Çizgi romanlarla tanıştığımda henüz yedi sekiz yaşlarındaydım. Annemin, babamın Teksas ve Tommikslerini yalayıp yutmuş, ardından Ten Ten’in ve Red Kit’in maceralarına dalmıştım. Bu arada bilime, tarihe, coğrafyaya dair bilgiler veren çizgi romanlar da okuyordum. Onlardan bazı sayfaları hâlâ hatırlarım çünkü bir yetişkini bile neşelendirebilecek kadar tatlı çizgilere sahiplerdi, ki bir yetişkini neşelendirmek hiç kolay değildir. Yıllar sonra, Boğaziçi Üniversitesi’nde Gazi Mehmet Emin Adanalı hocanın çizgi roman tarihi derslerini alırken hem eskiden okuduğum bu işlere dair bakışım zenginleşti hem de yeni çizgi romanlarla ufkum genişledi. Ondan sonra artık bu âlemi de edebiyat âleminin parçası saydım, sıkı takip etmeye başladım. Şimdi elimde Bulut Yayınları’ndan çıkan Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi çizgi romanı duruyor; Renée Treml yazıp çizmiş, Fulya Turhan çevirmiş. Bana, çizgi roman türünün kendine özgü maharetini bir kez daha hatırlatıyor: Zamansız olmak ve okuru içine çekmek.
Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi, esasında çocuklara yönelik bir mizahi polisiye. Ancak gerçekçi çizgiler büyülü bir atmosfere öyle güzel yedirilmiş ki, isterseniz gününü Candy Crush oynamakla geçiren bir emekli olun, sizi yeniden çocuk yapıyor. Asıl hedef kitlesi olan çocuklar için ise içinde kaybolacakları bir dünya, dostları sayacakları pek eğlenceli karakterler vaat ediyor. Odaklanmanın bunca zor olduğu bir çağda okuru anlatının içinde tutabilmek, hele okurlarınız çocuklarsa o kadar kıymetli ki… Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi, her şeyden önce bunu başarabildiği için alkışı hak ediyor. Barış Manço yaşasa Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi için şöyle derdi: “On puan, on puan, on puan, on puan; kırk puanla şampiyon!”
Bu girişin ardından önce bu maceranın yaratıcısı Renée Treml’i kısaca tanıyalım. Amerika Birleşik Devletleri’nde doğan Renée Treml, 2007’de yaban hayatı merakından ötürü Avustralya’ya taşınmış. Onu yazıp çizmeye iten de bu yaban hayatı merakı olmuş. Renée Treml, yıllardır çocuklar için çizgi romanlar yaratıyor; hepsinin de başkarakterleri hayvanlar… Tıpkı Sherlock Bones gibi. Sherlock Bones da bir hayvan ama o uzun yıllar önce ölmüş. Artık sadece iskeleti kalmış bir kuş. Bir doğa tarihi müzesinde sergileniyor. Ziyaretçilerin haberi yok ama o bir şekilde yaşamaya, etrafında olup bitenleri izlemeye devam ediyor; en büyük zevki ise gizemli vakaları çözmek. Adından da anlayabileceğiniz üzere, o, Sherlock Holmes gibi bir dedektif. Onun kadar ukala değil ama en az onun kadar kıvrak zekâlı ve bilgili. Bir de ortağı var: Watts; kendisi maalesef konuşamıyor çünkü doldurulmuş bir kuş ama Sherlock Bones onu çok seviyor.
Sergilendikleri müzede Sherlock Bones’u olağanüstü bir gün bekliyor ve maceramız da böyle başlıyor. Dünyanın en değerli doğal taşı, Kraliyet Mavi Elması, müzeden çalınıyor. Sherlock Bones, Watts’ı da yanına alıp hırsızı bulmaya girişiyor. Bu sırada güvenlik görevlilerinden şüpheleniyor; bir de Grace adında, ayaküstü tanıştığı sevimli bir rakundan.
Sherlock Bones, macera boyunca bize doğa ve fen bilimlerine ve biraz da tarihe dair birtakım bilgiler veriyor. Bunların bir kısmını çeşitli nesnelerin üzerinde görüyoruz. Bir seferinde müze duvarına asılı bir posterden dünyanın en bilindik hayalet hikâyelerinden üçünü öğreniyoruz örneğin. Bir başka sefer Sherlock ve Watts ile birlikte bir panodan kelebekle güveyi nasıl ayırt edeceğimizi okuyoruz. Bir kısım bilgileri ise Sherlock, Watts ve Grace ile arasında geçen diyaloglar aracılığıyla bize aktarıyor; mesela Watts’a bir ara şöyle bir şey diyor: “Watts, ataşın 100 yıl önce icat edilmesinden bu yana neredeyse hiç değişmediğini biliyor muydun?”
Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi’nin en büyük başarılarından biri burada yatıyor: Bir konuşmada okura bir canlıyla ilgili bilgiler verirken hemen ertesinde ataşla ilgili bir şeyler anlatabiliyor. Bu da kolaylıkla sıkılabilecek çocukların ilgisini canlı tutuyor. Düşünsenize, üçüncü sınıfa gidiyorsunuz ve okuldan sonra elinize aldığınız çizgi roman size sürekli ama sürekli biyolojiyle ilgili bir şeyler anlatıyor, üzerinize bir sürü bilgi boca ediyor. Zaten okulda öğrendiklerinizi tekrarlıyor. Herhalde o çizgi romanın üzerine başınız düşer, biraz sonra uyuyakalırdınız. Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi hem bilgi verdiği konuları çeşitlendirerek hem de macerayı öğreticiliğe kurban vermeyerek bu tehlikeyi bertaraf ediyor. Yani Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi, çocuğun karşısına bir öğretmen edasıyla çıkan bir çizgi roman değil; bir arkadaş ya da abi, abla, hikâye anlatmayı seven bir dede ya da nine edasıyla çıkan bir çizgi roman. Önce hikâyesini kuruyor, okurunu hikâyenin ve çizgilerin içine çekiyor, araya da öğretmek istediklerini sıkıştırıyor.
Peki, Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi polisiye bir hikâye kurmakta başarılı mı? Yetişkin bir okur için bu anlamda pek bir şey vaat etmeyebilir tabii ama çocuklar için çok şey vaat ettiğini söyleyebilirim. Çocukluğumda Thomas Brezina’nın Dört Kafadarlar Takımı serisini hatmetmiştim; ondan aldığım tadı Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi’nden de aldım. Aynı sürükleyiciliğe sahip, yedi sekiz yaşlarında bir çocuğun takip edebileceği kadar sade ama ilgisini de hep yüksek tutacak kadar merak uyandırıcı bir macera bu. Üstelik mizahi tarafı ve eğlenceli karakter çizimleri de siyah beyaz bir çizgi roman olmasına rağmen onu fazlasıyla renkli kılıyor.
Anlayacağınız, Sherlock Bones ve Doğa Tarihi Gizemi her yaştan insanın keyif alabileceği ama çocukların bayılacağı, çeşitli konularda temel bilgileri eğlenceli şekilde öğrenebileceği, sonunu merak edeceği ve karakterlerini çok seveceği bir çizgi roman. Çocuğunuza okumayı sevdirmek istiyorsanız ona bir şans verin. Çocukluğunuzu özlediyseniz ona yine şans verin. Çocuğunuz okumayı çok seviyorsa evet, bildiniz, ona şans verin!