Dedektif romanlarını okumaya başlamam Agatha Christie ile başladı ve ben bu Altın Çağ’a aşık oldum diyebilirim. İşte Polisiyenin Altın Çağ yazarlarından biri de Dorothy L. Sayers. Kadın kesinlikle bu zanaatın ustası. O çağda, bir kadın olarak dönemin cehaletinin üstesinden gelmek için de oldukça çabalamış. 1920’lerin başında yazılan bu kitap Sayers’in büyüleyici diliyle zamanda geriye götürüyor bizi.
İngiltere’nin 1920’lerde ırkçı bir yer olduğuna şüphe yok. Sayers, bu kitapta sınıf ve sosyal konular hakkında biraz tartışmaya parmaklarını daldırıyor. Dönem kurgularını her okuduğumda, o zamanlar normal kabul edilen ama beni sinir ve deli eden zihniyet ve dille başa çıkmanın bir yolunu bulmam gerekiyor. Bana bu duyguyu verebilmesi de yazarın ne kadar gerçekçi yazdığının kanıtı kesinlikle. Sayers’i sevmemin bir diğer nedeni de, aramızda kalsın ama aristokratlarla dalga geçmesi. Kitapta biraz da Antisemitizm kokusu aldım ama açıkçası beni hiç rahatsız etmedi.
Suçları çözme tutkusu olan bir İngiliz lordu olan Peter Wimsey ile tanışıyoruz. İlk olarak 1923’te yayınlanan ‘Bu Kimin Cesedi?’ Sayers’in Lord Peter Wimsey’i içeren roman serisinin ilki (Lord Peter’ın ilk ortaya çıkışı 1921’de “Attenbury Zümrütleri” adlı kısa hikayeyle başlıyor). Lord Peter’ın Birinci Dünya Savaşı’ndan kalma şokunun (şimdi travma sonrası stres bozukluğu olarak bilinen) kalıcı etkileriyle başa çıkmak için, muazzam tespit yeteneğini nasıl kullandığını derinlemesine görüyoruz. Bu ilk dava, Lord Peter’i kendi güdüleri ve ahlakıyla yüzleşmeye zorluyor. Her şeyden önce Lord Peter Wimsey gerçekten zeki bir adam. Sherlock Holmes’u hayal edin, ama çok daha az egolu ve argolu olanını. Suçları çözüyor çünkü zengin, sıkılmış, üstelik bu konuda oldukça iyi ve bunu her fırsatta dile getirmeyi de ihmal etmiyor. O, finansal ve küçük asil statüsü nedeniyle, gerçek bir işi olmayan ve muhtemelen asla olmayacak olan bir Birinci Dünya Savaşı gazisi. Kitapta Wimsey’den başka da çok renkli karakterler var. Programına, hobilerine, ev halkına ve sağlığına şiddetli bir sadakatle bağlı cesur Bunter (Wimsey’in eski alayından Çavuş Bunter), eğer Lord Peter’a Sherlock dersem Bunter onun Watson’udur. Wimsey’in annesiyle, Denver’ın Dowager Düşesi’yle de tanışıyoruz, Wimsey’in kendisi kadar saçma sapan konuşuyor, aynı zamanda insanları ve durumları da aynı kurnazlıkla gözlemliyor. Ve arkadaşı Müfettiş Parker, Wimsey’in içgörü parıltılarını desteklemek için sağlam kanıtlar sağlayan düşünceli ve metodik adam ile tanışıyoruz. Wimsey’i davayı ciddiye almaya iten ve ona cinayetleri çözmenin bir oyun değil, topluma karşı bir görev olduğunu hatırlatan Parker.
Romanın başında, bir şehir mimarı olan Bay Thipps, küvetinde bir ceset bulur. Adam anadan üryandır ve üzerinde sadece altın bir monokl (tek gözde kullanılan mercek) vardır. Adamın kim olduğu veya oraya nasıl geldiği hakkında hiçbir fikri yoktur. (Bulunan beden tamamen çıplak olduğundan, adamın sünnetli olduğu sonucuna varmak, makul derecede bilgili bir okuyucuya bırakılmış. Sünnet, 19. ve 20. yüzyılın sonlarında ABD de yaygın olarak teşvik edildi, ancak dini nedenler dışında İngiltere’de yaygın bir uygulama değildi). Tabii ki, her şey göz önüne alındığında, Bay Thipps, Müfettiş Sugg’un gözünde baş şüpheli haline gelir. Müfettiş Sugg’a göre, dava açıktır ve fazla uzatmadan Bay Thipps’i tutuklar. Denver Dowager Düşesi davayı duyar ve soruşturmayı takip etmek için oğlu Lord Peter ile temasa geçer. Her kitapta bizi sinir eden bir geri zekalı olur ya, hah işte Müfettiş Sugg’da bu kitapta, dava üzerinde çalışan tipik beceriksiz aptalımızdır.
Lord Peter bu çıplak cesedin gizemini araştırmaya başladığında, yolu, arkadaşı Parker tarafından araştırılan kayıp bir finansçı vakasıyla kesiştiğinde işler daha da ilginç hale gelir. Müfettiş Sugg, cesedin kayıp finansöre ait olduğunu öne sürse de, kısa süre sonra sadece yüzeysel bir benzerlik taşıdıklarını öğreniriz. Ancak asıl soru, her iki durum arasında herhangi bir ilişki olup olmadığıdır. İkili, Wimsey’in valesi olan yorulmaz Bunter’ın paha biçilmez yardımıyla, görünüşte farklı suçları çözmek için birlikte çalışırken, yöntemleri korkunç olan ve motivasyonu hayal ettiklerinden daha şeytani olan acımasız ve zeki bir katilin peşinde oldukları ortaya çıkar. Katil oldukça öngörülebilir olsa da, Sayers okuyuculara katilin psikolojisini ve onu neyin motive ettiğini şahane anlatmış.
Güçlü, ilginç, unutulmaz kahramanların (Poirot, Marple, Sherlock Holmes) olduğu polisiye serilerini gerçekten seviyorum. Benim için, söz konusu dedektifin, davayı çözüp çözmemesinden ziyade davayı nasıl çözdüğü önemli. Birlikte vakit geçirmekten zevk aldığım bir dedektif istiyorum her zaman. Lord Peter Wimsey bu gereksinimlere mükemmel bir şekilde uyuyor. Kültürlü, esprili, şeytani derecede zeki ve kesinlikle uğruna ölünecek alaycı bir mizah anlayışına sahip.
Daha önce dilimize ‘Banyodaki Ceset’ adıyla çevrilen kitap Sevin Okyay çevirisiyle daha keyifli ve anlaşılır olmuş. İyi düşünülmüş, iyi anlatılmış zekice bir bulmaca ‘Bu Kimin Cesedi?’.