenmek zorunda bırakılan kadınların evlenerek mutlu olacağını düşünmesi bazen onları mutsuz bir sona hazırlıyor. Bazen de aile kurma zorunluluğu hissi, baskısı… Kadın tek başına, özgürce var olamıyor toplumda, bir yer edinemiyor. 1900’lü yılların Amerika’sı bize bugünün Türkiye’sini de yansıtıyor. Evrensel kadın sorunları yansıtılıyor sahneye. Bir erkek evlenme teklif edinceye kadar beklemek zorunda hissediyor kadınlar. “Evde kalmış kız”dan kurtulmak için, bazen ailesinin evinden kaçmak için, “özgür”leşmek için, toplumda “saygın” bir yer edinmek için, tek başına “ihtiyar”lamamak için ve bunun gibi daha nice sonsuz sebep, kadınları evliliğe mahkûm ediyor. Hangi sebeple olursa olsun, daha çok inanmayı seçmek hatta evlilik teklifi eden bu kişiye inanmak zorunda bırakılan kadınlar görüyoruz. Elbette cinayete zemin hazırlayan bazı olaylar vardır ama burada saf, masum isteklerle veya toplum baskısından dolayı evlenen kadınların cinayetiyle sonuçlandığını görüyoruz acı bir şekilde… Üstelik kadın aşkından kör olmuş ve kendisine hiçbir zarar vermeyeceğinden emin olduğu kocası tarafından, bu uğurda ailesini karşısına aldığı adam tarafından…
Oyunun can alıcı yönlerinden biri hızlı karakter geçişlerinde yapılan mimik, jest ve tonlamalar… Özellikle evlilik teklifi sahnesindeki klişe, erkeğin evlilik teklif etmesi ve “aşkının işareti olarak” bir yüzük sunma sahnesi oldukça başarılıydı: Bu sahne, üç oyuncu tarafından canlandırılıyor ve üç oyuncu da hem evlilik teklif eden adamın teklifte bulunduğu zamanki yapmacık davranışını abartılı bir biçimde veriyor. Özellikle sesi erkeksileştirip gözleri şaşı yaparken verdikleri mesaj oldukça çarpıcıydı. Elbette bu, kötü bir abartı değil, erkeklerin bir kadını elde etmek için yaptıkları yapmacık ve abartılı tavırdır. Burada, evlilik teklif edilen kadın ile dramatik, evlilik teklif eden adam ile epik oyunculuklarla karşı karşıyayız. İlk tanıştığı andan itibaren sorgulamadan inanmak isteyen kadının/kadınların trajik sonuna doğru ilerlemekteyiz.
Bütün oyun küvette geçiyor, oyundaki en önemli unsurlardan biri de küvette dans etmeleri, hatta neredeyse bazı anlarda küvet-kabare ya da su balesi sahnelerine tanıklık ediyoruz denebilir; bunun dışında küvette atlama, zıplama, küvetin üstünde durma, ani dönüşler, küvetteki suya dalıp çıkma gibi eylemleri, hızlıca küvete girip çıkmaları küvette boğularak öldürülme sahnesinin altını çiziyor adeta. Bu oyunlara ışık oyunları eşlik ediyor, bir diskodaymışız gibi… Yeşil, mor, mavi, kırmızı, beyaz ışıklar bir disko topu havası yaratıyor. Burada en önemli nokta ise oyuncular arasındaki uyumun seyirciyi oyuna daha çok bağlaması. 75 dakika boyunca aralıksız hareket eden oyuncular, diyaloglarda hiçbir tekleme yaşamadı, aynı zamanda da yıllardır bu oyunu oynuyormuşçasına profesyonellerdi. Bir diğer önemli nokta ise sanki üçü de ölmüş de dirilmiş kadınlardı, özellikle yüzlerindeki beyaz makyaj adeta bir maskeyi andırıyor ve gelinlerin ölü olduğunu vurguluyor.
Küveti gelin odası gibi kullanıyorlar, işte düğün gününe hazırlanıyor gelinler küvette… İstedikleri düğün gerçekleşmiyor, sadece müstakbel kocalarının istediği gibi bir düğün yapmak zorunda bırakılıyorlar, bu da küvette yavaş yavaş batmalarına kadar gidiyor, giderek boğuluyorlar… Söyleyemedikleri ve söyledikleriyle, giydikleri veya giyemedikleriyle ya da giymek zorunda bırakıldıklarıyla kadın… Hemen hemen her eylem, hatta tren sahnesi bile küvette geçiyor, kondüktör ve müstakbel gelin damat trendeler. Dekorun minimal kullanılması ve başka şekillerde canlandırılması da oldukça başarılı.
Oyunculuklara gelince; üç kadın oyuncu da anlatıcı rolünü üstleniyor zaman zaman ama en çok Hazal Türesan’ı görüyoruz, oldukça başarılı şekilde epik bir oyunculuk gerçekleştiriyor, olayları eşzamanlı yaşıyormuşçasına sahnenin kenarında durarak, kimi zaman bir parçası olarak karşımıza çıkıyor. Naz Göktan ise erkek karakterlerin canlandırılmasında oldukça başarılı, ses tonuna ek olarak fiziksel yapısıyla da maskülen rolü başarılı veriyor. Son olarak ve en çok etkilendiğim oyuncu Selin Zafertepe ise küvetteki hareketleri, bitmek bilmeyen enerjisi ve doğaçlamalarıyla seyirciyi oyuna daha çok bağlıyor. Özellikle küvetten çıkan çorap sahnesinde rol gereği çorabını giyememesi, bunu dile getirmesi de oldukça samimi bir hava katıyor.
Oldukça zor olan bir durumu, ölümü anlatmayı biraz yumuşatıyor, seyircilere tebessüm ettirebiliyor. Yine doktor, kadın hasta sahnesi de üçünün oynadığı en iyi sahnelerden biriydi. Doktorun, hastanın ve hemşirenin tepkileri ve bazı zamanlarda doğaçlamalar, mimik ve jestleri olağanüstüydü. Ve elbette komşuların, küvetteki gelinin cinayeti sonrası yorumları…
Ve ölüme yaklaşılan an… Sigortacı bir kadının geldiği, kadınların masumiyetine sığınarak onlara kâğıtlar imzalatan, vasiyet hazırlatan, sigorta poliçesi hazırlatan adamların giderek cinayetlerini hazırladığı anlara doğru gidiyoruz. Kadınların bütün mal varlığına sahip olmak için evlenen ve vasiyetnameyi imzaladıktan sonra ölümünü hazırlamaya başlayan adamlar… Ama kadınlar için yapılmayan hayat sigortaları var, onların hayatını garantiye “hiçbir işe yaramayan” adamların, kadınların bütün hayatları boyunca biriktirdiği zenginliklerine onları boğarak sahip olmaları, hep aynı hikâye üzerinden farklı zamanlarda öldürülen kadınlar… Ailesinden uzaklaştırılan kadınlar… Her şeyini feda etmeye hazır olan kadınlar… Erkekler, kendilerini suçlu veya kusurlu göstermemek için kadınları suçlar, başka bir erkekle ilişkisini olduğunu söyler, bu yüzden kocasına zührevi hastalık bulaştırdığını ve adamın bu yüzden uzaklara gittiğini herkese söylemesini ister ancak bunların hepsi, kendisini masum göstermektir. Bir yandan ani krizler yaşadığı için bir doktora görünmesini söyleyen başka bir eş vardır; zorla hasta olduğuna inandırır kadını… Bu sahne, cinayetin de temelini anlatır: Banyoda kendi kendine kriz geçiren ve hayatını kaybeden bir kadın hiç şüphe çekmeyecektir, çünkü daha önce bu krizler için doktora gitmiştir, krizleri hatırlamamasına rağmen yaşadığı iddia edilen krizler, bayılmalar… Ve oyunun sonuna doğru duruşmada cinayetin nasıl işlendiği detaylı bir şekilde ele alınır: Üç kadın kurbanın küvette nasıl can verdiğini kanıtlayarak anlatırlar. Aslında bu, seyirci için de önemli bir detaydır çünkü tüm objektifliğiyle olayın gözler önüne serilmesi, oyunu basit bir cinayetten öteye taşır: Planlanmış, üç kadını peş peşe aynı bahanelerle, aynı yöntemlerle öldüren adam karşımızda yargılanmaktadır adeta. Ve nefeslerini kesen adam, işte o da başka bir şekilde veda etmek zorunda kalır, yaptıklarının cezasını çekerek…
Kısacası Küvetteki Gelinler hem metin hem de oyunculuk olarak çok güçlü bir oyun diyebiliriz. Bunun yanı sıra arka planda yönetmen, dekor tasarımcı, ışık tasarımcı, koreograf da metin ve oyunculuk kadar önemli ve etkin bir rol oynamış ve oyunu sanki baştan kaleme almışlarcasına, seyirciyle diyalog kurarcasına ilmek ilmek işlenmiş bir çalışma olmuş… Seyredenlere ve seyredeceklere iyi seyirler!