Beni Seç, Tess Gerritsen & Gary Braver, Çev. Özge Onan, Doğan Kitap, 292 sayfa
Havasından mı suyundan mı bilmiyorum ama Tess Gerritsen da tıpkı Stephen King gibi Maine’de yaşıyor. Polisiye gerilim okurlarının en sevdiği yazarların başında gelen Tess, bu uğurda doktorluk mesleğini bırakmış. İlk okuduğum kitabı sanırım Cerrah’tı. Kurgu olduğunu bilmeme rağmen bazı sahneleri hâlâ aklımdadır. Doktor olmasının da verdiği yetenekle öyle bir yazmıştı ki ara ara midemin ağzıma geldiğini hatırlarım. Okuduğum her kitabı hatırlamam, hatta bazen katili bile unuttuğum olur ama Tess’de bunu hiç yaşamadım. Otopsi odalarını, müdahaleleri falan gözünüzde şahane canlandırtır size. Hele Rizzoli & Isles serisi benim için başkadır. Doğan Kitap’ın editörü sevgili Hülya Balcı, 2022 bitmeden yeni bir Rizzoli kitabının geleceğini müjdeledi. Hem polisiye seven hem de adli tıp âşığı biri olarak, kitapları da dizisi de benim için biçilmiş kaftandır. Kitaplarını defalarca okumanın yanında dizisini de kaç defa baştan sona izlediğimi hatırlamıyorum.
Gary Braver’ın adını ise hiç duymamıştım çünkü yazar mahlas kullanıyormuş. Gerçi kullanmasa da bilemezdim, Türkçeye çevrilmiş bir eseri bulunmuyor. Üç kitabını gerçek adı Gary Goshgarian ile, diğer kitaplarını da Gary Braver mahlasıyla yazmış. Kitabı bitirdikten sonra, Gary Braver’ın İngilizce profesörü olduğu ve gerçekten kitaptaki kurgusal profesör Jack Dorian tarafından burada öğretilene benzer bir ders verdiğini görünce işkillendim. Yazarlara genellikle en çok bildikleri şeylere bağlı kalmaları tavsiye edilir ancak bu durumda, kitaptaki korkunç ayrıntıların uydurulduğunu umuyorum. Kitapları yedi dile çevrilmiş, hatta filmlere konu olmuş. Prestijli bir ödül olan Massachusetts Kitap Ödülü’nü de kapmış. Ne yazık, bizim yazardan haberimiz yok tabii. Ta ki Tess ablamızla birlikte bu kitabı yazana kadar.
Beni Seç, diğer Tess kitaplarından (bence) oldukça farklı. Hatta bazı kısımlar dışında çoğu yerini Gary Braver’ın yazdığına kalıbımı basarım. Çünkü Tess’in diğer kitaplarının aksine bu kitapta karakterler ne ak ne kara. Hiçbir karakter ne iyi ne de kötü. Bu kitabın bir farkı da birçok tarihsel yön içermesi ki Tess ablamızın kitaplarında bunu görmeyiz. Suç işlenir, biz de haldır haldır katilin peşine düşeriz. Yunan mitolojisi ya da ortaçağ edebiyatını benim gibi seviyorsanız keyif alacağınıza eminim. Bana o küçük anekdotlar çok lezzetli geldi. Hatta bu mitolojik öyküleri okurken geçmişte de günümüzdeki gibi kadınların her zaman sevgilerine daha çok sahip çıktığını ve erkeklerin de bu sevgi karşısında pasif ve korkak davrandıklarını, hatta topukladıklarını görmek biraz üzdü ama şaşırtmadı. Kitapta da dendiği gibi, ortaçağ edebiyatında kadın biraz pasif kalıyor ama o Yunan mitolojisi yok mu o Yunan mitolojisi… Ahhh ah… Kadını öyle güçlü ve şiddetli gösteriyor ki hayran olmamak elde değil. Beni Seç, bana biraz da Kayıp Kızlar kitabını anımsattı. Edebiyatta “yasak meyve” konusu yeni değil elbette ama iyi kurgulandığında tadından yenmez. Haydi, kitaba geçelim.
Taryn Moore, yüksek lisans tezi yapmaya çalışan bir öğrenci, üstelik çok da yetenekli. Tez konusu olarak da edebiyatta küçümsenen kadınları seçmiş çünkü kendini bir kurban olarak görmüş ve bu duyguya takıntılı hale gelmiş. Ortaçağ ve Yunan mitolojisinde, kendisi ve okuduğu kadınlar arasındaki benzerlikleri fark etmiş. Hepsi ihanete uğrayan ve ilişkilerinde erkekler tarafından terk edilen bu kadınlarla kendisi arasında bağ kurmuş. Abelard ve Heloise, Tristan ve Isolde, Romeo ve Juliet ya da Jason ve Medea olsun, adamlar “Seni seviyorum” sözlerini söylemişler elbette, ama bir ömür boyu değil. Taryn’e göre sevgi böyle bir şey değil çünkü bir ömür sürmeli.
İşte kitabımız, 22 yaşında, kendisini intikamcı Medea’ya yakın hisseden kızımız Taryn Moore’un apartmanının önünde ölü bulunmasıyla başlar. Düştü mü? İntihar mı etti yoksa bu bir cinayet mi? Bunu bulmak ise Boston Emniyeti’nde 32 yıldır görev yapan ‘Stoacı’ Dedektif Frankie’ye düşer. Yakın çevresiyle yapılan görüşmelerde, kısa süre önce sevgilisi Liam’dan ayrıldığını ve bunu takıntı haline getirdiğini öğrenir Dedektif Frankie. Hatta eline otopsi sonucunu aldığında kızın intiharına şüpheyle yaklaşır çünkü Taryn hamiledir. Dedektifler kızın dairesine tekrar gittiklerinde, Luminol incelemesiyle oturma odasından balkona doğru giden kan izleri tespit ettiklerinde bunun artık bir intihar olmadığı aşikârdır.
Ölümsüz aşkıyla boğacak kimsesi kalmamışken, onu cesaretlendiren ve övgülerini söyleyen tek erkeğe – İngilizce profesörü Jack’e – hızla tutunur Taryn. Jack ise güzel ama son derece meşgul bir tıp doktoruyla evli ve hâlâ eşine âşık. Taryn’in bariz cazibesine ve dikkatini çekmek için amansız yalvarmalarına direnebilecek mi? Ve eğer yapamazsa evliliğine ve kariyerine ne olacak?
Beni Seç; Taryn, Dedektif Frankie ve Taryn’in üniversite profesörü Jack’in perspektifinden ve Taryn’in ölümüyle başlayan açılış sahnesinden geriye doğru anlatılıyor. Her karakter ve zaman dilimi açıkça belirtildiğinden ve ne zaman kimin konuştuğunu belirlemek kolay olduğundan okuru hiç yormuyor. Okumayı karmaşıklaştırmıyor. Her bir karakteri okurken Taryn’in ölümünün nasıl ve neden gerçekleştiğini ve kimin sorumlu olduğunu anlamamıza yardımcı olan ayrıntılar buluyoruz.
Sempatik ana karakterlere ihtiyaç duyan okuyucular zor zamanlar geçirebilir, çünkü hikâyedeki karakterlerin çoğu genellikle sempatik insanlar değil. Fakat Tess Gerritsen ve Gary Braver, bu modern Heloise ve Abelard kurgularında, minimum sürpriz ve maksimum etki yaratıyorlar. Yazarlar, erkeklerin onları sevmesini sağlamaya çalışan kadınların farklı versiyonlarını göstermek için harika bir iş çıkarmışlar. Belki Tess Gerritsen’dan alıştığımız gibi çok yüksek tempolu bir kitap değil ama gizem ve entrika sevenleri memnun edeceğinden eminim.