Adı mı? Adının Vivien olduğunu farz edelim, çünkü en sevdiği masaldaki karakterin adı bu. Kendi adıyla anamam… Bizi tanıyor olabilirsiniz ve bugün rezil olmak istemiyorum.
Kaçıncı kadeh? Üçü geçtiğime eminim. Üç benim uğurlu sayımdır ve içmeye başladığımda en az üçe ulaşmadan durmam. Üçü geçtikten sonra üçün katlarına ulaşmam gerekir. Eski ve saçma bir alışkanlık… Ama zararı kime ki?
Vücudum uyuşmuş vaziyette, hislerim zayıf. Gene de onu kapı aralığından görecek kadar bilincim yerinde. Hâlâ uzanmakta. Muhteşem bir kadın olmasına rağmen gördüğüm en tembel varlık. Hayattaki tüm başarılarını bir kenara bırakalım, onu mutlu eden tek şey yatağına uzanıp hareketsiz kalmak. Nefesini yavaşlatmak, kalbinin önce sesine, sonra da sessizliğine odaklanmak. Sonsuz ve sinir bozucu bir ritmin büyüsüne kapılmaktan başka bir şey değil onunki. Tanıştığımız ilk günden beri söylüyorum ama beni dinlemiyor hiç. Kapının aralığından incecik bileğini seyrediyorum.
Kalk artık Vivien, misafirlerimiz her an gelebilir.
Yılbaşını kutlamak benim fikrimdi, insanları çağırmaksa onun. Oysa birbirimize yetebiliriz, bunu hiç anlamıyor. İlla insanlar olmalı, kendini güvende hissetmesi için. Neyin güveninden bahsediyor ki? Onun için hayatımı verebilirim, biliyor musunuz? Bu ona neden yetmiyor, anlamıyorum.
Bu yıl her şeyin çok farklı olacağını söyledim ona. Dedim ki, “Vivien, korkmana gerek yok. Seni dünyanın en mutlu kadını yapacağım.” Ona adının anlamını bilip bilmediğini sordum. Bilmediğini söyledi.
“Sen Göl Kraliçesi’sin. Hani o muhteşem masaldaki. Ve ben de Arthur’um, o efsunlu kılıcı vereceğin, geleceğin kralı.”
Sadece güldü. “Neler saçmalıyorsun sen?” dedi. Kızmadım. Bir kadeh daha şarap doldurmakla yetindim.
Bu yılbaşı çok farklı olacaktı. Bu yıl çok farklı olacaktı. Bu gece için marketten ilk defa tavşan aldım. Etinin sert olduğunu söylerler ama iyi bir ustanın elinde bir tavşan ile harikalar yaratılabilirmiş. İyi bir usta değilim, ama Vivien’i seviyorum ve sevgim her şeyi mümkün kılar. Eminim buna.
Yatak odasının kapısını biraz daha aralasam… Tüm vücudunu görmek istiyorum, bileğiyle yetinemem. Ama olmaz. Şu an saçma bir oyunun içindeyiz ve yerimden bunun için kalkarsam o kazanır. Bunu istemiyorum.
Baharat, tuz, defne, az soğan, et suyu… Bir internet sitesinde tavşanın etinin marinada neredeyse beş saat bekletilmesi gerektiği yazıyordu. Soğanla fazla zaman kaybetmiştim, gözlerim yanıyordu. “O kadar da sert erkek değil mişiz, ha?” diye güldü bana. Sesi iğneleyiciydi. Televizyona odaklandım, Japonya’da insanlar fişeklerin yarattığı ışıltıyla büyüleniyorlardı. Şanslıysam saat on ikiyi vurduğunda tavşanımız hazır olacaktı.
“Her şeyin basit bir dokunuşla düzelmesini umuyorsun Arthur,” dedi bana. Bana Arthur demiş olmalıydı çünkü ben ona Vivien diyorum. “Çaba gösteriyorum,” dedim soğukkanlılıkla. “Evet…” diye mırıldandı. “Çaba…”
Tavşan, soğanı bol olan ölüm çorbasında yüzüyor, eti yumuşuyordu. Bir sigara yaktım. Tüm soğukkanlı insanlar gibi kafamda bin bir soruyla hızlıca içtim. Ağzımda biriken muhtemel katran, kırmızı şarap eşliğinde midemin derinliklerinde kayboldu.
Size bir tavsiye vereyim mi? İlişkinizi kurtarmak istiyorsanız ve yılbaşının kudretini bu iş için kullanmayı planlıyorsanız bir şeyi sakın yapmayın: Konuşmayın.
Ne dedim bilmiyorum, zira böyle şeylerin başladığı an asla tam olarak belli değildir. Belki de ilk konuşan ben değildim, bu da mümkün. Sadece ikimizin de sakin taklidi yaptığını hatırlıyorum. Tavşanı pişirmeye karar vermeden önce tarifi okumalıymışım. Beş saat terbiye edilecek bir hayvan alacaksam markete erken gitmeliymişim. Zaten bunları hep yapıyormuşum. Bir heyecanla yola çıkıyor, aklımdan geçenlerin saniyesinde vuku bulacağını düşünüyormuşum.
Aptal bir yılbaşı yemeğinin her şeyi düzelteceğini ummam gibiymiş.
Başım dönüyor…Vivien hâlâ uzanmakta. Ağlıyor mu? Umursamıyorum. İsterse gözyaşları ile o efsanelerde yaşayacağı gölü yaratsın, önemli değil. İncecik bileği hâlâ köşeden gözüküyor.
Sonra itişmeler… Böyle şeylerin nasıl kontrolden çıkabileceğini anlatmama gerek yok, aranızda yaşamayan yoktur. Ancak şunu bilmenizi isterim; Tanrı şahidim olsun ki ilk o başlattı. Kadın olduğundan her şeyi yapabileceğini sanıyor. Tırnaklama, göğsümü yumruklama, avazı çıktığı kadar bağırma… Nereye kadar zorlayabileceğini sanıyordu ki? Güzel olmasından ötürü her şeyi göz ardı edeceğimi mi? Çabaladığımı görmüyor mu? En az altı saat sürecek bir yemeği sırf onun için yapmaya çalıştığımı görmüyor mu? Onun kölesi gibi yaşadığımı görmüyor mu?
Ne kadar bağırdık, bilmiyorum. Neler kırdık, bilmiyorum. Komşular yılbaşının şehvetine rağmen duvarımıza ısrarla vurmuş olmalılar, bilmiyorum, önemsemiyorum. Nereye kadar beni itelemesine izin verecektim? Ne zannediyordu ki beni? Onca tırnak, onca hedefini şaşıran zayıf tokat. Tanrı biliyor ki bir fiskem onu alaşağı edebilirdi. Tanrı biliyor Vivien, dedim içinden. Tanrı kadehlerimi sayıyor ve bana senden güçlü olma hakkını tanıyor.
Bir tek yumruk. Tüm ihtişamı sessizliğe gömüldü. Kafası yatağın kenarına çarptı, kötü çarptı ama hiç sesi çıkmadı.
Kalk Vivi, misafirlerin geliyor!
Orada öyle uzanmasının sebebini ikimiz de biliyoruz. Bana kendini acındırma çabasında. O zayıf tırnakların, o incecik bileğin beni korkutamayacağını biliyor. Tüm kadınların yaptığını yapma peşinde. Kendini gölün içine gizlerse korkacağımı düşünüyor. Yatakta öylesine uzanıyor. En sevdiği şeyi yapıyor ve benim kalbime bir korku salmaya çalışıyor. Beni küçük düşürmeye çalışıyor. Alnından iki damla kan damladı diye benim hemen paniğe kapılacağımı düşünüyor. Yo, Vivi, hayır. Oyununa gelmeyeceğim. Ben Arthur’um. Ben kralım ve benim yazacak bir tarihim var. Bir nehir orospusu beni korkutamaz, anladın mı?
Kadehimi yeniden dolduruyorum. Hâlâ kapı aralığından o incecik bileğe kayıyor gözüm. Saat on bir ve tavşanın eti yeterince yumuşamış olmalı. Ama hayır, Vivi bugün bu güzel yemeği hak etmiyor. Dışarıda irili ufaklı fişekler patlatılıyor, büyük patlamanın hazırlığı olmalı. Fişek seslerinin arasından siren sesleri geliyor. Tüm gürültüde sadece duymak isteyen kulaklara hitap eden eski bir ezgi gibi.
Vivi, misafirlerin geldi! Ne yapacağım ben? Tavşan daha pişmedi bile?
Siren sesleri yoğunlaşıp bir seviyede sabit kalıyorlar. Birazdan kapının çalınacağına adım gibi eminim. Yemeği şimdi fırına koysam pişmesi en fazla on beş dakika sürer. Yazık ki on beş dakikam yok. Merdivendeki ayak seslerini duyar gibiyim. Bulanık zihnim heyecanlanmamı söylüyor ama dinlemiyorum onu.
Tüm korkumu sezen Vivi’nin bileği bir milim bile oynamıyor.