Yazar Max Seeck Helsinki doğumlu ve kendisinin Türkçeye çevrilen ilk kitabı Cadı Avcısı. Altı kitabı bulunan yazar tam bir ‘Nordic Noir’ üstadı. İlk kitabı 2016 yılında yayımlanan yazar yılda bir kitap yazarmış. Max Seeck’in romanları ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İspanya, İtalya, İskandinav ülkeleri hatta Kore’ye kadar kırktan fazla ülkeye satılmış. Bu kadarla da kalmamış, kitabın çekim hakları Hollywood merkezli bir şirkete TV dizisi için verilmiş. Bir yazarı en çok ne mutlu edecekse adamın başına gelmiş anlayacağınız. Peki neden? Çok mu iyiler? Neden seviyoruz Kuzey polisiyelerini?
Kuzey ülkelerinin halklarının daha refah içinde yaşadığı aşikar. Bu huzur ve refah içinde yaşayan halkın da başına böyle şeylerin geldiğini okumak bizi biraz rahatlatıyor mu acaba? Dışarıdan bakılınca huzurlu ama içten içe çürümüşlük, kokuşmuşluk. Bizim ön yargılarımız burada işte yerle yeksan oluyor. Ama elbette en büyük etken iklimi. Soğuk, karlı dağlar, donmuş göller, sık ağaçlıklı karanlık ormanlar, karakterlerin konuşurken ağzından her daim çıkan buhar… Bir kan birikintisini Las Vegas gibi sarı ve çorak bir yerde mi yoksa kar ve buzun hakim olduğu Helsinki gibi bir yerde görmek mi daha etkileyici bir görüntü verir? Elbette kar üzerinde daha güzel göründüğü konusunda hepimiz hemfikiriz, kesinlikle daha estetik. Kuzey polisiyesi derken de iki ismi anmadan geçmek olmaz. ‘Nordic Noir’ dediğimiz İskandinav polisiye edebiyatının babaları ‘Maj Sjöwall ve Per Wahlöö’ ikilisinin yarattığı kahraman ‘Martin Beck’, dünyanın en ünlü dedektifi oldu. ‘Henning Mankell’e ve kahramanı ‘Wallander’a da bir selam çakalım buradan.
Bence bu kitabın ve bir sürü çok satan kitabın neden bu kadar sevildiği konusunda bir diğer fikrim de kahramanlarının çok güçlü kadın karakterler olması. Cadı Avcısı’nda da kahramanımız Çavuş Jessica Niemi. Nam-ı diğer Çavuş Tatlıyanak. Polis Departmanı’nın Helsinki Ceza Soruşturmaları Birimi’nde patronu Erne Mikson ve ekibin geri kalanı Yusuf Pepple, Rasmus Susikoski, Mikael Kaariniemi ve Nina Ruska ile beraber çalışıyorlar. Jessica altı yaşındayken araba kazasında yaşadığı omurilik hasarından dolayı sık sık acı çekiyor. Kalbini, servetini hatta gerçek adını amiri dışındaki tüm meslektaşlarından gizleyen karanlık geçmişe sahip bir kadın aynı zamanda. Yazar bu geçmişi bize kitabın sayfaları arasında serpiştirerek sunuyor. Jessica’nın karanlık geçmişi bir şekilde cinayetlerin ardındaki motivasyonu anlamamıza da yardımcı oluyor. Tek eleştirim bu flashbacklere geçerken minik bir işaret konabilir, okuru ‘bak şimdi geçmişe bakacağız’ diye uyarabilirlerdi. ‘Bu kadar kusur kadı kızında da olur’ diyor kitaba geçiyorum.
Helsinki’nin çok satan kitaplarının ünlü yazarı Roger Koponen’in eşi Maria, şahane bir gece elbisesi giymiş ve yüzünde histerik bir gülümsemeyle evinde ölü bulunuyor. Olay yerine gelen Çavuş Jessica, olay yeri inceleme ekibinden birinin beyaz tulumuyla evden kaçtığını fark ediyor ama peşinden koşsa da yakalayamıyor. Kurbanın eşi Roger bir söyleşi için şehir dışında olduğundan her ne kadar şüpheli olmasa da Jessica hiçbir şeyi şansa bırakmak istemiyor. Kendisiyle irtibata geçilince ve Roger eşinin olay yeri görüntülerini görünce evinin önündeki donmuş göle bakmaları gerektiğini, orada bir ceset daha bulacaklarını söylüyor. Bunları nereden biliyor? Çünkü katil Roger Koponen’in çok satan ‘Cadı Avı’ kitap serisindeki cinayetleri kopya ediyor. Jessica ve ekibi olayı soruşturmaya başlıyor ama katil durmuyor, ceset sayıları artıyor. Tek bir katilin işi olamayacağını anladıklarında, karışan olaylar silsilesiyle nefes nefese bir koşuşturma içine dalıyoruz. Jessica, okültizm ve cadılık gibi olaylara bağlantılı grubun işlediği bu cinayetleri araştırırken bir yandan da kendi geçmişindeki hasarlarla yüzleşiyor.
Başından sonuna yazarın diri tuttuğu gizem, Kuzeylilerin o yormayan dili, her ne kadar ‘taklitçi katil’ artık bizi sıkmış olsa da yazarın ustaca eklediği, adeta pırıltılı sim etkisi yapan unsurlar kitabı çok lezzetli kılmış. Umarım en kısa zamanda Max Seeck’in diğer kitaplarını da okuma şansına nail oluruz. Kuzey rüzgarlarına kapılmamak elde değil… Hele sıcakların yüzünü gösterdiği bu günlerde serin Helsinki bence iyi bir seçim olacaktır.