Bu yazı 221B Dergi’nin 33. sayısında, ‘Yurttan Sesler Korosu’ köşesinde yayımlanmıştır.
Felsefeye ve polisiye romanlara oldukça meraklı, en yakınındaki “çırağının” gayrimüslim olduğu ve görev yaptığı camide karşısına çıkıveren cesedin gizemini çözmeye çalışan bir imam-dedektif karakterinden söz etsem…
Bu yazıyı okuyan herkesin aklına muhtemel suretle aynı karakter gelecektir: Onur Ünlü’nün önce 2014’te senarist ve yönetmen kimlikleriyle İtirazım Var! Filminde, ardından 2020’de yazar kimliğiyle Hesabım Var! isimli kitabında karşımıza çıkan Selman Bulut’u düşüneceksiniz. İtirazım veya şikâyetim olmaz, zira hakkınız var.
Ancak Selman Bulut’tan çok uzun yıllar önce başka bir imam, hem de ilk paragraftaki tanımla dolayısıyla Selman Bulut’un karakter profiline bire bir uyan bir imam, dedektifliğe soyunmuştu. Hakkını teslim etmek icap eder.
“Ankara vilayetinde mukim Aydın Hoca nam imamın polisiye maceraları”
2006’da Romanevi Yayınları’nın bu ara başlıktaki ifadeyle spottan ilan ettiği ve iç kapakta da “Bir Aydın Hoca Polisiyesi” olarak nitelendirdiği Camide Cinayet isimli yapıt, Ahmet Timur Han imzalı bir polisiye. Çok kolay tahmin edilebileceği üzere, başkarakteri Aydın Hoca ismiyle anılan bir imam.
Aydın Hoca bir sabah işe geldiğinde Şehit Mehmet Kamil Ocak Camii’nde kafası kıbleye, ayak kısmı cümle kapısına bakan bir ceset bulur. Kapısı kilitli ve zorla giriş emaresi olmayan bir caminin içinde, bir Hollanda vatandaşının boğazı kesik cesedinin bulunması emniyeti ve basını olduğu kadar cami imamı Aydın Hoca’yı da harekete geçirir.
Aydın Hoca enteresan bir imamdır. Okur geride bıraktığı her sayfada ve her bölümde, hocanın enteresanlığına önce ikna, ardından teslim olur. Çünkü olanca gerçekliğiyle sahici bir figür olarak çizilir bize Aydın Hoca.
Polisiye roman okumayı çok seviyordur, felsefeye de oldukça meraklıdır. Din felsefesinden Foucault’ya kadar pek çok atıf okuru satır aralarında bekliyordur. Öyle ki bir süre sonra, başka kitaplardaki zoraki kitap tavsiyelerine rastlamış gibi olsak da bunun zorlama bir montaj olmadığına “teslim” olmuşuzdur. Aydın Hoca bize Mehmet Murat Somer’den bahsetmeyecektir de kim bahsedecektir? Yahut Pınar Kür’ün yapıtlarına polisiye yapı bağlamında bir eleştiri getirme hakkı olmayacak mıdır hocamızın?
Tabii ki olacaktır.
Neyse ki Camide Cinayet kitabının yazarı Ahmet Timur Han başarılı bir karakter hikâyesiyle bizi buluşturduğu için Aydın Hoca’nın bazen peş peşe bazen birkaç bölüm arayla edebiyata yaptığı atıflar bizi sıkmıyor. Aksine kitabın peşinden anımsamak üzere o eserleri de tekrar veya keşfetmek için ilk kez okuma hevesiyle doluyoruz.
Ahmet Timur Han’ın ilk kitabı ama yazarın ilk kitabı değil!
Yazar hakkında, kitabın girişinde çok kısıtlı bir bilgi verilmiş: “Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldu. Gazetecilik ve televizyonculuk yaptı. ‘Camide Cinayet’, felsefe araştırmalarının yanı sıra kitaplaşmış telif ve tercüme eserleri olan yazarın ilk romanıdır.”
Ahmet Timur Han’ın ilk romanı olabilir ama yazarın ilk kitabı değil. Zira yazar, Ahmet Timur Han mahlasını kullanan felsefeci Ahmet Demirhan’ın ta kendisi. Ahmet Demirhan’ın yayımlanan bazı eserleri arasında ise Heidegger ve Teoloji (İnsan, 2002), Nietzsche ve Din (Gelenek, 2002), Kierkegaard ve Din (Gelenek, 2003), Maske, Sahne ve Oyun: Filozoflar ve Teoloji Üzerine Yazılar (Ketebe, 2021) gibi yapıtlar bulunuyor. Bu eserleri haricinde Ahmet Timur Han’ın biyografisinde yazıldığı üzere pek çok yapıtta da çevirmen olarak imzası var.
Ahmet Demirhan’ın ilk kurgu yapıtında pek çok kliki doğru inşa ettiğini belirterek sahneyi Camide Cinayet’in karnesine bırakmak gerek.
“Camide Cinayet”
Evvela belirtmek gerekir ki Camide Cinayet, okura bir muammayı çözme fırsatı sunan polisiyelerden değil, bir karakter hikâyesi. Daha doğrusu pek çok karakterin başarıyla çizildiği ama finalde de muammaların aydınlatılmasıyla okurun önüne serdiği ipuçlarını Aydın Hoca’nın usta işi dedektiflik çıkarımına hayran bırakarak tamamen açık eden bir polisiye.
Bir yönüyle de polisiyenin tür bağlamında “kapalı oda polisiyesi” olarak nitelendirilen alt dalına ciddi bir gönderme yapan (tam olarak bir kapalı oda polisiyesi değil ama yazar bu hissi uyandırmak ve türün sadık takipçilerini biraz gülümsetmek istemiş olsa gerek) bir yapıt olmasının yanı sıra okurun, muammaları Aydın Hoca ve diğer karakterlerin diyalogları, Hoca’nın gözlemleri ve bu gözlemleri yer yer sesli yer yer içinden ifade etmesiyle takip edebildiği bir eser.
Yazar, pek çok kurgu eser yazarının düştüğü tuzaklara düşmemiş. Düşeceğini sandığınız sahnelerde bile usta işi bir hamleyle tuzaktan sıyrılmayı başarmış. Kitaptaki bütün karakterler, tıpkı hikâyenin geçtiği Ankara’nın ara sokaklarındaki insanlar gibi resmedilmiş. Bununla birlikte arka planda değindiği gayrimüslimlerin malları ve miras hukuku ile Hızarcılar tarikatı gibi detaylar ise yazarın bilgiçlik taslamadan yahut okuru gereksiz bilgiye boğmadan, tabiri caizse okura “aptal” muamelesi yapmadan sunduğu doneler. Elbette bir de hikâyenin gidişatında büyük önem taşıyan, beş ayrı Osmanlıca metnin de yazarın berrak üslubuyla hikâyeye “yedirildiğini” söylemek gerek. Benzer şekilde, bir imam karakterini bu denli güçlü çizmişken din ve ibadet detaylarını okuru boğmadan sunabilmek de hakiki bir ustalık.
Kitabı okuyup bitirdiğinizde edebi açıdan bir cinayet işlenmemesine sevindiğiniz yerli bir polisiyenin kapağını kapatmış olacaksınız. Tabii aradan geçen bunca yılda üstelik iddialı bir final yapan ve bir devam kitabının da sinyallerini sunan Camide Cinayet için neden devamının gelmediğini düşünebilirsiniz.
İslam dininde “tesadüf” yoktur, “tevafuk” vardır. Ama gerçek hayatta, bazen “tesadüfen” kendi karakterine çok benzeyen karakterleri oldukça sükseli biçimde gören yazarların karakterine küstüğü vakidir.
Dileyelim ki, Ahmet Timur Han da bütün “tesadüflere” rağmen Aydın Hoca’yla küslüğüne yakında bir son versin ve bize Fatih’ten seslensin.*
* Fatih detayını kitabı okuyanlar iyi anlayacaktır.