“Bu Bir Rüya Keskin Polisiyesidir!”
Üçü de farklı yayınevlerinden çıkan, Sibel Köklü imzalı polisiye romanların ikisinin kapağında bu ibare yer alıyor: Bu bir Rüya Keskin polisiyesidir!
2007 yılında İstiklal Kitabevi etiketiyle okurlarla buluşan ilk Rüya Keskin polisiyesi Yalan Dünya’yı 2010 yılında İthaki Yayınları çatısında yayımlanan ikinci Rüya Keskin polisiyesi Geçmişe Kapanan Kapılar takip eder… İkinci maceradan dört yıl sonra Labirent Yayınları, şimdilik sonuncu Rüya Keskin polisiyesi olan Aşka Vakit Yok’u yayımlar ve dört yıl sonra Çınar Yayınları etiketiyle Türkiye Polisiye Yazarları Birliği’nin öykü derlemesi olan Kanlakarışık kitabında yer alan “Beyaz Kelebeklerin Sırrı” isimli kısa öykü haricinde Rüya Keskin derin bir suskunluğa çekilir…
Gazetecinin Yazarı, Gazeteci
Türk polisiyelerinin en büyük özlemlerinden biri, polis olmayan dedektif karakterler. Son yıllarda sayıları gözle görülür ölçüde artsa da 2000’li yılların başında pek tabii hasret kaldığımız adımlardı… Sibel Köklü’nün karakteri Rüya Keskin ise tıpkı yazarı gibi bir gazeteci.
İstanbul doğumlu Sibel Köklü, İstanbul Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik Bölümü’nü bitirdikten sonra 1993 yılında polis-istihbarat muhabiri olarak Milliyet gazetesinde gazeteciliğe adım atar. Bir süre sonra ekonomi servisine geçer. Yeni Yüzyıl, Akşam ve Finansal Forum gibi mecralarda mesleğini icra eder…
Dolayısıyla Sibel Köklü, Türkiye’nin sosyolojik açıdan değişimini oldukça başarılı bir şekilde tabiri caizse “yerinde” gözlemleme, farklı mecralarda çalışarak farklı dinamiklere hâkim olabilme ve günden güne köhneleştirilmeye, içi boşaltılmaya çalışılan gazeteleri ve gazetecilik mesleğinin dönüşümüne şahitlik etme fırsatı bulur.
Murat Davman’dan Bugüne…
Türk polisiyelerinde gazeteci karakterler elbette gerek başrol gerekse yan roller olarak hiç rastlamadığımız figürler değil. Her şeyden evvel Ümit Deniz’in Murat Davman karakteri yerli polisiyemizin tam ortasında, yazıldığı ve yayımlandığı günlerdeki canlılığıyla varlığını sürdürüyor. Ancak yazıldığı çağlar ve yazılma saikleri bağlamında iki karakter arasında gün ve gece kadar fark olduğunu söylemek mümkün.
Murat Davman’ı düşündüğümüzde, gözümüzün önünde Clark Kent’in (misal bu ya) belirmemesi işten değil. Gazeteciliği sanki biraz cemiyete dahil olabilmek için bir paravan olarak kullanıyormuş gibi davranan, dedektif kimliğinin ama en çok da milliyetçi tavrının baskın olduğu bir karakter Murat Davman.
Rüya Keskin ise tam tersine dedektifliğe bulaşması tamamen gazetecilik dürtülerinden kaynaklanan, tamamen “gazeteci” kimliğiyle var olan bir karakter. Hikâyelerinin odağında ise gazeteler ve gazeteci olma kavramları ise neredeyse Rüya Keskin’den rol çalacak kadar güçlü bir üslupla yer alıyor.
Rüya Keskin polisiyeleri için bir “gazetecilik” macerası da diyebiliriz pekâlâ. Sözün kısası, Murat Davman kadar gözü kara ve kurşunlara yumruklarıyla karşı koyabilecek cevval gazetecilerin yanı sıra iz sürme becerisi maceraya atılma güdüsünden daha üstün olan, araştırmacı Rüya Keskin’ler de var artık.
Manşetler Seni Söyler
İlk Rüya Keskin polisiyesi, aşk sosu ve gidişatının biraz da ismiyle özetlenebilmesiyle müsemma Yalan Dünya bizi bankaların hortumlandığı yıllara götürüyor. Holdingler, bankaların içini boşaltıp kayıplara karışabilen mutemetler, gizli servis elemanları ve pek tabii Rüya Keskin. Havaalanında üzerinde yüklü miktar parayla yakalanan kuryenin taşıdığı paranın yarısına el koyan polisler, kuryeyi serbest bırakır ve olaylar gelişir.
Özel bankacılığın güç kazandığı yılları ve ardından bilhassa kıyıda köşede kalmış kasabalarda yaşanan “hortumlama” vakalarını anımsayanlar için Yalan Dünya kaliteli bir nostalji sunacaktır. Nostalji dokusu taşıyan hikâyesinin içinde Rüya Keskin’in attığı adımlar aracılığıyla bir gazetecinin ne yapması (ve biraz da ne yapmaması) gerektiği hakkında okur net ve objektif bir bakış açısına sahip oluyor. Gazetedeki bir birimin nasıl yönetildiği, görevlendirmeler, haber akışları ve elbette o baş sayfaya haber çıkarma coşkusu Rüya Keskin ile birlikte okuru da sarıp sarmalayan gidişatı şekillendiriyor… Eh, adı bu ya, “Yalan Dünya”, okuru da kitabın sonunda Rüya karakteri gibi yalan dünyayla yüzleşmeye zorluyor.
Ardından ikinci Rüya Keskin polisiyesi, Geçmişe Kapanan Kapılar. Adı üzerinde bir hesaplaşma kitabı bu. Ancak neyle, kiminle; o faslı da “sürpriz bozan” olmaması adına kıyısından köşesinden dolanarak aktaralım kitabı… Çetelerin İstanbul’da gündüz gözüyle kahvehane taradığı, sokak ortasında “baba”ların kurşunlandığı yılları anımsayanlar; olaylara bir de Rüya Keskin perspektifinden bakabiliyor bu kitapta. Rüya Keskin ise bir yanında geçmişinden taşıdığı ve kapatmaya çalıştığı kapılar, bir yanında ise her an arkasından mafyatik tiplerin çıkabileceği geleceğe uzanan kapılarla mücadele ediyor hikâye boyunca…
Aşka Vakit Yok ise üçüncü ve aslında bir nebze “nokta” işareti yerine geçebilecek Rüya Keskin polisiyesi… İlk iki kitabında kalbinin açmazları arasında gelgitler yaşayan metropolün özgür ve atik ruhlu gazetecisi Rüya’yı bu kitapta biraz daha umutsuz, biraz daha “gazeteci” görüyoruz. Kıbrıs’ta yaşanan bir kumarhane mevzusunu araştırırken yolu gene çetrefilli virajlara evriliyor ve biz hikâyede, Türkiye’deki gazetelerin holding patronlarının eline geçtiği yıllara tanıklık ediyoruz. Sendikanın, örgütlü mücadelenin gazeteler için ne kadar önemli olduğunu da okurken Kıbrıs’ın tatile teşne doğasının kumar atmosferiyle nasıl çıkar savaşlarının boğucu atmosferiyle işgal edildiğini anbean görüyoruz.
2018’de yayımlanan Kanlakarışık derlemesinde Rüya Keskin’le üçüncü macerasında onu bıraktığımız yerde tekrar buluşuyor; “Beyaz Kelebeklerin Sırrı” ile kadın cinayetlerine karşı araştırmacı gazeteci kimliğini konuşturduğu kısa öyküsüyle karşılaşıyoruz. Kedisi Derviş, gazetedeki Şef ve elbette Türkiye’de günden güne zorlaşan gazetecilik şartlarıyla bize kısa bir selam çaktıktan sonra tekrar ortadan kayboluyor Rüya…
Yaz Gazeteci!
Rüya Keskin polisiyeleri, polisiyenin ruhuna işli muamma hissini gazetecilik öğeleriyle bize sunuyor. Sibel Köklü kitapları bir insan olsaydı; bir mekâna girdiğinde daha girer girmez dikkati üzerine çeken figürlerden ziyade mekâna gözleriniz alışınca görüp de aşinalık hissi uyandıran bir figür olurdu.
Rüya Keskin de biraz öyle… 30’lu yaşlarında, İstanbul’da tek başına (ikinci kitaptan itibaren kedisi Derviş’le) yaşayan, çalışkan ve güçlü bir kadın. Ama biz ona dair daha fazla şey öğrenemiyoruz. Aşkı keşfetmeye çalışıyor, mesleğinde tutunmaya, insanları anlamaya ve hayata anlam katmaya… Bütün bunları yaparken polisiye biraz ikinci planda kalıyor. Bir karakterin oluşum evrelerini adım adım takip ediyoruz üç kitap (ve bir öykü) boyunca ama bizim elimizde tam teşekküllü bir figür kalmıyor. Yani işin aslı, bütün maceralar bitip gittiğinde hâlâ mekâna gözlerimiz alışamıyor…
Yine de yerli polisiye edebiyatımızda gazetelerin dönüşümünü, Türkiye’nin siyasi ve sosyokültürel “tersine” evrimini net ve berrak bir üslupla anlatan; gazeteciliğin ve gazetecilerin kıymetini bilen ender yapıtlar arasında yerini alıyor Sibel Köklü polisiyeleri.
Böyle güçlü bir gazetecilik anlatısını da ancak bir gazeteci yazabilirdi!