Şeytanın Çırağı – Şiro Hamao

/
6 dakikalık okuma

Şeytanın Çırağı, Şiro Hamao, Çev. Nilay Çalşimşek, İthaki Yayınları, 128 sayfa

Gülmeyin bana ama ben Japonları genelde erotik eserler yapıyorlar diye bilirdim. Açıkçası pek Japon edebiyatı okumadım. Mahjong bile oynamam. Tamam, itiraf ediyorum, birkaç filmlerini izlemiş olabilirim. Tarih boyunca yaptıkları ya da 2. Dünya Savaşı sırasındaki tutumları nedeniyle kendilerini tekinsiz bulurdum, bu kitap iyice tuz biber oldu.

Gördüğüm kadarıyla Japonların kullanmayı çok sevdiği iki konu var. Erotizmi bunun dışında tutuyorum çünkü o hep var. İlki intihar, ikincisi de ölüm. İster edebiyatta ister felsefede, fark etmiyor. Muhakkak ölüm ya da intihar başı çekiyor. Bu kitabı her şeyden önce Japon suç kurgusuna aşina olan ve bu türün karanlık atmosferinden, psikolojik karmaşıklığından ve çoğu durumda bu yazarların kullanmayı sevdiği tuhaflıklardan hoşlanan insanlara tavsiye ederim. Japon edebiyatının çoğu bu özelliklere sahipken (örneğin Kobo Abe) Japonya’dan gelen suç yazarlarının çoğu, ruhun karanlığına nasıl girileceğini ve onu bir sanat eserine nasıl dönüştüreceğini gerçekten çok iyi biliyor. Ne dedim ilk paragrafta; çok tekinsiz insanlar bu Japonlar!

Ne yazık ki Şiro Hamao, 1935’te 40 yaşında ölmüş. Yazar olarak geçirdiği bu kısa sürede novella uzunluğundaki bu iki hikâyeyi yazmış. Yetişkin hayatının çoğunu avukat olarak geçirmiş ancak tam zamanlı bir yazar olmak için kariyerinden ayrılmış. Bildiğim kadarıyla eserlerinin Türkçede mevcut  tek çevirisi bu, ancak gelecekte daha fazla romanının çevrilmesini umuyorum.

Kitap gizem, cinayet ve şüphenin bol olduğu iki çok ilginç hikâyeden oluşuyor. “Şeytanın Çırağı” ve “Onları Öldürdü mü?” Her hikaye noir türüne sıkı sıkıya bağlı. Ancak hikayeler aynı zamanda “ero-guro-nansensu” yani “erotik grotesk saçmalık” olarak bilinen, zamanın sanat ve edebiyatındaki hareketi de yansıtıyor. Her iki kısa öykü de suçluluğun doğasını ve yasanın yanlışlığını inceliyor. Daha derin bir düzeydeyse yazarın, insan ruhunun karmaşıklığına olan hayranlığını da yansıtıyor.

“Şeytanın Çırağı”

İlk hikaye, kitaba da adını veren “Şeytanın Çırağı” başlığını taşıyor. Eizo adında, cinayetle suçlanan ve yargılanan bir adamın hikâyesi. Hikâye, şimdi bir savcı ve aynı zamanda sevgilisi de  olan eski akıl hocasına, Tsuchida Hachiro’ya yazılmış bir mektup (evet, eşcinseller). İkisi okul günlerinde tanışmışlar ve Eizo hızla Tsuchida’nın büyüsüne kapılmış. Aslında Eizo şu anki kötü durumunu Tsuchida’ya yüklüyor ve şöyle diyor:

“Çocukluk yıllarımda sizinle karşılaşmış olmasaydım, hiç şüphesiz şimdi burada olmayacaktım. Siz, bana suçu öğreten insan değilsiniz; siz, bana bir suçlunun kişiliğini kazandıran insansınız.”

Eizo, davanın gerçeklerini ortaya koyar ve Tsuchida’ya birinin ölmesine rağmen bunun gerçekten bir cinayet vakası olmadığını söyler. Mektupta ortaya çıkan şey, Eizo’nun hayatı ve felsefesi için Tsuchida’yı suçlaması ve böylece hikâyenin başlığını oluşturmasıdır.

“Onları Öldürdü mü?”

Evli bir çiftin kendi evlerindeki kanlı ölümünün oldukça çarpık bir hikâyesi. Olay yerinde sadece bir olası şüpheli var, Odera Ichiro. Tutuklanıp ölüm cezasına çarptırılır. Konuşmayı ve hatta temyiz başvurusunda bulunmayı reddeder. İnfazı gerçekleştirildikten sonra avukatı, Odera’nın hapisteyken yazdığı bir mektubu keşfeder. Bu mektup, o gece olanları ve neden sessizliğini koruduğunu özetler. Hikâyenin bir kısmı avukat tarafından anlatılır, diğer kısmını  Odera’nın ağzından okuruz.

İki hikâye ilgi çekici olsa da ve okurun dikkatini hemen çekse de “Onları Öldürdü mü?” çok daha karanlık ve ilkinden hem atmosferik hem de psikolojik açıdan daha karmaşık. “Şeytanın Çırağı”, okuru esas olarak suçluluk sorunu üzerine düşünmeye yönlendirecek oldukça çarpık bir sona sahip. Her iki hikâye de çok yoğun ve düşünmek için çok fazla gerekçe sunuyor.

Bu türde, Japon suç edebiyatında çok fazla şey yazıldığını sanmıyorum ancak bu iki hikâyeyi okuduğum için kendimi şanslı görüyorum. Ama uyarmadan da edemem, insanı bir süreliğine depresyona sokabiliyor. Japonların kafasının seks, erotizm ve şehvet dışında da şahane çalıştığının göstergelerinden biri Şeytanın Çırağı.

Selin Bak

1981 yılında Trabzon’da doğdu. Atatürk Üniversitesi’ nde Hemşirelik okudu. Polisiye merakı gençlik yıllarında (hala çok genç, ortaokul yılları diyelim) Agatha Christie ile başladı. Galiba yapmak isteyip de yapamadıklarını okumak (cinayeti çözmek değil işlemek kısmından bahsediliyor) kendisine garip bir tatmin duygusu vermiş olacak polisiye dışında başka bir tür okuyamaz oldu. En
sevdiği yazarların Türk yazarlar olduğunu her zaman gururla söyler. Çok polisiye okur, çok polisiye dizi ve film izler, fazlaca cinayet kurguları yapar. Aslında çok da yazar ama çaktırmaz. Bu biyografiyi yazarken hayatında enteresan bir şey olmadığını fark eden Selin, hemşirelik yapmaya ve Trabzon’da yaşamaya devam ediyor, şimdilik...

Önceki Hikaye

"Komiser Nazlı Polisiyeleri"nin Üçüncü Kitabı Son İntikam Raflarda

Sonraki Hikaye

'Ginza Hayaleti ve Diğer Gizem Öyküleri' Raflarda

En Son Yazılar