Sherlock gibi düşünmek için ne yapmalı, nasıl bir sistem kurmalı? Maria Konnikova imzalı Sherlock Holmes Gibi Düşünmek kitabına bir göz atmanızda yarar var. Fulya Turhan yazdı.
Harvard Üniversitesi’nden mezun olan ve Columbia Üniversitesi’nden de doktorasını alan Maria Konnikova’nın oldukça geniş bir psikoloji bilgisine sahip olması şaşırtıcı değildir. Konnikova, Holmes’ün olağanüstü zihinsel yetilerini modern psikolojinin ışığında inceler ve bize Holmes’ün düşünce sistemini nasıl benimseyebileceğimizi anlatır. Bunu yaparken de Sherlock Holmes hikâyelerinden, gerçek anekdotlardan ve psikolojik deneylerden örneklemeler yaparak adım adım ilerletir okuru.
“Görüyorsun ama gözlemlemiyorsun.” Sherlock Holmes’ün Watson’a kendi metotlarından bahsederken söylediği belki de en ünlü cümledir. Holmes bunların ikisini de gerçekleştirir ve Maria Konnikova sadece görmekle kalmayıp gözlemleme yapabilme yeteneğini farkındalık olarak tanımlar. Amaç bu farkındalığı artırarak daha iyi düşünebilmeyi sağlamaktır.
Gözümüzün önünde duran bir şeyi gördüğümüzü fark etmeyebiliriz çünkü sadece bakıp görürüz ama gözlemlemeyiz. Yapmamız gereken şey, etrafımızdakileri pasif bir şekilde algılamaktansa bunu aktif bir farkındalığa dönüştürebilmektir. Konnikova, çoğu insanın bunu yapabileceğini ancak yapmamayı seçtiğini savunur ve bize bunu gerçekleştirebilmemiz için hangi adımları izlememiz gerektiğini gösterir.
Beynimizi bu şekilde çalışması için eğitebilir miyiz?
Zaten Holmes’ün benimsediği şey de suçları aydınlatmak için kullanılacak birkaç taktikten ziyade bir düşünce yapısı, bir zihniyettir. Peki, bu düşünce yapısının bilimsel metodu nedir? Bilimsel denince çoğu insanın aklında laboratuvarda çalışan bir deney insanını getireceğini söyler Konnikova. Ellerinde deney tüpleri, üzerinde beyaz önlük vardır. Bir olgu hakkında gözlemlerde bulunur, bu gözlemleri açıklayabilmek için bir hipotez geliştirir, bu hipotezi test edebilmek için bir deney hazırlar, deneyi gerçekleştirir, sonuçların beklentileri karşılayıp karşılamadığına bakar, gerekirse hipotezini yeniden şekillendirir ve yukarıdaki adımları uygular.
Fiziksel anlamda baktığımızda gayet basit görünüyor ancak beyinlerimizi de otomatik olarak bu şekilde çalışması için eğitebilir miyiz? Peki, eğitebilirsek nereden başlamalıyız? Konnikova, en temel konseptlerden başlamamız gerektiğini düşünür, tıpkı Holmes gibi. Bilimsel metodun işlemeye başladığı en basit adım gözlemdir. Önünüzdeki problemin en basit ayrıntılarını anlayamazsanız nasıl bir hipotez oluşturabilirsiniz, teorilerinizi nasıl test edebilirsiniz sorusunu yöneltir Konnikova. Yapılması gereken ilk şey karşımızdaki problemin en temel özelliklerini mümkün olduğunca anlayabilmek, çıkarımlarımızı geçmiş tecrübelerimiz ve şimdiki gözlemlerimizle harmanlayabilmektir. Holmes tüm bu doğrultuları tek tek inceleyerek hipotezini test etmeye çalışır. Bu olası doğrultuları bir bir eler ve geriye kalan seçenek her ne kadar ihtimal dışı olsa da gerçektir.
Dünyaya belli bir şüphecilik ve merakla bak!
Sherlock Holmes’ün peşinden gidebilmek, bu yaklaşımı öğrenmek ve her düşüncenizde bunu uygulamaktır. Gözlemle başlayan bu süreci benimsemek anlamsız görünen bir olgudan anlam çıkarmamızı sağlar. Ve bunları yapabilmek için karşımızda karmaşık bir problem olması gerekmez. Basit bir gerçekten çıkaracağımız her gözlem, her egzersiz bizi daha karışık problemleri analiz edebilmemiz için hazırlar. Ve bu yaklaşım bilime dayanır, böyle düşünme alışkanlığı öğrenilebilir, geliştirilebilir ve uygulanabilir. Tabii, Holmes’ün bu bilimsel düşünce yapısını şekillendiren en önemli şeylerden biri, dünyaya sürekli belli bir şüphecilik ve merakla yaklaşmasıdır.
Günümüzde birçok psikolog, beyinlerimizin iki sistem üzerinden çalıştığını düşünür. Bu sistemlerden biri hızlı, içgüdüsel ve tepkiseldir. Diğer ise daha yavaş, temkinli, ayrıntılı ve mantıklı düşünmek üzerine kurulmuştur. Konnikova da bu ikisini Watson sistemi ve Holmes sistemi olarak tanımlar. Watson sisteminden Holmes sistemine geçmek için farkındalık ve motivasyon gereklidir ve tabii ki sayısız alıştırma. Holmes’ün kendisi de her günün her saati Holmes sistemini çalıştırmayı alışkanlık haline getirdiğini söyler.
Çatı katınızı doldurun ama…
Konnikova, Holmes’ün çatı katı teorisinden yola çıkarak çıkarım yapabilecek noktaya gelebilmek için gerekli adımları sıralar. Holmes, insan beyninin boş bir çatı katına benzediğini düşünür, bu çatı katını nelerle dolduracağımız tamamen bizim elimizdedir. Holmes, her zaman işine yaracak eşyaları çatı katına atar. Güneş sisteminin her ayrıntısına vâkıf olmak onun için bir şey ifade etmez. Konnikova da bu çatı katını yapı ve içerik olarak kabaca ikiye ayırır.
Çatı katının yapısı beynimizin çalışma şekliyle alakalıdır. Bir bilgiyi nasıl aldığımız, nasıl işlediğimiz ve nasıl depoladığımızla ilgilidir. İçerik ise dış dünyadan beynimize aldığımız şeyler, hayatımızdaki tecrübeler, anılarımız ve geçmişimizdir. Ancak ihtiyacımız olduğunda bu bilgiyi bulup çıkaramazsak çatı katında depolanmış olmasının hiçbir yararı yoktur. Bizim yapmamız gereken, bu çatı katını nasıl ve nelerle doldurmayı öğrenmektir.
Ardından çatı katındaki bilgileri bir sistem dahilinde depolamak gerekir. Holmes’ün ünlü çıkarım süreci de bu adımdan sonra başlar. Çatı katındaki bilgimiz, gözlemlerimiz, mevcut şartlar ve geçmişteki tecrübelerimiz birleşerek bize çıkarım yapma olanağı sağlar. Ancak bu, yukarıdaki şartlar sağlandığında hemen gerçekleşebilecek bir süreç değildir. Holmes’ün çıkarım metodu mantık kurallarına dayanır. Önümüzdeki gerçeklerden çıkarımlar yapabilmek için de Holmes sistemini harekete geçirerek bilimsel adımlarla konuya yaklaşabilme alışkanlığını edinmek gerekir.
Konnikova’nın söylediğine göre de bu kitaptan çıkaracağımız bir şey varsa o da şu olmalıdır: En güçlü beyin, sakin beyindir. Sakin beyin, problemlere yaklaşırken kendi düşünce yapısının ve sisteminin farkındadır. Her bir adımı üzerine düşünerek kateder ve en sonunda çözüme ulaşır. Tabii bu belirli bir süre üzerine çalışıldıktan sonra bırakılabilecek bir şey değildir; düşünce yapımız tüm hayatımız boyunca bu doğrultuda devam etmelidir. Nitekim Holmes de eğitimin hiçbir zaman son bulmaması gerektiğini söyler.
Fulya Turhan’ın bu yazısı 221B’nin 7. sayısında yayımlanmıştır.