Osman Hamdi Bey, Viyana Kriminal Müzesi ve Kriminal Müzecilik Üzerine

15 dakikalık okuma

Müze; sanat, tarih, bilim ve kültür eserlerinin veya sanat ve bilime yarayan nesnelerin saklandığı, halka gösterilmek için sergilendiği yer veya yapıdır. Müzeler, tarihin eski dönemlerinde yaşamış toplumları bilim ve sanat açısından inceleyerek günümüz ve geleceğin aydınlatılmasına olanak sağlamak amacıyla oluşturulmuş kurumsal yapılardır. 1970 yılında kabul edilen Uluslararası Müzeler Konseyi’nin tüzüğüne göre müze; “Toplumun ve gelişiminin hizmetinde olan, kamuya açık, edinen, koruyan, araştıran, iletişim kuran, kâr amacı gütmeyen, kalıcı bir kurum” olarak tanımlanır. 

Dünyada ilk müzenin MÖ 300 yılında İskenderiye’de 1. Ptolemaios döneminde kurulduğu belirtilmektedir. Ülkemizde 1845 yılında Sultan Abdülmecid’in emriyle bazı eski eserler ve eski silahlar Aya İrini Kilisesi’nde toplanmış, daha sonra 1868 yılında Ali Paşa’nın sadrazamlığı sırasında bu eserler “Müze-i Hümayun” adı altında ilk müze olarak açılmıştır. 1881’de Osman Hamdi Bey’in müze müdürü olmasıyla birlikte modern anlamda müzecilik çalışmaları ileri düzeye ulaşmıştır. Osman Hamdi Bey, 1883 yılında eski eserlerin yurtdışına kaçırılmasını önleyen Eski Eserler Kanunu’nu hazırlamış, Anadolu’daki kazılar bu dönemde denetim altına alınmıştır.

Ülkemizde müze denince Osman Hamdi Bey’e ayrı bir parantez açmamız zorunludur. Osman Hamdi Bey (30 Aralık 1842-24 Şubat 1910), Osmanlı’da Tanzimat Dönemi’nin yetiştirdiği arkeoloji, müzecilik, resim ve Kadıköy’ün ilk belediye başkanlığı gibi geniş bir kültürel alanda üreten sanatçı, aydın ve öncü bir kişiliktir. Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressam olması yanında arkeolojik kazıların tüm Anadolu’da yaygınlaşması ve müzeleşme sürecinin de öncüsü olmuştur. İlk Türk arkeoloğu olmasının yanında İstanbul Arkeoloji Müzesi ve bugünkü Mimar Sinan Üniversitesi’nin temeli olan Sanâyi-i Nefîse Mektebi’ni kurup uzun yıllar yöneticiliğini yapmıştır. 

Osman Hamdi Bey denince onun bilinen en ünlü tablosu “Kaplumbağa Terbiyecisi” üzerine de konuşmak gerekir. Bu tablonun 1906 ve 1907 yıllarında iki farklı versiyonunu çizmiştir. Osmanlı mimarisinin en önemli örneklerinden sayılan Bursa’daki Yeşil Cami’nin ikinci katında kaplumbağa terbiyecisi olarak yer alan kişi aslında kendisinin yaşlanmış halidir. Osman Hamdi Bey’in bir aydın olarak zaman zaman tükenme hissettiği ve bu tabloda da toplumu çağdaşlaştırmaya çalışan bir aydının çaresizliğini ve sürecin ne kadar uzun olduğunu anlattığı vurgulanmaktadır. Lale Devri’nde “Sadabad” eğlencelerinde hava kararınca sırtlarına mum yakılıp bırakılan kaplumbağaların eğitiminin ne kadar uzun sürdüğü ve derviş sabrı gerektiği ve eğitim yöntemi olarak da müziği kullandığı belirtilmektedir. Aslında burada biraz da vurgulanan toplumun eğitime ve değişime direnmesi kadar aydının bilgi aktarımı ve toplumu eğitirken bitkin düşmesi ve tükenebilmesi de anlatılmaktadır. 

Kaplumbağa Terbiyecisi, 1906 ve 1907 çizimleri.

Osman Hamdi Bey’in “Kaplumbağa Terbiyecisi” tablosuna gönderme karikatürüm. 

Ünlü tabloların karikatürize edilmesi son dönemlerde sık karşılaştığımız durumlardan. Picasso, Rembrant, Van Gogh gibi ünlü ressamların tabloları üzerine çizdiğim karikatürlerin yanına “Kaplumbağa Terbiyecisi”ni de eklemek isterim. Aslında eğitilen toplumda bireyler mi yoksa beyin mi ya da daha açık ifadeyle aydınların katalizör etkisi olsa da bu değişim ve gelişim için evrimsel bir süreç mi gerekli sorusunu çizdiğim karikatürle birlikte ortaya bırakalım.

Müzeciliğin ilk yıllarında müzelerin başlıca amaçları geçmişe ait sanatsal, kültürel ve bilimsel öğeleri toplamak, korumak, belgelemek ve sergilemekti. 20. yüzyıl müzelerinin sanatsal, kültürel ve bilimsel birikimlerin topluma aktarıldığı kurumlar olarak eğitim görevini üstlenmiş, halkın zorlanmadan eğitildiği yaygın eğitim merkezlerine, araştırmaların yapılabildiği laboratuvarlara dönüştüğünü söyleyebiliriz. Yaygınlaşan ve yaşamımızın bir parçası olan müzeler içinde dünyanın en büyük ve en çok ziyaretçisi olan müzelerinin Paris’teki Louvre, Beijing’teki Çin Ulusal Müzesi ve New York’taki Metropolitan Sanat Müzesi olduğunu da belirtelim.

Sanayi devrimi sonrası değişen toplumsal yapı ve yaşam biçimi özellikle 20. yüzyıldaki değişimler koleksiyon ve müzecilik kavramına farklı bakış açısı getirmiştir. Bu da koleksiyonlarda ve müze türlerinde çeşitlenmeye neden olmuştur. Kriminal müzeler de yine bu süreçte 1800’lü yılların sonlarına doğru ortaya çıkmaya başlamış ve sayıları çok fazla olmasa da İngiltere, ABD ve Almanya gibi ülkelerde farklı şekillerde varlığını sürdürmektedir. 

Müzeleriyle ünlü Avusturya’nın başkenti Viyana’ya ayrı bir parantez açmak gerekir. Bu şehirde ilgi alanınıza uyan bir müze mutlaka vardır. Yıllar önce Viyana’ya gittiğimde Viyana Kriminal Müzesi dikkatimi çekti. Pek çok ülkede daha çok ölüm ve korku üzerine yoğunlaşan kriminal müzelerin Viyana’da bulunan müzeyle uzaktan yakından bir ilişkisi ve benzerliği bulunmuyor. Binanın yapısından iç düzenlemesine kadar oldukça ilgi çekici olan müzeyi biraz tanıtmak isterim.

Fotoğraflar: Halis Dokgöz arşivi.

Viyana Kriminal Müzesi’nin temeli 1898 yılında İmparator Joseph’in himayesinde Viyana Rotundengelaende’de açılan büyük bir sergiye dayanmaktadır. Viyana Polis Departmanı burada tarihsel niteliği olan kriminal belgeleri sergilemiş ve 1899’da sergiyle başlayan süreç müzeye dönüşmüştür. 1939’da müze II. Dünya Savaşı’nda materyallerin kırılması ve yağmalanması nedeniyle kapalı kalmıştır. 1960’larda materyaller tekrar kısmen sergilenmeye başlamış ve 1980’lerde reorganizasyondan geçmeye başlayan müze, 1988’de 24 odadan oluşan bugünkü şekliyle yapılandırılmıştır. Müze iki katlı tarihi binası ve odaların bitiminde açılan avludan oluşmaktadır. Müze girişindeki ilk odada 18. yüzyıldan başlayan bireysel olgulardan P odasındaki I. Dünya Savaşı sonrası dönem, Q odasındaki nasyonel sosyalist dönem gibi kitlesel ölümlerin yaşandığı süreçten günümüze kadar kriminal olaylardan elde edilen materyaller, fotoğraflar, resimler, gazete arşivleri, canlandırmalar gibi pek çok veri ile kriminal olaylardaki değişime tanıklık etme ve suç işlemede uygulanan yöntemsel değişimleri saptama yanında olgulara ilişkin sanatsal üretimleri de içermektedir. Müzeyi gezerken tarihsel süreçte kriminoloji ve kriminalistikteki gelişim ve değişimlere de tanıklık ediyorsunuz. 

Kriminal müzelerle ilgili en büyük çekince hukuksal açıdan suç olarak tanımlanan olayların nasıl çözüldüğüne ilişkin bilgilerin toplumla paylaşılması ile insanların bunları öğrenerek işledikleri suçlarla ilgili delil bırakmamayı öğrenmesi veya olay yerinde delil temizlemesi yapmasıdır. Oysa bir suç işlenmişse olay yerinde mutlaka delil vardır ve adli bilimler alanında çalışan uzmanlar bu delilleri bulur. Bütün iş, iyi bir organizasyon ve sistemin işlerlik kazanmasıdır. Viyana Kriminal Müzesi’ni gezdiğinizde aslında Viyana’nın tarihsel bir dönemine tanıklık etme yanında suç olarak kabul edilen eylemlerdeki değişimleri de görebiliyorsunuz. Sadece suç değil, o dönemlerdeki suçların edebiyat ve sanata yansımalarını da görüyoruz. 

Dr. Hikmet Hamdi Bey’in “Hasta Muayenesi” tablosunda perküsyon yapan bir hekim.

Ülkemizde müzecilik uzun süre sadece Kültür Bakanlığı’na bağlıyken son yıllarda üniversitelerle birlikte özel ve tüzel kişiler de faaliyet göstermeye başlamıştır. Türkiye’de ne yazık ki kriminal müze ve özelleşmiş bir adli tıp müzesi olmadığı gibi tıp ve sağlık üzerine müzeler de sınırlıdır. 1917 tarihinde Dr. Hikmet Hamdi Bey’in İstanbul Cağaloğlu’nda Sıhhiye Umum Müdürlüğünde başlattığı tıp ve sağlık müzesi faaliyetlerinin hâlâ emekleme evresinde olmasını üzülerek izliyoruz. Ülkemizdeki Gevher Nesibe Şifahiyesi ve Tıp Tarihi Müzesi (1982, Kayseri), Cerrahpaşa Tıp ve Eczacılık Tarihi Müzesi (1985, İstanbul), Gülhane Askeri Tıp Akademisi Tıp Tarihi Müzesi (1988, Ankara), Sultan II. Bayezid Külliyesi ve Sağlık Müzesi (2000, Edirne), Bursa Sağlık Müzesi (2006, Bursa), Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi Müzesi (2008, İstanbul), Sabuncuoğlu Şerefeddin Tıp ve Cerrahi Tarihi Müzesi (2011, Amasya), Florence Nightingale Müzesi gibi müzelerin kuruluşlarının çok yeni olduğunu da vurgulamamız gerekiyor. 

Ülkemizdeki kriminal olayların niteliği ve tarihsel süreci ile suç kavramındaki değişimler hakkında ne yazık ki yeterince bilgi sahibi değiliz. Viyana Kriminal Müzesi örneği ile Jandarma, Polis ve Adli Tıp uygulamaları perspektifinde hem ülkemizin kriminal olaylarını tarihsel süreçte ortaya koyma hem de olası değişimleri saptayarak belgeleme, arşivleme ve kurumsal olarak alınabilecek önlemler açısından kriminal müze konusunda çalışmaların çok geçmeden başlatılarak bu tür bir müzenin bir an önce hayata geçirilmesi gerekiyor. İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa’nın hemen köşesinde yer alan bir zamanların Adli Tıp Kurumu, Yenibosna’daki yeni binasına taşındı ancak Cerrahpaşa’daki eski bina hâlâ duruyor. Bu binada aslına uygun olarak zehirlenme, ölüm, travmalar, maluliyetler, adli psikiyatri, cinsel suçlar ve tıbbi malpraktis gibi olguları değerlendiren ihtisas kurulları; morg, biyoloji, kimya, fizik incelemeler, balistik ve trafik gibi ihtisas daireleri düzenlenip bir kampanya ile insanlardan ve kurumlardan adli tıbba ait tüm materyaller istenip ülkemizin ilk kriminal ve/veya adli tıp müzesi kurulabilir. Daha doğrusu daha fazla zaman geçmeden, materyaller tarihin çöplüğüne gitmeden adım atılmalıdır.  Bu vesileyle umarım Adli Tıp Kurumu, Jandarma Kriminal ve Polis Kriminal birimleri işbirliği içerisinde ülkemizde de Kriminal Müze için bir yaklaşım gösterirler. Kurumsal yapılar bir araya gelemiyorsa dünyadaki ender adli tıp yapılanmasına sahip ülkemizde en azından bir adli tıp müzesi kurulması için atılabilecek ufak bir adım sadece geçmişimize sahip çıkılması değil, aynı zamanda geleceğimize dair perspektif sunup sunamayacağımızı da gösterecek bir kanıt olacaktır. 

Kaynaklar;

  1. Döger FK , Kurum M. Tıp Tarihi Müzeleri. ADÜ Tıp Fakültesi Dergisi 2012; 13(1) : 43 – 46.
  2. Osman Hamdi Bey (Fotoğraf: Pera Müzesi) https://www.peramuzesi.org.tr
  3. www.wikipedia.org 

Halis Dokgöz

Çorum’da doğdu. 1989 yılında 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. 1999’da İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi’nde Adli Tıp ihtisasını tamamladı. Halen Mersin Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi (Prof. Dr.) olarak çalışmaktadır. Karikatüre 1985’te başladı. İlk karikatürü aynı yıl “Kılçık” dergisinde yayımlandı. Daha sonra karikatürleri Gırgır, Limon, Çarşaf, Gümgüm, Akrep, Hallo, ArteFacto, Cumhuriyet, Bulvar, Bizim Gazete, Hürriyet, Milliyet, BirGün, Radikal ve Sabah gibi pek çok gazete ve dergide yayımlandı. Düzenli olarak Kılçık, Tıp Dünyası, Sendrom, Hiç, Fesat, Homur ve Hekim Forumu dergilerine çizdi. 2016-2018 yılları arasında Hürriyet Gazetesi Çukurova’da Metafor köşesinde günlük olarak karikatürleri yayımlandı. Karikatürleri Almanya, Fransa, İspanya, Belçika, Yunanistan, Romanya, Güney Kore, Polonya, İran, Kıbrıs, Portekiz, Kırgızistan, Rusya, Azerbaycan, Hindistan, Sırbistan ve Çin gibi ülkelerde yayımlandı. Katıldığı ulusal ve uluslararası yarışmalardan çeşitli ödüller aldı. Pek çok ortak ve karma sergiye katıldı. İlk kişisel sergisini 1991’de Ankara’da 2.Tıp Fuarı’nda açtı. Çocuk hakları üzerine çizdiği karikatürlerini ve Metafor karikatürlerini pek çok şehirde sergiledi. 1989’da Güneşin Girmediği Yere, 2010’da Çizgisel, 2019’da Metafor ve 2020’de Karikatürlerle Çocuk Hakları Sözleşmesi adlı kitapları yayımlandı. Adli Tıp alanında textbook niteliğinde “Adli Tıp & Adli Bilimler” ve olgu temelli CSI kitabı olarak da tanımlanan “Olgularla Adli Tıp & Adli Bilimler” kitaplarının editörlüğü ve yazarlığını yaptı. “Çocuk Hakları” ve “Karikatür ve Kadın” konulu uluslararası katılımlı karikatür kitapları yayımladı. Halen BirGün Gazetesi ve 221B Polisiye Kültür Dergisi’nde çizmekte ve yazmaktadır.

Önceki Hikaye

Henning Mankell | Güvenlik Duvarı

Sonraki Hikaye

Apple TV+, 'Criminal Record'u dizi yapıyor

En Son Yazılar